Global bankacılık krizinin 2009 yılındaki ilk sürprizi İtalya’dan geldi. Ülkenin en büyük finansal skandalı Parmalat’tan sonraki ikinci büyük skandalı olacağı tahmin edilen Amortisman(İtfa) Fonu skandalı, bugün Telegraph gazetesi tarafından dünyaya duyuruldu. Skandalın aktörleri her zamanki gibi tanıdık. Deutsche Bank, JP Morgan, UBS ve Hypo Real Estate iştiraki Depfa.
İtalyan otoriteler, yapılan işlemlerin ülkeye maliyetinin 35 milyar Euro düzeyinde olacağını tahmin ediyorlar. Rakamın tedirginlik verici seviyelerde olması, herkesi yapılan anlaşmaların ayrıntılarını öğrenmeye sevkediyor.
Yapılan işlemlere geçmeden önce Amortisman Fonunun(Sinking Fund) ne olduğunu ve nasıl çalıştığını basitçe anlatmaya çalışalım. Tipik bir bonoda, bonoyu ihraç eden şirket, bonoları satın alanlara, periyodik dönemlerle faiz öderken, vadenin sonunda da anaparayı ödeyerek borcunu kapatır. Örneğin bir XYZ şirketinin nominal değeri 1000 TL ve vadesi 10 yıl olan bir bono ihraç ettiğini düşünelim. Şirket muhtemelen, bono sahiplerine her yıl belli bir oranda (mesela %5 karşılığı 50 TL) kupon faizi ödeyecektir. 10. yıl sonunda da, 1000 TL ödeyerek işlemi sonlandıracaktır. Yıl sonlarında 50 TL ödemek fazla sorun olmazken, 10. yıl sonunda ödenecek 1000 TL muhtemelen nakit akışlarında sıkışıklığa neden olacaktır. Şirketin mali yapısı bonoyu ihraç ederken güçlü olsa da, 10 yıl sonrayı öngörmek pek mümkün değildir.
Şirket, 10 yıl sonraki nakit sıkışıklığı riskini azaltmak için bir Amortisman (İtfa) Fonu kurar. Bir kenara ayırdığı paralarla, her yıl piyasadaki bonoların bir kısmını satın alır. Böylelikle 10. yıl sonunda satın alınacak çok az bono kalacaktır. Bu da şirketten aynı dönemde büyük nakit çıkışlarının olmasına mani olacaktır.
Şimdi gelelim İtalya’ya. Yatırım bankaları, spotlarını 90’lı yıllarda büyük bir fırsata yönlendirdi. İtalyan şehir ve belediyelerin acilen krediye ihtiyacı vardı. Vade sonlarında balon ödemelerin oluşmaması için İtalya hükümeti, yerel yönetimlerden Amortisman fonu kurmasını ister. Yani her yıl piyasadaki toplam bono miktarının belli bir tutarı kadar parayı ayırarak, vade sonunda ödeme yaparken sıkışmamalarını talep eder. Belediyeler bu fikre olumlu yaklaşır.
Bir süre sonra yatırım bankaları ortaya çıkar ve bu fonları işletmeye talip olduklarını söylerler. Başlangıçta bu fonlara sadece İtalyan hazine bonoları konulurken, kriter yavaş yavaş genişletilmeye başlar. Sonunda Yunanistan gibi tahakkuk riski yüksek ülkelerin bonoları da bu fona kabul edilir.
Yatırım bankaları, bu fonları işlettiği için ücret de talep ederler doğal olarak. Ama bununla yetinmezler. Yerel otoriteleri, bu fonlar üzerinden para kazanacaklarına ikna ederler. Bu bonolar, vakit geçirilmeden kompleks türev ürünlere malzeme yapılır.
Fakat bugünlerde yapılan incelemelerde, yerel yönetimlere imzalatılan sözleşmelerin birbirinden farklı olduğu ve anlaşılması zor ifadeler içerdiği görülüyor.
Yerel yönetimlere bu yatırımlar karşılığı zaman zaman ödemeler yapılsa da, fonun tamamının tehlikeye girdiği ve bononun geri ödeme zamanı geldiğinde fonda paranın bulunmayacağı gözden kaçırıldı. Çünkü bankalar, fondaki paranın tamamını riskli yatırımlar için kullanmışlardı. Eğer her şey yolunda gitseydi, belediyelere faiz ve kar payı ödemeleri yapılabileceği gibi, vade sonunda bonoların anapara tutarlarını ödeyecek para da olacaktı. Ama böyle olmadı.
Krizin derinleşmesi, yatırım bankalarının İtalyan belediyeleri adına yaptıkları yatırımların 35 milyar Euro zararla sonuçlanmasına neden oldu. Kara mizahla ifade edersek “finans ve romance.”
Başta Milan şehri olmak üzere tüm ilişkili taraflar yatırım bankalarına dava açmaya başladılar bile. Bakalım sonuç ne olacak. Kar elde edilirken kimsenin ilgilenmediği bu fonlar, zararlar başlayınca hedef noktası oldu. Ve derhal günah keçisi aranmaya başladı. Her zaman olduğu gibi…
İtalyan otoriteler, yapılan işlemlerin ülkeye maliyetinin 35 milyar Euro düzeyinde olacağını tahmin ediyorlar. Rakamın tedirginlik verici seviyelerde olması, herkesi yapılan anlaşmaların ayrıntılarını öğrenmeye sevkediyor.
Yapılan işlemlere geçmeden önce Amortisman Fonunun(Sinking Fund) ne olduğunu ve nasıl çalıştığını basitçe anlatmaya çalışalım. Tipik bir bonoda, bonoyu ihraç eden şirket, bonoları satın alanlara, periyodik dönemlerle faiz öderken, vadenin sonunda da anaparayı ödeyerek borcunu kapatır. Örneğin bir XYZ şirketinin nominal değeri 1000 TL ve vadesi 10 yıl olan bir bono ihraç ettiğini düşünelim. Şirket muhtemelen, bono sahiplerine her yıl belli bir oranda (mesela %5 karşılığı 50 TL) kupon faizi ödeyecektir. 10. yıl sonunda da, 1000 TL ödeyerek işlemi sonlandıracaktır. Yıl sonlarında 50 TL ödemek fazla sorun olmazken, 10. yıl sonunda ödenecek 1000 TL muhtemelen nakit akışlarında sıkışıklığa neden olacaktır. Şirketin mali yapısı bonoyu ihraç ederken güçlü olsa da, 10 yıl sonrayı öngörmek pek mümkün değildir.
Şirket, 10 yıl sonraki nakit sıkışıklığı riskini azaltmak için bir Amortisman (İtfa) Fonu kurar. Bir kenara ayırdığı paralarla, her yıl piyasadaki bonoların bir kısmını satın alır. Böylelikle 10. yıl sonunda satın alınacak çok az bono kalacaktır. Bu da şirketten aynı dönemde büyük nakit çıkışlarının olmasına mani olacaktır.
Şimdi gelelim İtalya’ya. Yatırım bankaları, spotlarını 90’lı yıllarda büyük bir fırsata yönlendirdi. İtalyan şehir ve belediyelerin acilen krediye ihtiyacı vardı. Vade sonlarında balon ödemelerin oluşmaması için İtalya hükümeti, yerel yönetimlerden Amortisman fonu kurmasını ister. Yani her yıl piyasadaki toplam bono miktarının belli bir tutarı kadar parayı ayırarak, vade sonunda ödeme yaparken sıkışmamalarını talep eder. Belediyeler bu fikre olumlu yaklaşır.
Bir süre sonra yatırım bankaları ortaya çıkar ve bu fonları işletmeye talip olduklarını söylerler. Başlangıçta bu fonlara sadece İtalyan hazine bonoları konulurken, kriter yavaş yavaş genişletilmeye başlar. Sonunda Yunanistan gibi tahakkuk riski yüksek ülkelerin bonoları da bu fona kabul edilir.
Yatırım bankaları, bu fonları işlettiği için ücret de talep ederler doğal olarak. Ama bununla yetinmezler. Yerel otoriteleri, bu fonlar üzerinden para kazanacaklarına ikna ederler. Bu bonolar, vakit geçirilmeden kompleks türev ürünlere malzeme yapılır.
Fakat bugünlerde yapılan incelemelerde, yerel yönetimlere imzalatılan sözleşmelerin birbirinden farklı olduğu ve anlaşılması zor ifadeler içerdiği görülüyor.
Yerel yönetimlere bu yatırımlar karşılığı zaman zaman ödemeler yapılsa da, fonun tamamının tehlikeye girdiği ve bononun geri ödeme zamanı geldiğinde fonda paranın bulunmayacağı gözden kaçırıldı. Çünkü bankalar, fondaki paranın tamamını riskli yatırımlar için kullanmışlardı. Eğer her şey yolunda gitseydi, belediyelere faiz ve kar payı ödemeleri yapılabileceği gibi, vade sonunda bonoların anapara tutarlarını ödeyecek para da olacaktı. Ama böyle olmadı.
Krizin derinleşmesi, yatırım bankalarının İtalyan belediyeleri adına yaptıkları yatırımların 35 milyar Euro zararla sonuçlanmasına neden oldu. Kara mizahla ifade edersek “finans ve romance.”
Başta Milan şehri olmak üzere tüm ilişkili taraflar yatırım bankalarına dava açmaya başladılar bile. Bakalım sonuç ne olacak. Kar elde edilirken kimsenin ilgilenmediği bu fonlar, zararlar başlayınca hedef noktası oldu. Ve derhal günah keçisi aranmaya başladı. Her zaman olduğu gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder