14 Ocak 2009 Çarşamba

Uçuruma sürükleyen eski bir algılama


Evrensel sağduyu, bu yılın banka zararları açısından çok kötü bir yıl olacağında hemfikir. Özellikle bir dizi büyük bankanın 100 milyar $ kaybedebileceği öngörülüyor. Çöküş giderek büyüyor.

Bugün gelen haberler beklentileri destekler nitelikte. Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank, 2008’in son çeyreğinde 6.4 milyar $ zarar ettiğini açıkladı. Analistler Citigroup’un aynı dönem zararının 10 milyar $’dan az olmayacağını düşünüyor. Bank of America için zarar beklentisi 3.6 milyar $. Olumsuz haberler sürüp gidiyor.

Her uzun yolculuk küçük bir adımla başlar der Zen budizmi. Gelin bu düşünceden hareketle, adım adım katastrofik bir doğal afete dönüşen bu global krizin ilk adımına ulaşmayı deneyelim. Son derece profesyonel bankacıları ve iyi organize olmuş bankaları yüksek bir hızla içine çeken kara deliğin esrarını bulmaya çalışalım.

Realistik değerlendirme modellerinden uzak bir anlayışla şişirilen gayrimenkul fiyatları, kısa sürede büyük bir balona döner. İnsanlar, cari fiyatların gelecek fiyatlarından çok düşük olduğunu düşünerek satın almaya yönelir. Kişisel sürdürme reaksiyonuyla büyük bir fenomene dönüşen fiyatları yükseltme iradesi, aslında tamamen psikolojiktir. Alıcı havuzu yorulmaya başladıkça fiyatlar da yükselişini durdurur. Kalan son alıcılar, fiyatların daha fazla yükselmeyeceğini düşünmeye başladıkları an, fiyatlar gerilemeye başlar. Bu da krizi tetikler.

Gayrimenkul fiyatları daima artar!

Şimdi buradan bir adım daha geriye gidelim ve fiyatların artacağı düşüncesinin nasıl oluştuğuna bakalım.

Gelecekte fiyatların daha da artacağı yanılsaması, ev satın almanın sınırlı bir risk içerdiği düşüncesini besler. Bu da genel ücretler seviyesinin bu paralelde artış göstereceği beklentisini. Böylece kredi taksitleri kolayca yapılacaktır. Ekonomi güçlü, işsizlik düşük olduğu sürece sistem sorunsuzca işler. Evlerin fiyatı, evlerin değerinden bağımsız olarak artmaya devam eder.

Fiyatları yükselten en güçlü motivatör, “hırs” denilen duygudan başkası değildir. Sadece bir ev alarak çok para kazanma arzusu. Fiyatların düşeceği beklentisinin yarattığı “korku” duygusu, zaman zaman karşıt denge oluştursa da, hırsı dengelemekte başarılı olamaz. Böylece hırs ve korku mükemmel bir ikili olurlar.

Arazi üretilemez!

Hırs ve korkunun destekleyici fonksiyon olduğu ev fiyatlarını belirleyen asıl mekanizma, arz ve taleptir. Geçici arz eksikliği, fiyatları arttıran önemli bir faktördür. Ama bundan daha önemlisi, arazinin bir gün biteceği düşüncesidir.

Kuramsal ekonomi, arazinin üretilemez bir varlık olduğu inancına sahiptir. Başka bir ifadeyle arazi arzı sabittir. Arazi üretilemez düşüncesi temelde doğru olsa da, arazi ev ile aynı ekonomik anlamı taşımamaktadır.

Çünkü;

-yatay eksende arazi yaratılmasa da, dikey eksende daire yaratılabilmektedir,
-büyük şehirlerin çevresinde daima kullanılmamış araziler mevcuttur ve,
-hükümetler daima yeni alanları imara açmaya isteklidirler.

Bu gerçeklerden uzak ev üreticileri, talebin yüksekliğine güvenerek arazi fiyatlarını yükseltmişlerdir. Anlamadıkları şey, satın aldıkları evleri bir süre sonra satan spekülatörlerin, talebi suni şekilde arttırdığıydı. Fiyatlar tepe noktasına ulaşınca spekülatörler pazardan çekildi. Bu da üretilen ev ve arazi fiyatlarının hızlıca gerilemesine neden oldu.

Amerikalı ekonomist Henry George, 1879’yazdığı Progress and Poverty adlı kitapta, bu çevrimin doğal olduğunu söyler. “Arazi üretilemediği için, araziye sahip olanlar daha fazla kazanmak için fiyatları arttırmakta ve piyasayı manipüle etmekteler.”

Görüldüğü gibi, arazi üretilemez, herkes yaşayacak bir eve ihtiyaç duyar düşüncesi ev fiyatlarının düşmeyeceği anlamına gelmemektedir. Ekonominin doğal algılamaları bir kere daha doğal bir afete dönüşmüştür.

İşte, bu algılamaya karşı koyamayan dev finansal kuruluşlar, bugün herkesin gözü önünde acı çekerek erimekteler.

Hiç yorum yok: