Finansal krizin en büyük suçlusu “risk”ti! Ülkelerin, şirketlerin, finansal kuruluşların ve hatta ailelerin aldıkları riskin yüksekliği dayanılamaz bir noktaya gelince çöküş başlamıştı. Krizin başlamasıyla birlikte risk üzerine sistemli bir azaltma politikası uygulanmaya başlandı. Ülkelere mali sınırlar, bankalara stres testleri, piyasalara sıkı düzenlemeler ve vatandaşlara kredi sınırlamaları. Amaç ortaktı: Riski azaltmak! Peki, neredeyse 5 yıldır riski azaltmak üzerine gösterilen büyük mücadele sizce riski ne kadar azaltmıştır?
Her zamanki gibi bu soruya yine irrasyonel insan davranışlarını inceleyerek yanıt bulmaya çalışalım. 1978 yılında Mercedes ve hemen ardından BMW, ABS denilen fren sistemlerini kullanmaya başladılar. ABS, taşıtların her türlü yük ve yol koşullarında ve çeşitli hızlarda yapılacak ani frenlerde tekerleklerin kilitlenmesini önleyerek şoförlerin hakimiyeti kaybetmemesini sağlayan bir fren sistemidir. Alman otomobillerinin ABS’ye geçmeleri ile birlikte kazaların ne oranda azaldığını tespit etmek için bir Alman otoriteler bir deney tasarlarlar. ABS’li bir grup araç ile ABS takılmamış bir grup araç üç yıl boyunca büyük bir gizlilik içinde izlemeye alınır. Öngörülen şey ABS’li araçların diğer araçlara göre daha az kaza yapacaklarıdır. Oysa deney sonunda ortaya çıkan gerçek bunun tam tersidir. ABS birçok kullanıcının kaza oranını düşürmemiştir. Bunun nedenini araştıran gözlemciler ABS’li araç kullanıcılarının eskisine oranla daha hızlı araba kullandığını, daha sert dönüşler yaptıklarını ve şeritleri güvensizse değiştirdiklerini fark ederler. Şoförler ABS sistemini ilave bir güvenlik unsuru olarak değil, daha hızlı ve kontrolsüzce araba kullanma fırsatı olarak görmüşlerdi. Peki ama neden? Neden azalan riski tasarruf etmek yerine daha da arttırma yoluna gitmişlerdir?
Kanadalı psikolog Gerald J.Wilde’ın geliştirdiği risk teorisine göre; tıpkı hücre dışı gerçekleşen olaylar karşısında hücrenin kendi metabolizmasını koruma eğilimi göstermesi gibi insanların da kendilerine has kabul edilebilir bir risk seviyeleri vardır. İnsanların hayatlarının belli bir kısmında risk azaldığında, yanıt olarak başka bir kısmında risk yükselir ve toplam risk düzeyi değişmez.
Bu durum şirketler için de böyledir. Belli koşullar altında bir sistemi ya da bir kuruluşu daha risksiz hale getirir görünen değişiklikler aslında bunu yapmazlar. Bir alanda daha düşük olan riskleri, bir başka alanda alınan daha yüksek riskler dengeleyerek risk düzeyinin azalmasının önüne geçerler.
İşte finansal piyasalar da tıpkı bu tepkisel mekanizma ile çalışır. Ne zaman bir piyasada düzenleme yapılsa, finansal kuruluşlar karlarını arttırmak adına o piyasanın dışına çıkarak daha fazla risk alırlar. Yani azalan risk daha riskli alanlarda harcanarak tüketilir.
O nedenle türev ürünlerin azaltılacağını, finansal kuruluşların sermayelerini arttıracağını, ülkelerin daha az borçlanacağını, kredilerin kontrol altına alınacağını, rating şirketlerinin sınırlandırılacağını, mortgage endeksli tahvillerin azalacağını beklemek sadece rasyonel bir saflıktan ibarettir. Riskin frenleri ABS olsa da irrasyonel insanınkiler ABS değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder