21 Ağustos 2012 Salı

Olimpiyatların en başarısız sporcusu benim idolümdür!

Sporcuların benzer yetenek, kapasite ve özellik sergilediği olimpiyat oyunları finansal piyasalara oldukça benzerler. Finansal piyasalarda işlem yapan yatırımcıların duygularını, elde ettikleri kazançlar ve kayıplar belirler. Diyelim ki bir hisse senedi yatırımcısısınız. Satın aldığınız hisse senetleri yükseliyorsa kendinize güveniniz artar. Doğru kararı verebilme gücüne sahip olduğunuzu düşünürsünüz. Eğer üst üste birkaç doğru alım kararı verdiyseniz, kendinizi artık en üst seviyede görürseniz. Hisse senedi piyasalarının tüm şifrelerini çözdüğünüzü düşünürsünüz. Güven duygusu aşırılığa kaçsa bile her zaman olumlu bir motivatördür. Fakat piyasalar her zaman beklediğiniz şekilde hareket etmez. Düşüş de en az yükseliş kadar kaçınılmazdır. İşte öyle anlarda zihninizin tutulduğunu hissedersiniz. Ne yapmanız gerektiğini düşünür ama karar vermeye zorlanırsınız. Aklınıza gelen düşüncelerin doğru olup olmadığını sorgulamaya başlarsınız. Acilen karar vermeniz gerektiğinin farkındasınızdır. Çünkü düşüş devam etmektedir. Analizleri, grafikleri, verileri inceleyip doğru kararın ne olmaya çalıştığını düşünürsünüz. Bu size üniversite yıllarınıza, akıl hocalarınızın sözlerine, hatta ailenizin çocukken söylediği yol gösterici öğütlere götürür. Adeta tüm eğitim sürecinizi yeni baştan yaşıyor gibisinizdir. Düşen hisse senetlerinin yarattığı tutukluk bildiğiniz her şeyi unutturmuş gibidir. İşte o an, olimpiyatlarda başarının en önemli şifresini içermektedir.

Sporda tüm kişisel başarı modelleri kazananın örnek alınması üzerine kuruludur. Çünkü insanlar başarıyı doğum ve ölüm kadar doğanın bir kanunu gibi görürler. Bu rasyonel bir haklılıktır elbette. Fakat bu düşünce basit bir hata içeriyor olamaz mı? Başarı, başarısızlık yaratıldığı için yaratılmış olamaz mı? Eğer Usain Bolt gibi doğal bir kazanan değilseniz, rakipleriniz ile benzer özelliklere sahipseniz, sonucu başarısızlığın belirlemesi olasıdır. Evet, doğum ve ölüm rasyoneldir ama hastalıklar irrasyonel!

Tıpkı olimpiyatlar gibi rakiplerin birbirlerine benzer özellik ve kapasite gösterdiği mücadelelerden biri 25 Mayıs 2005’te İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi finaliydi. Maç öncesi bahislerde Liverpool ve Milan’a eşit şans tanınıyordu. Fakat maçın ilk yarısı bittiğinde böyle bir finalde kolay kolay ortaya çıkmayacak bir sonuç oluşmuştu. Milan ilk yarıyı 3-0 önde kapamıştı. Bir futbol maçı için böyle bir skor ikinci yarıda kolay kapatılabilir türden değildir. Fakat o gün bu mucize gerçekleşmişti. Liverpool ikinci yarı 3 gol atarak maçı beraberliğe taşımış ve uzatmalarda da kupayı kazanmıştı. Herkes Liverpool’un bu mucizeyi nasıl yarattığını merak ediyordu. Mucizeyi yaratan Milan olamaz mıydı?

Bu sorunun yanıtını vermeden önce bir örnek daha verelim. 1993 Wimbledon Tenis Turnuvası tek bayanlar finalinde Steffi Graf ve Jana Novotna karşılaşıyordu. Setlerde durum 1-1 berabereydi. Üçüncü set oynanıyordu ve Novotna 4-1 öndeydi. Servisi Novotna atıyordu ve bu servis sayı olursa Novotna 5-1 öne geçecekti. Sonrasında tek bir oyun bile alması onu Wimbledon şampiyonu yapacaktı. Fakat Novotna o servisten sayı alamadı. İşte kabus da o anda başladı. Graff maçı oradan çevirerek şampiyon oldu. Steffi Graf inanılmazı başarmıştı ve örnek alınacak bir sporcu olduğunu göstermişti. Fakat asıl örnek alınacak sporcu kupa töreninde Kent Düşesi’nin omzunda ağlayan Novotna’ydı. Neden mi?

O gün hem Milan’ın hem de Novotna’nın neden başarısız olduklarını anlayan çok az insan vardı. Şifreyi çözen ise Virginia Üniversitesinden bir profesördü.

Psikolog Daniel Willingham oldukça basit bir deney yapar. Deneklerin önündeki bilgisayar ekranında yan yana dört kutucuk vardır; önlerindeki klavyede ise dört tuş. Deney şöyledir. Ekrandaki kutucuklardan biri yandığında ona karşılık gelen tuşa basılacaktır. Örneğin birinci kutucuk yanarsa birinci tuşa, üçüncü kutucuk yanarsa üçüncü tuşa basılacaktır. Bu süreçte deneklerin ne kadar kısa sürede tepki verdikleri ölçülmektedir. Denekler öncelikle iki gruba ayrılır. İlk gruptakilere kutucukların hangi sıra ile yanacağı söylenir. Onlar sıralamayı bildikleri için doğru tuşlara kısa süre içinde basarlar. İkinci gruptakilere ise kutucukların hangi sıra ile yanacağı söylenmez. İkinci gruptakiler kutucukların hangi sıra ile yanacaklarını bilmediklerinden, ilk eşleştirmelerini biraz gecikmeli yapmışlardır. Fakat daha sonra kutucukların hangi sırada yanacaklarını kestirmeye başladıklarında bu süre oldukça kısalmış ve birinci gruptakilerin süresine eşitlenmiştir.

Psikolog Willingham bu deneyin ardından birinci gruptaki öğrenme sistemini “açık öğrenme”, ikinci gruptaki öğrenme sistemini ise “üstü kapalı öğrenme” olarak tanımlamıştır, yani farkında olmadan gerçekleşen öğrenme. Size bir şey ilk kez öğretildiğinde onun üzerine mekanik bir şekilde düşünmeniz gerekir. Fakat bu öğrendiğiniz konuda çok çalıştıkça sorumluluğu üstü kapalı sistem devralmaya başlar. Düşünmeden en doğru şekilde o konuda yanıt verebilirsiniz.

Hem Milan hem de Novotna maçın yukarıda anlatılan kırılma anlarına kadar bu üstü kapalı sistem ile en iyi pasları ve en iyi backhand’leri düşünmeden ustaca yapabilmişlerdir. Fakat stresin veya diğer faktörlerin etkisi altında kalıp tutuldukları o anda sorumluluğu açık sistem devralmıştır. Pasları ve vuruşları hakkında tekrar düşünmeye başlamışlardır. Duracakları yeri, koşacakları mesafeyi sürekli düşünerek oyun tarzlarını kaybetmişlerdir. Sanki spora başladıkları ilk güne dönmüşlerdir. Yavaş yavaş, düşünerek, öğretilenleri hatırlamaya çalışarak oynamaya çalışmışlardır. Bu, sporu ilk öğrendikleri zamanki doğruyu yapma gayretleri ile aynı şeydir. Bunun sonucunda hem Liverpool hem de Novotna hala inanamayacakları bir başarısızlık yaşamışlardır.

Tıpkı finansal piyasaların çöküş anlarında ne yapacağını bilemeyen yatırımcılar gibi birbirlerine yakın özelliklere sahip olimpiyat sporcuları da, başarıya, bu stresli anlarda yeteneklerini hangi öğrenme sistemleri ile sahaya yansıttıkları ile ulaşırlar. Stres veya diğer etkenler nedeniyle tutularak “şu vurşu yaparsam doğru olur” ya da “şu kadar hızlı koşarsam kazanırım” gibi üstü kapalı öğrenme sistemlerinin dışına çıkarak hareket edenler başarısızlığa daima daha yakındırlar.

Başarı için kazananları örnek almak rasyonel bir gerekliliktir elbette. Ama yaşadığımız dünyada artık başarıyı getirecek olan düşünce şekli kaybedenlerin neden kaybettiklerini öğrenmektir. Kısaca başarı başarısız olma biçimimizde saklıdır. Bu nedenle olimpiyatların en başarısız sporcusu benim idolümdür.

1 yorum:

KOP dedi ki...

Mucizeyi yaratan Liverpool'du zaten:))