16 Ağustos 2012 Perşembe

Uçan kaleyi kim düşürdü?

Birçok insan bankaların kredi kararlarını verirken neyi dikkate aldığını pek bilmez. Bankalar, kişilere kredi verirken kısaca 5C diye adlandırılan kriterler üzerinden değerlendirme yapan modelleri kullanırlar. Bunlar:

 Character (Kişisel nitelikler, Moralite),
 Capacity (Gelir yaratma kapasitesi),
 Capital (Sermaye),
 Conditions (Ekonomik koşullardan etkilenme) ve
 Collateral (Teminat)’dır.

Bankalar kredi vermeye başladıkları ilk günden beri bu 5 maddeyi çok ciddi bir şekilde analiz ederek kredi kararlarını oluşturmaya çalışmışlardır. 5C kuralı aslında bankacılığın altın kuralıdır.

2007 yılına gelindiğinde finans sektöründe başlayan ve daha sonra global ekonomiye sıçrayan bir kredi krizi herkesi içine alır. Bankaların fütursuzca verdikleri konut kredileri ile başlayan ve diğer kredilerle devam eden kriz tüm dünyayı kasıp kavurmaya hala devam etmektedir. Peki bankaların 5C gibi hiçbir kriteri göz ardı etmemiş bir değerlendirme modelleri varken, böyle bir krizi yaratan onca kredi nasıl verildi dersiniz?

İkinci dünya savaşı öncesinde ABD’nin güçlü bir savaş uçağına ihtiyacı vardı ve bu uçağı bir türlü yapamıyordu. Hava Kuvvetleri bir yarışma açmaya karar verir. Yarışmaya iki firma Boeing ve Martin&Douglas katılır. Eğer uçak beğenilirse Hava Kuvvetleri 100’e yakın sipariş verecektir. Bu oldukça büyük bir sayıdır ve firmalar böyle bir siparişi almak için tüm yeteneklerini ortaya sererler. Yarışma 1935 yılında sonuçlanır. Kazanan Boeing’tir.

Boeing’in Protatip 229 adını verdiği uçak tam anlamıyla muhteşemdir. Ordunun istediğinin beş katı bomba taşıyor, diğer tüm bombardıman uçaklarından hızlı uçuyor ve havada daha fazla süre kalabiliyordu. Bu nedenle uçağa Uçan Kale (flying fortress) adı verilmişti. Ordu sipariş verme aşamasındaydı ve son formalite olan test uçuşuna gelinmişti.

Uçak rahat bir kalkışın ardından 300 feet’e yükselir. Fakat bir anda hızı düşmeye başlar ve kısa bir süre sonra da patlayarak paramparça olur. Bu tam bir fiyaskodur. Bu durumda yarışmayı Martin&Douglas’ın kazandığı açıklanır ve ordu siparişlerini bu firmaya verir. Prestij kaybı ise Boeing’i iflasın eşiğine getirir.

Bir süre sonra uçağın düşüş nedeni açıklığı kavuşur. Kaza tamamen pilotaj hatasıdır. Pilot, uçağın diğer mekanizmalarını ayarlarken irtifa ve istikamet dümeni kumandalarının kilit mekanizmalarını açmayı unutmuştur. Küçük bir ayrıntı maalesef kabus getirmiştir. Hava kuvvetleri bu uçağı incelemeye aldığında, uçağın diğer uçaklara göre daha karmaşık bir kontrol sisteminin olduğunu fark etti. Pilotların eğitimleri bu uçağı uçurmaya yeterli değildi. Peki ama bu sorun nasıl çözülmeliydi?

Hava kuvvetleri deneme yapmak için 229’dan birkaç sipariş verir. Bu uçak diğerlerine göre oldukça iyiydi. Fakat karmaşık yapısı pilotları zorluyordu. Ordu danışmanları parlak bir fikirle gelirler: “Eğitimleri arttıralım!”

Bu iyi bir çözüm olabilirdi ama deneme uçuşunda uçağı düşüren pilot ordunun en tecrübeli pilotuydu ve diğer pilotlara bundan daha fazla nasıl eğitim verilirdi ki? İşte çözülmesi gereken sorun buydu.

Cevap irrasyonel bir dâhiden gelmişti: “Pilotlar için bir kontrol listesi hazırlayalım!” Pilotların kalkış, uçuş, iniş, piste gidiş sırasında yapmaları gerekenler adım adım yazıldı. Bu liste bir avuca sığabilecek bir kağıt büyüklüğündeydi. Freni bırak, aletleri ayarla, kapıların kapalı olduğunu kontrol et vs. diye gidiyordu. Bu basit çözüm böyle karmaşık bir problem için ne kadar yeterli olur dersiniz?

Kontrol listesi büyük bir başarı kazanmıştı ve test uçakları tam 1,8 milyon mil kaza yapmadan uçmuşlardı. Artık hava kuvvetleri bu uçaktan almaya karar vermişti. İlk sipariş 13.000 adet olarak verildiğinde herkes şaşırmıştı. Boeing, gelecek yüz yılını kurtaracak siparişi almıştı.

Hava Kuvvetlerinin B-17 adını verdiği bu uçak ile ABD ordusu önemli bir hava üstünlüğü elde etmiş ve Nazilerin sonunu getiren hava saldırılarını yapmıştı. Karmaşık bir sistem basit bir kontrol sistemine dönüştürülerek büyük bir başarı sağlanmıştı.

2000’li yıllara gelindiğinde bankacılık da giderek karmaşık bir hal almaya başlamıştı. Krediler artık banka bilançolarında taşınmıyor, menkul kıymetleştirme prosesleri ile müşterilere satılıyordu. Bu sihirli bir prosesti ve bankalar buna kendilerine kaptırmışlardı. 2007 yılına gelindiğinde subprime segmentteki sorunlar bir anda bankaların tüm kredilerine sıçradı. Kredi mekanizmaları neredeyse çökme durumuna gelmişti. Çünkü yaratılan karmaşık kredi modeli hatanın anlaşılıp çözülebilmesini neredeyse imkansız kılıyordu. Peki sorun neredeydi?

Sorun ve aynı zamanda çözüm,bankacıların işe ilk başladıkları zaman okudukları temel bankacılık bilgisi kitaplarının ilk sayfasındaydı: 5C adlı kontrol listesi!

Bankalar kredi vermeden önce yaptıkları değerlendirmede 5C denilen kontrol listesindeki maddelerin tamamını atlamışlardı. Kişisel nitelikler (Character) göz ardı edilmiş, gelir yaratma kapasitesi (capacity) atlanmış, sermaye (capital) hiç dikkate alınmamış, ekonomik şartların değişmesinin (conditions) yaratacağı sorunlar görmezden gelinmiş ve kredi teminatları (collateral) hafifsenmişti. Sonuç tam bir kabustu.

B-17’yi test uçuşunda düşüren sebep 2007 finansal krizini yaratan sebeple aynıdır. Çözüm ise şu kısa kontrol listesinde saklı: 5C!

2 yorum:

L.K. dedi ki...

Mevduata %100 karşılık ayrılması,bileşik faizin olmaması,bankaların yatırımları "para aktararak değil" proje bazlı kar-zarar ortaklığına girmesi kaydıyla katılıyorum.

Adsız dedi ki...

Banka açmakla banka soymanın moral motivasyonunun aynı olduğu da söylenebilir. Kaybetmemek üzere kurulmuş veya "too big to fail" kuruluşlar olduğu sürece alın teriyle yapılan ticaret ve sanayi bir illüzyondan ibarettir. Hiçbir risk almadan tahvil getirileriyle "insansız ekonomi"yi büyüterek; bankaya işiniz düşünce size zorla hayat sigortası yaptırarak kendini sağlama alan birimlerin kredibilitesini hangi varlık denetleyecektir? Herkes bankalara çalışıyor ki bankalar çalışmak zorunda kalmasınlar...