29 Mart 2012 Perşembe

Finans insanı yalancı yapar mı?

İnsanlar verdikleri kararlarda farkında olmadan hataya yönlenseler de zihinlerindeki çelişkileri bir dengeye oturtmaya son derece istekli ve meyillidirler. Eğer bu otomatik dengeleme işleminde bir yetersizlik olursa bundan rahatsızlık duyarlar ve çeşitli dengeleme yöntemleri bularak bu durumdan kurtulmaya çalışırlar. İnanç, yargı, davranış ve kararlardaki tutarsızlıktan kaynaklanan uyumsuzluğu ortadan kaldırmak için tutum ve davranışlara uygun bilgiye yönelme eğilimi sosyal psikolojide bilişsel uyumsuzluk (cognative dissonance) olarak tanımlanmaktadır. Bize benzeyen insanlardan hoşlanmamak, kendi mizacımızdan da hoşlanmıyor olmak gibi ağır bir muhasebenin altına sokacaktır ki; bu oldukça rahatsız edici bir durum olduğundan, insanlar kendilerine benzeyen tiplerden genellikle hoşlanırlar. Ya da alıp hiç kullanmadığımız kablosuz kulaklık cihazını, ödediğimiz yüksek bedel nedeniyle son derece faydalı bulmamız gibi.

Bilişsel uyumsuzluğun klasik tanımı Ezop’un Tilki ile Üzümler hikayesinde ortaya konur. Acıkmış halde gezinen bir tilki, yüksek bir çardaktan salınan üzümleri görünce gizlice bağa girer ve üzümleri koparabilmek için yukarı doğru sıçramaya başlar. Fakat üzümler o kadar yukarıdadır ki bir türlü üzümlere yetişemez ve sonunda pes eder. Yavaş yavaş ve bitkin bir halde oradan uzaklaşırken bir taraftan da kendi kendine söylenmektedir: “Bu üzümlerin hepsi zaten koruk; eminim ki çok ekşidirler. İyi ki yememişim.”

Kişinin düşünce ve davranışlarındaki uyumsuzluğu dengeleme eğilimini gösteren iki deney konuyu biraz daha anlamlı ve açıklayıcı kılacaktır. Birinci deneyde deneklere oldukça sıkıcı ve gereksiz bir iş yaptırılır. Belli bir süreyi vida sıkarak geçirirler ve sonrasında deneyi tamamladıkları söylenir. Ama aslında deney burada başlamaktadır. Deneklere salondan çıkarken, görevlinin bugün gelmediği ve dışarıda bekleyen ve sizden sonra salona girecek olan adayı, deneyin çok zevkli bir deney olduğunu anlatan birkaç cümle söyleyerek salona göndermeleri rica edilir. Bunun karşılığında da deneye katıldıkları için biraz para verilir. Deneklerin bazılarına 20 dolar verilirken bazılarına 1 dolar verilir. Denekler sınıf dışında bekleyen kişiye, deneyin ne kadar güzel ve eğlenceli olduğunu anlatarak sınıfa gönderirler. Ayrılırken de kendilerinden dağıtılan formu doldurmaları istenir. Formda deneyi nasıl buldukları sorulmaktadır ve deneyin can alıcı kısmı burasıdır. Bu soruya; 20 dolar alan denekler, deneyin çok kötü bir deney olduğu cevabını verirken, 1 dolar alan denekler iyi ve eğlendirici bir deney olduğu yanıtını verirler. Deneyi gerçekleştirenler çıkan sonuçlara oldukça şaşırırlar.

İkinci deneyde ise öğrencilerden, bozulan eğitim koşullarını protesto etmek için polise karşı gösteri yapmaları istenir. Polis ise göstericilere belli ölçüde mukavemet gösterecektir. Daha sonra öğrencilerden polisin mukavemet göstermekte neden haklı olduğunu anlatan bir makale yazmaları istenir. Makale karşılığı öğrencilerden bazılarına 20 dolar ödenirken, bazılarına 1 dolar ödenir. Daha sonra tüm deneklere yeniden kimin haklı olduğu sorulur. 20 dolar ödenen denekler polisin değil öğrencilerin haklı olduğunu söylerken, 1 dolar ödenen denekler polisin haklı olduğunu söylerler. Sonuçlar yine şaşırtıcıdır.

Deneylerin her ikisi de temelde davranışlar ile düşünceler arasındaki uyumsuzluğu açıkça göstermektedir. İlkinde son derece sıkıcı bir deney diğer adaylara zevkliymiş gibi anlatılmıştı. İkincisinde ise öğrenciler yaptıkları gösteride haklı olduğu halde yazdıkları makalede polisi haklı göstermişlerdi. Peki bu noktada, para alanlar ile almayanların davranış farklılığını nasıl açıklamalıyız?

Aslında her iki grup, hem çok para alanlar hem de az alanlar, düşünceleri ile davranışları arasındaki uyumsuzluğun farkındadırlar. İlk deneye bakarsak her iki denek grubu da vida sıkmanın sıkıcı bir iş olduğunu ve dışarıya çıkınca tam tersini söylediklerini biliyorlar. Ama sadece kendilerine 20 dolar ödenenler daha sonra bu uyumsuzluğu açıklıyor. Çünkü kendilerine yeteri kadar para ödendiği için bu düşünce ve davranış uyumsuzluğuna katlandıklarını düşünüyorlar. Az para alanlar ise bu uyumsuzluğu devam ettirerek yok görmeye devam ediyor. Çünkü davranışlarını değiştiremeyecekleri için tutarsızlığa düşmemek adına düşüncelerini değiştirmek zorunda kalıyorlar.

Profesyonelliğin, uyumsuzluğu ortaya koymada daha başarılı olması ise konunun diğer önemli tarafı. Yeteri kadar para alanlar almayanlara göre uyumsuzluğu açıkça ortaya koymakta bir sıkıntı duymuyorlar. Bu noktada kimseye para ödenmeseydi ne cevap verirlerdi sorusu akla gelecektir. Normal şartlar altında tüm deneklerin ‘çok sıkıcı bir deney, sakın gitmeyin’ ya da ‘öğrenciler haklıdır’ demesi beklenecektir. Ama görüldüğü üzere deneylerde sadece yaptığı iş için yeteri kadar parayı aldığını düşünenler değerlendirmelerini dürüstçe yapabilmişlerdir.

Profesyonelliğin, duyguları fazlasıyla etkilediği bir başka deneyde şöyle ortaya konmuştur. Deneye katılanlardan soğuk bir şişeyi canları acıyıncaya kadar tutmaları istenir. Bunun için bir kısmına para ödenirken bir kısmına ödenmez. Deney sonunda para alanlar almayanlara göre şişeyi üç kat daha uzun süre tutmuşlardır.

2007 finansal krizine götüren en önemli sebeplerden olan ahlaki tehlike (moral hazard) birçok örnekte karşımıza çıkmıştı. En önemli örneklerden biri rating şirketi çalışanlarının yazışmalarıydı. Rating şirketleri, 2000’li yılların başıyla birlikte menkul kıymetleştirme çılgınlığının dışında kalamamıştı. Pazardan pay alabilmek adına, menkul kıymetlerin taşıdıkları riskleri objektif şekilde değerlendirmeksizin 3A rating ile derecelendirmişti. Evrensel mükemmellik notu ile derecelenen menkul kıymetlere talep bir anda artarak büyük bir balona dönüşmüştü. Oradan da krize.

Krizin yarattığı enkazın aydınlanmaya başlaması ile birlikte rating şirketi çalışanlarının düşünceleri ile davranışları arasındaki uyumsuzluğu ortaya koyan ifadeleri açığa çıkmaya başlamıştı. Rating şirketlerindeki analistlerden bir bölümünün yöneticilerine gönderdikleri e-mail’lerde, mortgage bazlı menkul kıymetlere güvenilmeyecek, aşırı abartılı rating’ler verdiklerini itiraf ediyorlardı. Bu durumun üzerlerinde, bu işi yapacak yeterlilikte ol¬madıkları düşüncesini uyandırdığını ve para için ruhlarını şeytana sattıkları hissini yaşattığını belirtiyorlardı. Bir diğer e-mail’de ise, 2006 yılında, bir rating şirketi analisti meslektaşına şöyle yazıyordu: “Boşver, bu iskam¬bilden kule yıkılana kadar biz çoktan zengin oluruz.”

‘Ben akıllı biriyim’ düşüncesi ile ‘bu riskli menkul kıymetlere 3A rating vererek aptalca bir iş yaptım’ düşüncesi birbirleri ile uyumsuzluk yarattığı için yüksek ücretlerle çalışan analistler bu rahatsızlık veren uyumsuzluğu birbirlerine ifade etmekten çekinmemişlerdir. İnsanların ters düşmekten en çok korktukları kişinin yine kendileri olduğu gerçeği bir kez daha kendini göstermiştir.

İnsanoğlu düşünce ve eylemlerindeki uyumsuzluğu ortadan kaldırmak için çoğu zaman çaba harcamaz. Bilişsel uyumsuzluk teorisinin babası sayılan ABD’li sosyal psikolog Leon Festinger hatanın başladığı bu anı oldukça çarpıcı bir araştırma ile ortaya koymuştur. L.Festinger, kıyamet gününün tarihini bildiğini söyleyen bir dini grubun üyelerinin düşünce ve davranışlarını, bekledikleri kıyamet tarihi geçtikten sonra inceler. Söylenildiği tarihte kıyamet kopmamış fakat grubun üye sayısında da bir azalış olmamıştır. Üyelerin çoğu kıyamet tarihinden önce işlerini bırakmış, evlerini satmış hatta biriktirdikleri parayı bile harcamıştı. Bazıları açısından hayal kırıklığı, bazıları açısından sevinç dolu bu olaydan sonra grubun üye sayısı artmaya başlamıştır. Tüm paradigmasına kaybeden grup için bu durum şaşkınlık vericidir. Üyelere sorulduğunda ise şöyle yanıt vermişlerdir: ‘Çünkü kıyametin kopmaması için çok yalvardık.’

L.Festinger’in belirttiği gibi, insanlardan yalan söylenmesi istendiğinde ve kendilerini haklı çıkaracak bir neden verilmediğinde, söyleyecekleri yalanın doğru olduğuna kendilerini inandırırlar. Bilişsel uyumsuzluk hatasının en büyük tehlikesi zaman geçtikçe düzeltilmesinin zor bir hal almasıdır. Çünkü kimse, ‘madem öyle, şimdiye kadar neden bunu söylemedim’ diyecek kadar hatalarından ders çıkarmaya istekli olmayabilir.

Hiç yorum yok: