Bilinmezliğin bilinilirliğini ortaya koyan şaşırtıcı bilinmezlik ilkelerinden biri de Pareto adıyla anılan ilkedir. Önemli azın yasası ya da en bilinen adıyla 80’e 20 kuralı, doğadaki birçok olayda, etkilerin yaklaşık olarak %80'inin etkenlerin %20'sinden kaynaklandığını ortaya koymaya çalışır ve bunu da şaşırtıcı bir doğrulukla başarır. Yönetim gurularından Joseph Juran ilk kez bu ilkeyi önermiş ve İtalya'daki arazilerin %80’inin sahibinin, nüfusun %20'si olduğunu gözlemleyen İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto’nun adıyla isimlendirmiştir. İş dünyasının en yaygın kurallarından biridir.
Pareto İlkesi
İtalyan ekonomist Pareto, 20.yüzyılın başında İtalya ekonomisini incelediğinde şaşırtıcı bir durumla karşılaşır. Nüfusun %20’si ülkedeki zenginliğin %80’ine sahiptir. Bunun nedenleri üzerine düşünürken diğer ülkelerin dağılımlarını da merak eder. Benzer bir dağılım o ülkelerde de vardır. Pareto bu duruma oldukça şaşırsa da bugün artık bu duruma şaşıran pek kalmamıştır. Nüfusun zenginlikten aldığı payın şematik gösterimi bir şampanya bardağını andırdığından şampanya bardağı etkisi (champagne glass effect) adı verilen bu durum çağımızda da değişmemiştir. Şu an nüfusun %20’si dünyadaki zenginliğin %82’sini elinde tutmaktadır. Peki ama nasıl?
İnternet üzerinde birçok sosyal medya sitesi olduğu halde neden böyle bir siteye katılmayı düşünen biri facebook ya da twitter gibi sitelere öncelikle üye olur? Ya da şirketler neden hep karlarının %80’ini müşterilerinin %20’sinden sağlarlar? Bir ofiste çalışanların %20’si neden verimliliğin %80’ini yaratır? Bir ülkenin en büyük şehirlerinin sayısı neden birkaç taneyi geçmez? Hayatımızın hemen her anında kendisine yer eden 80’e 20 kuralı gücünü nereden almaktadır?
Güç Kanunu
Matematikte, herhangi iki miktar arasındaki özel ilişkiyi tanımlayan güç kanunu (power law) adlı bir fenomen vardır. Bu fenomen güç ile sayının ters orantılı olduğunu söyler. Örneğin dünyanın en zengin 10 kişisini ele alalım. İlk 3 sıradakilerin serveti diğer 7 kişinin servetinin toplamı kadardır. Tıpkı bir ülkedeki tüm varlığın dağılımında olduğu gibi. 80’e 20 kuralının gücünü aldığı temel ilke olan güç kanunu aslında içgüdüsel bir olguya dayanır. Sisteme yeni girenler kendilerini daima sistemde daha güçlü olanlarla ilişkilendirmek isterler. Bunun sonucunda da güçlü daha güçlü, büyük daha büyük olur.
Dünya Küçük Fenomeni
Öyleyse şu soru akla gelebilir. Güç kanununu yaratan içgüdüsel yönelim nasıl oluşuyor? Sisteme yeni girenler kendilerini nasıl oluyor da güçlü olan ile ilişkilendiriyor? Buradaki ilişki şekli dünya küçük fenomeni (small world phenomenon) denilen başka bir olgu ile anlatılabilir. 1967 yılında sosyolog Stenley Milgram, ABD’nin çeşitli eyaletlerinde yaşayan ve isim listelerinden rastgele seçtiği 300 kişiye birer mektup gönderir. Mektupta yapılan deneyin ayrıntıları anlatılırken zarfın üzerine sadece alıcının adı yazılır. Bu mektupları, farklı eyaletlerde, alıcıyla hiç ilişkisi olmayan kişilere verir ve mektubu alıcıya ulaştırmalarını ister. Gönderilen 300 mektuptan 60’ı ortalama 6 kişiden geçerek alıcısına ulaşmıştır. Deneyin çağımız versiyonu internet aracılığıyla yapılmıştır. Avustralya’daki kişi tarafından gönderilen e-posta Sibirya’daki hedef alıcısına 4 günde ulaşmıştır. Aynı deney facebook veri tabanı üzerinde de denenmiştir. Birbirleri ile hiç ilişkisi olmayan farklı coğrafyalardaki kullanıcıların çoğunun 6’dan daha az kişi ile birbirlerine bağlı oldukları görülmüştür.
Aktör Kevin Bacon’un adını taşıyan Six Degrees of Kevin Bacon adlı bilgisayar oyunu bu olguyu farklı bir şekilde anlatır. Oyun aklınıza gelen herhangi bir oyuncunun adını seçmekle başlar. Daha sonra program size o oyuncunun aktör Kevin Bacon ile en fazla 6 basamaklı bir isimlendirme ile ilişkilendirmesini yapar. Örneğin Elvis Presley adını seçerseniz oyun şöyle diyecektir. Elvis Presley, Edward Asner ile Change of Habit (1969) adlı filmde oynamıştır. Edward Asner ise Kevin Bacon ile JFK (1991) adlı filmde oynamıştır. Böylece Elvis Presley ile Kevin Bacon arasında 2 aşamada biten bir ilişki kurulmuştur.
Görüldüğü gibi dünyanın küçük olması güç kanunu denilen gizli bir yasayı tetiklemekte ve bunun sonucunda da 80’e 20 kuralı gibi bilinmezliğin farklı bir yasası oluşmaktadır. Şöyle bir düşünelim. Giysilerimizin %20’sini zamanın %80’inde giymiyor muyuz? Zamanımızın %80’nini arkadaşlarımızın %20’si ile geçirmiyor muyuz? Bunları tam olarak ölçemesek de 80’e 20 ilişkisine benzer bir ilişki yarattığımız kesindir. Microsoft’un verilerine göre yazılımlar içinde en çok raporlanan hataların %20’sini çözerek çökmelerin %80’i durdurulabilmektedir.
Güç kanunu 2007 yılında başlayan finansal krizde de kendini göstermiş olmasına rağmen çoğunluk tarafından görmezden gelinmişti. Güç kanununun küresel finansal krizi yaratan etkenlerin başında geldiğini söylemek bile mümkündür. Şöyle ki yatırım şirketleri, riskli yatırımlarını, daima bir sigorta şirketi aracılığıyla satılan değişik türev ürünleri satın alarak hedge etmişlerdi. Şirketler böylece karmaşık enstrümanlar aracılığıyla yarattıkları riskten korunduklarını düşünüyorlardı. Fakat güç kanunun yok edici gücünü sonradan görmüşlerdi. Satılan sigorta poliçelerinin (CDS) büyük bölümü AIG ve Lehman Brothers tarafından satılmıştı. Oysa piyasada binlerce satıcı vardı.
Güç kanununun finansal krizde kendini gösterdiği bir diğer alan mortgage piyasasıydı. Mortgage kredileri ve bu krediler üzerine inşa edilen menkul kıymetler, krediler ödendiği sürece oldukça karlı enstrümanlardı. Fakat 10 trilyon dolardan fazla olan ABD mortgage piyasasının yarısından fazlasının Freddie Mac ve Fannie Mae adlı sponsor kuruluşların elinde olması; krediler ödenmemeye başlayınca nasıl tahrip edici bir güç yasasına dönüştüğünü herkes görmüştü. Oysa binlerce mortgage kuruluşu vardı.
Krizin her döneminde büyük finansal kuruluşların iflasını önlemek için hükümetler kanalıyla bu şirketlere enjekte edilen likidite için söylenen too big to fail (batmayacak kadar büyük) klişesi, aslında güç kanunun yarattığı tahribatın devletler eliyle önüne geçmek için öngörülen politikanın sembolünden başka bir şey değildi.
Güç kanunu finansal çöküş için gerekli enerjiyi yaratırken dünya küçük fenomeni ise, bilgi ağları ile yaratılan finansal network sayesinde, krizin hızla nasıl tüm dünyaya sadece altı adımda yayıldığını gösteriyordu. Gölge bankacılık sistemi denilen mekanizma bu network’ün sosyal medya ağını oluşturuyordu. Birinci aşama, subprime denilen ödeme güçlüğü olanlara kredi verilmesi ile başlıyordu. İkinci aşamada bu krediler bankalar tarafından menkul kıymete dönüştürülmek üzere başka şirketlere satılıyordu. Üçüncü aşamada şirketler bu kredileri menkul kıymetleştirerek tüm dünyadaki yatırımcılarına satıyorlardı. Dördüncü aşamada yatırımcılar bu menkul kıymetlerin olası başarısızlığı nedeniyle sigorta şirketlerinden koruyucu enstrümanlar satın alıyorlardı. Beşinci aşamada subprime denilen eşikaltı kredilerin taksitleri ödenmemeye başlıyordu. Altıncı aşamada ise dünya kredi rezervinin %1’ini bile oluşturmayan subprime kredilerin ödenmemesi menkul kıymetlere sıçrıyor, ortaya çıkan güvensizlik bu ürünlere talebi azaltıyor ve yaşanan likidite sıkışıklığı bir anda her yana yayılarak global ekonomiyi büyük bir çaresizliğin içine sokuyordu. Dünya küçüktü ve kriz tüm dünyaya yayılmıştı artık.
Unutulmamalıdır ki doğanın evrensel bilinmezlik yasalarının bilinir olması hatalı kararların ortaya çıkmayacağının garantisi değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder