Finansal kararlarımızda neden başarısız oluruz? Finansal piyasa işlemcilerinden sıradan insanların basit yatırım kararlarına kadar bu herkesin merak ettiği bir konudur. Çünkü piyasalarda başarılı olmanın şifresini içerdiği düşünülür. Eğitim, sosyal yapı, karmaşıklık, zihinsel faktörler gibi birçok faktör başarısızlığın nedeni olarak sayılabilir. Ama en temel neden bunların hiçbiri değildir. Sizce insanlar finansal kararlarında neden başarısız olurlar?
Ekonomi felsefecilerin hala üzerinde tam bir anlaşmaya varamadıkları termodinamiğin ikinci kanunu entropinin başarısızlığın yoğunluğunu arttırdığı gerçeği kabul edilerek sorunun cevabının aranmasına başlanabilir. Volatilite denilen finansal varlıkların fiyatlarındaki oynaklığın artması düzensizliğin artması ile aynı anlamda görülebilir. Düzensizliği arttıran temel neden ise öngörülmesi zor insan duygularının finansal kararlar üzerindeki etkisinin giderek daha fazla olmasıdır. İşte bu döngü de kişilerin finansal kararlarındaki başarısızlığın kaygan zeminini oluşturmaktadır. Peki bu kaygan zeminde kişiler verdikleri finansal kararlarda ne kadar başarılı ya da başarısız olacaklarını önceden anlayabilirler mi?
Bu sorunun cevabını ortaya koyan bir araştırma henüz yapılmadığı için gelin hep beraber yanıt bulmaya çalışalım. En temel duygusal ihtiyaçlardan biri aşık olmaktır. İnsanlar mutlaka hayatlarının bir yerinde birilerine aşık olurlar. Buraya kadar her şey sorunsuzdur. Fakat eğer aşık olduğunuz kişiye henüz duygularınızı anlatmadıysanız sorun başlamış demektir. Bu zor durum birçoklarının yaşadığı bir durumdur. Peki böyle bir durumda nasıl bir düşünce şekli taşımalısınız ki aşık olduğunuz kişiyi ikna edebilesiniz? Ya da daha kısa sorarsak, sizi hayatınızın en büyük kazanımına ne götürür?
Pennsylvania Üniversitesinden Gabriele Oettingen bir arkadaşına gizliden gizliye aşık olan üniversite öğrencileri üzerinde bir çalışma yapar. Öğrencilerin aşık oldukları kişiyi nasıl elde edecekleri üzerine düşünce ve beklentilerini sorgular. Öğrencilerin düşünce yapısı olarak iki ana gruba ayrıldıklarını fark eder. Bir grup öğrenci büyük beklenti içindedir: Bir gün kimsenin olmadığı bir köşede karşı karşıya geleceklerine ve o an birbirlerinin gözlerinin içine bakarak büyük bir aşka yelken açacaklarına inanmaktadırlar. Öğrencilerin diğer bölümünün beklentileri ise son derece düşüktür. Onların düşünceleri ise genellikle şöyledir: “Eğer karşılaşıp konuşmaya başlasak, hala nedenini bilmediğim bir sebepten dolayı ona dönüp erkek arkadaşım olduğunu söyleyebilirim.” Peki sizce böyle bir ortamda hangi düşünce şekline sahip olanlar hayatlarının en büyük kazanımını elde ederek mutluluğa yelken açacaklardır?
Araştırma altı ay sürmüş ve sonuçlar herkesi şaşırtmıştır. Çünkü bilinenin davranış-başarı modellerinin öğütlediğinin tersine, beklentileri son derece düşük olanlar hoşlandıkları kişiye açılma ve onlarla bir ilişki kurmada daha başarılı olmuşlardır. Peki ama nasıl? Sizce beklentileri düşük olan grup bunu nasıl başarmıştır?
Aslında sorun ikinci grubun başarısı değil, birinci grubun başarısızlığıdır. Beklentileri yüksek olan birinci gruptaki gençler, duydukları derin aşkın altında kendilerini kaybederek bir plan yapmamışlar ve ortaya çıkabilecek karşıt görüşlerin üstesinden nasıl gelebileceklerini hiç düşünmemişlerdir. Oysa beklentileri düşük olanlar daima planlarını içgüdüsel olarak karşıt görüşleri nasıl savuşturacakları üzerine yaptıkları için daha başarılı olmuşlardır. İşte finansal piyasalarda da başarıya götüren aynı duygusal davranış şeklidir.
Amerika’nın en önemli entelektüellerinden sayılan yazar George F.Gilder’ın Telecosm adlı kitabında son 20 yılda yaşadığımız ekonomik refahın mimarı olarak Michael Milken gösterilir. Küçük bir yatırım bankasında sıradan bir trader olan Milken’ın bir yıl içinde 550 milyon dolar bonus kazanmasının altında yatan fenomen de beklentisiz aşıklarınkiyle aynıdır: Karşıt görüşlerin üstesinden gelebilme!
Milken’ın müşterilerinin tek derdi daha çok büyümekti. Ama bunu yapacak paraya ve iş hacmine sahip değildiler. Onlar büyüyemediği sürece Milken da büyüyemeyecek ve gelirlerini arttıramayacaktı. Öyleyse ümitsiz bir aşık olarak bir şeyler yapmalıydı. Hemen harekete geçer. Onlara başka bir şirketi satın alabileceklerini ve bunun için gerekli parayı kendisinin şirket adına tahvil satarak bulacağını söyler. Şirket sahipleri bunun imkansız olduğunu, çünkü kendileri gibi sıradan şirketlerin tahvillerine kimsenin yatırım yapmayacağını söyler. Fakat Milken pes etmez. Yatırımcılara gider ve iyi şirketlerin tahvilleri %3 getiri sağlarken, kötü bir şirketin çıkardığı %6 faizli tahvili alır mısınız diye sorar. Yatırımcılar getiri oranını beğenseler de riskin yüksek oluşundan endişeye kapılırlar. Fakat Milken yine pes etmez. Çünkü ne de olsa o bir ümitsiz aşıktır. Yatırımcılara başka bir teklif sunar. Eğer yatırımcılar bu tahvilleri alırlarsa, gelecek para ile şirket başka bir şirketi satın alacak ve satın alınacak şirketin hisse senetleri de yatırımcılara teminat olarak rehin verilecektir. Bu teklif yatırımcıları tatmin eder ve işlem gerçekleştirilir. Bu işlemlerin sonucunda, hem Milken’ın müşterileri başka şirketleri satın alarak büyüme hayallerini gerçekleştirmiş, hem de yatırımcılar yüksek teminat altında büyük paralar kazanmışlardır.
Eğer Milken karşıt görüşlerin üstesinden gelecek bir düşünce sistemine sahip olmasaydı son 20 yıllık ekonomik refahın mimarı sayılabilecek şirket satın alma kredileri (Leveraged buyout) ve çürük tahvil (junk bond) denilen riskli şirket tahvilleri bu kadar popüler olamayacaktı.
Anlaşılacağı üzere finansal piyasalarda başarı her zaman karşıt görüşlerle mücadele edebilme yeteneğine bağlıdır. Daha açık söylersek, güçlü beklentilerle satın aldığınız bir hisse senedinin öngörülemeyen bir şekilde düşmeye başlaması sonrasında ne yapabileceğinizi biliyorsanız, başarıya oldukça yakınsınız demektir.
Eğer finansal kararlarınızda ne kadar başarılı olduğunuzu veya olacağınızı bilmek istiyorsanız şimdi kendinize dönün ve şu soruyu sorun: “Eğer bir arkadaşıma aşık olsaydım ona açılabilir miydim?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder