Yanlış veya doğru olduğu zamanın ruhuna göre değişen masum kabullenmelerin hayatımızda ne tür sonuçlar yarattığını anlayamamak yerleşik bir davranış kalıbımız olmuştur. Bu kabullenmeler insan hayatı için ne kadar vazgeçilmezse finansal sistem için de o kadar vazgeçilmezdir. Fakat içerdikleri tehlikeyi nedense göreyiz.
Kilo vermek için birçok yöntem deneriz. Kitaplar okur, spor yapar, kalorileri sayar ve hatta düşünce sistemimizi yeniden dizayn ederiz. Bu kadar çabaya rağmen bazen sonuca ulaşır, bazense ulaşamayız. Başarısızlığın nedenleri üzerine düşündüğümüzde de kimyamızı veya biyolojimizi aşamadığımız gibi paranormal gerekçeler yaratırız. Aslında başarısızlık bünyemizde derin bir geçmişe sahiptir. İşte o anda gözden kaçırdığımız ve yemek alışkanlığımızın, uyguladığımız diyetler tarafından aşılamayan bir kabullenmesi başarısızlığın tarihsel köklerini sunar bize. Çocukluğumuzdan gelen bu ön kabul basit bir soru ile karar sistemimize yerleşmiştir: “Yemeğini bitirdin mi?”
Eminiz bu soruya aşina olmayan yoktur. Kendimiz için olmasa da çocuklarımıza mutlaka dikte ettiğimiz soruların başında gelir. Peki bu sorunun ilerleyen yıllarda bozulan kilo dengemizi normale döndürmede ne kadar tehlikeli bir silaha dönüştüğünü biliyor musunuz?
Tüketici davranışları ve besin biliminin dünyadaki en önemli kişilerinden sayılan Amerikalı Profesör Brian Wansink bu fenomeni test etmek için zekice bir deney tasarlar ve deneyin sonuçlarını 2005 yılında Bottomless Bowl (Dipsiz Kase) adlı makalesiyle yayınlar. Makale, yerleşik değerlerin kökündeki bir hatayı ortaya koyduğu için büyük bir şaşkınlıkla karşılanır. Wansink’in deneyi oldukça basittir. Bir grup insan yemek için masaya otururlar. Yemek çorbayla başlamaktadır. Fakat çorba kaselerinin yarısı özel olarak ayarlanmış bir düzeneğe sahiptir. Kaselere, yedikçe sürekli çorba dolduran gizli bir aparat monte edilmiştir. İşte böyle bir düzenek içinde insanlar sohbet ederek çorbalarını içmeye başlarlar. Özel ayarlanmış kaseden içenlere kasedeki çorba seviyesi azaldıkça gizlice çorba takviyesi yapılır. Çorba içme faslı 20 dakika sürer. Wansink’in anlamaya çalıştığı şey yemeğe devam etme kararının “Yemeğini bitirdin mi?” gibi basit bir soruyla bilinçdışı şekilde belirlenip belirlenmediğidir. Sonuç tam da Wansink’in düşündüğü gibidir. Kaselerine sürekli çorba eklenenler diğerlerine göre %73 daha fazla çorba içmişlerdir ve ne kadar içtiklerinin farkına bile varamamışlardır. Peki burada hata nerededir?
Wansink, benzer deneyleri tekrarlayarak bu sorunun yanıtını bulmuştur. Kişilerin kafalarındaki hacim ve boyut kavramı oldukça büyük bir yanılsama içermektedir. Kişiler ince uzun bir bardak ile kısa geniş bir bardak arasında karar verirken bile %20 daha fazla sıvı tüketmektedirler. İşte yiyecek ve içeceklerimizin bulunduğu kaplar arasında karar vermemizi sağlayan ve oldukça güvendiğimiz bu karar sistemimiz maalesef bizi büyük bir hataya sevk etmektedir. Hatanın kaynağı da “Yemeğini bitirdin mi?” sorusuyla başlamaktadır.
Zamanın ruhu içinde anlamını yitiren ve finansal krizlerin mimarı olduğu düşünülen başka bir kabullenme de finansal sistem için geçerlidir. Paranın altına endeksli olarak basıldığı günler çok gerilerde kalmış olsa da altın ve para arasındaki güven korelasyonu maalesef zaman içinde artmıştır. Paraya güven azaldığında altına yönelme insanların kafasında yer etmiş en temel finansal karar olarak ortaya çıkmaktadır.
Altının değerli olduğu fikri aslında büyük bir yanılsamadır. Paraya güvenmeyip satın aldığınız altın herhangi bir kriz anında işinize pek yaramayacak ve sonunda onu güvenmediğiniz paraya dönüştürmek zorunda kalacaksınız. İşte bu paradoksu fark edip çözüm öneren belki de tek kişi uygarlık tarihinin en büyük mucitlerinden Thomas Edison’du. Edison 1929 ekonomik buhranına çözüm olması için altının göreli değerini ortadan kaldırarak bankaların sınırsız para yaratma yetkisini ellerinden alacak bir çözüm önermişti. Edison’un önerdiği parasal sistem çözümü basitçe şöyleydi. 36 çeşit emtia direk olarak paraya döndürülebilir bir şekle bürünüyordu. Mesela çiftçiler buğday, mısır, şeker, pamuk gibi ürünleri devlete vereceklerdi. Karşılığında da geçmiş 25 yılın fiyat ortalamaları üzerinden verdikleri ürünün yarısı değerindeki parayı nakit alacaklardı. Hak ettikleri paranın diğer yarısı ise sertifika olarak kendilerine verilecek ve bu sertifikalar da ikinci el piyasada alınıp satılarak emtiaların fiyatları belirlenmiş olacaktı. Böylelikle emtia üreticileri de kredilerini ödeyebileceklerdi. Kısacası para sadece altına değil, bu 36 çeşit emtiaya, global ekonomideki payları oranında endekslenmiş olacaktı.
Edison’un önerdiği sistem elbette ki kabul edilmemişti ama eğer kabul edilseydi türev ve kredi balonlarının bu kadar şişmesi mümkün olmayacaktı. Kısacası eğer iki ipi sıkı bir düğümle bağlarsanız, ipin en sağlam yeri düğüm attığınız yer olur. Ama ipe her dokunuşunuzda da canınızı yakan tek nokta orası olacaktır.
Finansal sistem için bu artık çok geç olsa da kilo vermek istiyorsanız yemeğinizi tabakta bırakmaya bugünden başlamanız faydalı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder