15 Nisan 2012 Pazar

Ültimatom Oyunu

Finansal kuruluşları yöneten üst yöneticilerin aldıkları primlerin büyüklüğü birçok kesim tarafından tartışılan bir konudur. Ne kadar prim ödenmesi gerektiği şu ana kadar net bir şekilde ortaya konabilmiş değil. Bu tür ödemelerin büyüklüğünün ne olması gerektiği ortaya koyulamazken insanlar neden ödenen paraların büyük olduğu konusunda hemfikirdirler?

İnsan davranışlarının, şirketlerin üst düzey yöneticilerine ödenen yüksek primlere olan tepkisel doğasının nereden kaynaklandığına geçmeden önce bu tartışmaların ilk kez filizlendiği 2003 yılına gidelim. New York Borsasının (NYSE) mimarı Richard Grasso’nun hikayesine.

11 Eylül saldırıları sonrası borsayı işleme açma başarısıyla tanınan Richard Grasso, 36 yıl NYSE’ye hizmet etmiş ve emeklilik günlerini beklemekteydi. New York Borsasını dünyanın en büyük borsası haline getiren Grasso, kendi kendini düzenleyen bir organizasyon yapısı oluşturarak çarpıcı bir başarı modeli ortaya koymuştu. Kar amacı olmayan bir kuruluşu kar eder hale getirmişti ve artık gönül rahatlığıyla emekli olabilirdi. Fakat o ana kadar göz ardı edilen bir ayrıntı bir anda her şeyi altüst etmişti. Şirketin Grasso’ya ödeyeceği emekli ikramiyesi yaklaşık 140 milyon dolardı. Bu rakamı duyan kamuoyunun öfkesi yatıştırılamaz noktaya gelmişti. Tepkiler çığ gibi büyümüştü. Grasso daha fazla dayanamayarak istifasını vermek zorunda kalmıştı.

İnsanlar neden tepki göstermişlerdi? Parayı ödeyecek olan bir şirketti ve halkın parasını da ödemiyordu. Grasso’ya daha az ödenmesi aradaki farkın halkın cebine gireceği anlamı da taşımıyordu. Peki öyleyse halk neden galeyana gelmişti?

Bunun yanıtı ültimatom oyunu olarak da bilinen bir sosyal psikoloji deneyinde saklıdır. Deney oldukça basittir. Deneye katılan iki kişiden birine bir miktar para verilir. Parayı alan, deneye katılan diğer kişiye paranın belli bir kısmını vermeyi teklif eder. Eğer ikinci kişi yapılan teklifi kabul ederse parayı teklif edilen şekilde paylaşırlar. Eğer teklifi kabul etmezse her ikisi de hiçbir şey alamaz.

Basit bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki A’ya 100 dolar verilsin. A’da B’ye 30 dolarını vermeyi teklif etsin. Bu durumda A 70 dolar, B 30 dolar alacaktır. B’nin yapması gereken teklifi kabul ya da ret etmektir. Kabul ederse 30 dolar alacak, ret ederse her ikisi de hiçbir şey alamayacaklardır. Siz olsaydınız böyle bir durumda ne karar verirdiniz?

Bu soruda iki karar verilmek zorunda. Öncelikle A ne kadar teklif edeceğine karar vermeli. B ise kabul edip etmeyeceğine. Dünya üzerinde birçok ülkede yapılan araştırmalarda A’nın 30-50 dolar arasında teklif ettiği görülmüştür. Bu birinci karar. İkinci karar ise B’nin kabul edip etmeyeceği. Yine yapılan araştırmalarda hemen hemen tüm katılanlar 20 doların altındaki teklifi ret etmişlerdir. Bu sonuç ilk planda mantıklı gibi görünse de büyük bir yanılsama içermektedir. Çünkü bu oyunda oyuncular aslında kendileri için maddi bakımdan en iyi olanı seçmemektedirler. Nasıl mı?

Diyelim ki A’nın teklifi sıfır dolar. Yani paranın tamamını kendisi almak istiyor. B’nin vereceği en rasyonel karar kabul etmek olmalıdır. Çünkü zaten B’nin herhangi bir pazarlık şansı bulunmuyor. Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde 20 doların altındaki tekliflerin kabul edilmemesi oldukça büyük bir irrasyonellik içermektedir. Peki deneye katılanlar o anda ne düşünmektedirler?

Öncelikle düşündükleri şey şudur. İdeal bir dünyada herkes hakkı olan parayı almalıdır. Bu nedenle bölüşümün eşit olması idealdir. Ama B’nin pazarlık şansı yoktur. Tıpkı Grasso’ya tepki gösteren kamuoyu gibi. Bu durumda da başarı ile ödül arasında makul bir ilişkinin varlığı aranır. Grasso gittikten sonra borsanın batacak hali bulunmuyorsa bu tutar fazladır.

Halkın Grasso’ya ödenecek tutara itirazının arkasındaki düşünce budur. Fakat insan ruhunun derinliklerinde bu düşünceyi tetikleyen daha etkili başka bir düşünce daha vardır. O da şudur. Kendiniz maddi bir yarar sağlamasanız da kötü bir davranışı cezalandırmak istersiniz. İşte burada cezalandırılan Grasso’ya ödenen tutarın yüksekliğidir.

Hiç yorum yok: