31 Aralık 2016 Cumartesi

Kamyon yazıları ile 2016'nın en önemli ekonomik gelişmeleri!

2016 yılı ile birlikte birçok önemli ekonomik gelişmeyi de geride bırakıyoruz. Eğer, "ben ekonomik gelişmeleri kaçırdım, kısa bir özet geçerseniz iyi olur" diyen varsa, aşağıda 2016 yılının kısa bir özetini sunuyoruz. O kadar gelişme, rapor, olay ve analiz nasıl özetlenir diyorsanız elbette ki kamyon arkası yazılar ile. Kamyon arkası yazıları ile 2016 yılının kısa bir özetini öğrenmek istiyorsanız başlıyoruz.

Kamyon yazıları ile 2016'nın en önemli ekonomik gelişmeleri:

Ocak
Rusya, Türk şirketlerinin yatırım iznini kaldırdı.
"Otopsi istiyorum, hayallerim eceliyle ölmüş olamaz."
Fed, faiz oranlarını değiştirmediğini açıkladı.
"Şimdi frene bassam ne b.k yiyeceksin."

Şubat
Dolar 3 lirayı aştı.
"İşte öyle bakarsın."
Fed Başkanı Kongrede konuştu, faiz arttırımında belirsizlikler olduğunu söyledi.
"Masal kitabı gibisin, okuması çok güzel, inanması çok güç."

Mart
Borsa 83.000'i aştı.
"Uçmuyorsak Newton'a olan saygımızdan."
Finansal astrolog Hande kazanova ekonomik krizin yakınlaştığını söyledi.
"Ekonomik kriz ne zaman başlayacak bilmiyorum ama inşallah Diriliş-Ertuğrul ile aynı saate denk gelmez."

Nisan
Merkez Bankası başkanı değişti.
"Dümende iyisin ama yanlış gemidesin."
IMF, büyüme beklentimizi yukarı yönlü revize etti.
"Sarı kızın nazına, Gencebay'ın sazına, IMF'nin ara gazına hiç dayanamam."

Mayıs
Merkez, faiz koridorunun üst bandını yarım puan indirdi.
"Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık, onlar müsait bir yerde kendileri indiler."

Haziran
İngiltere, Avrupa Birliğinden ayrılma kararı aldı, euro'da dalgalanma başladı.
"Sen dalgana bak güzelim, ben frekansı ayarlarım."

Temmuz

S&P, notumuzu kırdı.
"Nerelisin?.. Yaralıyım, içinden."

Ağustos
Fitch, görünümümüzü durağandan negatife çevirdi.
"Eleştiriye açık, nasihata kapalıyız."

Eylül
İstanbul İkitelli'deki aşırı yağışlarda 100'e yakın araç su altında kaldı.
"Kasko yok, muska var."
Rusya ile sorunlar aşıldı, ilk charter seferi yapıldı.
"Kafam kadar güzelsin."

Ekim
Merkez faiz indirimlerini 7 ay sonra durdurdu.
"Güzel günler çok yakında demişlerdi, daha ne kadar gideceğiz?"
Kredi kartı ve tüketici kredilerinin taksit sayısı arttırıldı.
"Torpidonda asetonun yoksa güzelim, üzülme, ben mazotla da silerim."

Kasım

Ali koç kapitalizmi eleştirdi.
Şimdi bu kapitalizmi düzene mi sokayım, yoksa üzene mi?"

Aralık
Benzin fiyatları 5 lirayı geçti.
"Araba çaydır benzin şeker; bizim gibi adamlar çayı şekersiz içer."
Şangay beşlisinin AB'nin alternatifi olmadığı söylendi.
"O hayaller senle kuruldu, başkasıyla yaşanır mı?"
Yabancı yatırımlar %44 azaldı.
"Sellektör yapmanıza gerek yok, zamanı gelince alayınıza yol verecem."
TÜİK milli gelir hesaplama şeklini değiştirdi.
"Gittiğim yol yol değil de manzarası hoşuma gidiyor."
Mahfi Eğilmez'den 2017 falı: Küresel kriz daha kötüye gidecek.
"2017 krizini bilmem ama 2018 krizi kesin taş ve sopalarla olacak."
Fed faiz oranını arttırdı.
"Güvendiğim dağlara kar yağdıranlar, hazır olun kaymaya geliyorum."

Ekonominin de mutlu ettiği güzel bir yıl diliyoruz!

25 Aralık 2016 Pazar

2017'de piyasaları anlayabilmek için bilmeniz gereken 8 kavram!

Finansal piyasaların büyük çoğunluk tarafından ya anlaşılamadığı ya da yanlış anlaşıldığı bir yılı daha geride bırakıyoruz. Amerika'nın tarım dışı istihdam verisinden CDS'lere, Brezilya faiz oranından İtalya'nın dış borç seviyesine kadar finansal ekosistemin sınırlarını zorlayan haber akışlarını anlayabilmek için sahip olduğumuz tek yardımcılar okullardan yeni mezun parlak giyimli uzmanlar, teknik analiz ruhuyla ahaliye ayar veren "kaşarlar" ve milli gelir aslında şu idi, bütçe açığı gerçekte şöyle hesaplanırdı şeklinde yazılar yazan pastoral ekonomistler. Eldeki açacak bu olunca finansal piyasaların kavanozunu ancak kırarak açıyoruz. Peki bu durum 2017'de de devam edecek mi?

Ekonomiyi ve finansal piyasaları 2017'de gerçekten anlamak ve doğru yatırım kararları vermek istiyorsanız, ya da en azından bu karmaşık dünyanın dinamiklerini doğru yorumlamak istiyorsanız aşağıdaki kavramları ve düşünce hatalarını mutlaka bilmeniz gerekiyor. Aksi halde kavanozu yine kırarak açacaksınız.

2017'de piyasaları anlayabilmek için bilmeniz gereken 8 kavram!

1- Financial Porn (Finansal Porno)
Artık her yanımız rapor doldu. Her gün binlerce kurumdan gelen raporları okuyoruz. Okuyoruz da ne oluyor? Sansasyonel raporlar ile belli finansal ürünleri kısa vadeli yatırımcılara "kakalamaya" çalışanları ayırt edebiliyor muyuz? Kendi ekonomik ve finansal çıkarlarını empoze etmeye çalışanları fark edebiliyor muyuz? Üç kuruş tasarrufumuza göz diken fırsatçıları ayırt edebiliyor muyuz? Maalesef hayır. Ekonomi medyasının da finansal porno denilen bu rapor çılgınlığına alet olması küçük yatırımcılar için 2017'de de en büyük tehlike.

"Bugünkü haberlere bir bakalım: 2016'da en çok kazandıran 10 fon, 15 hisse, 20 varant, 50 kaportacı, 100 bobinajcı... Soralım öyleyse: Kime kazandırmış, ne kadar kazandırmış, nasıl kazandırmış? Yanıt muhtemelen şöyle olacaktır: Hmmm, aslında seks benim için ikinci planda kalır!"

2- Eisegesis
Bu grekçe kavram, kişinin bir metni kendi bakış açısına göre nasıl çarpıtarak okuduğunu ifade eder. Kendi fikri ve bakış açısından yorumlayarak aslında metinde yer almayan bir sonuca rahatlıkla ulaşır. Tamamen kişiseldir ve ulaşılan sonuç da genellikle yanlıştır.

"Haberlere yeniden bakalım: Kişi başına milli gelirimiz on bin dolara yaklaştı... Okuyucu: Dolar da her gün arttığına göre zenginleşiyoruz demektir. Paraya para demiycez böyle giderse."

3- Cherry Picking (Kiraz Toplama)
Savunduğumuz düşünceyi haklı çıkarmaya çalışırken sadece o argümanı destekleyen tarafları alıp karşı çıkabilecek olanları görmezden gelmeye çalışmak kiraz toplama yanılgısını ifade eder. İşine geleni almak diye de özetleyebiliriz. "Aslında gerçek islam bu değil..." şeklinde başlayan cümleler kiraz toplamanın en klasik örneğidir.

"Haberlere gidelim yeniden: Borsa 2017'de de favori yatırım aracı olacak... Bacanak, bak gazete bile yazıyor, borsa artacak diyor, arabayı satıp hisseye yatıralım. Tabi bacanak, bana bir adım atana ben on adım atarım."

4- Contextomy
Belli bir metni okuyup içinden kolayca anlaşılabilen bir deyişi metnin anlamı olarak algılamaya contextomy deniyor. On sayfa raporu, yüz sayfa kitabı tek bir aforizmaya indirgeme şeklinde cereyan eder genellikle. Finans dünyası bu düşünce şeklini bilgelik sansa da aslında yapılan şey bir konunun gereğinden fazla basitleştirilmesidir.

"Büyük yatırımcı Warren Buffet diyorsa doğrudur: Başkaları aç gözlü olduğunda kork ve geride dur, başkaları korktuğunda aç gözlü ol. Tamam da güzel kardeşim, Suriye'de, Irak'ta, Ruanda'da milyonlarca insan korkuyor, hatta çevrelerindeki ülkeler de korkuyor; ama senin oralarda hiç yatırımın yok, bizi işletmiyorsun değil mi?.. Şimdi Himmet'cim, 300 sayfalık kitaptan ancak bunu mu anladın; dikkat et de düdüklemesinler borsada."

5- Manomania (Saplantı)
Belli bir düşünceye saplantılı şekilde bağlı olmayı ifade eder. Hani Moby Dick'te Kaptan Ahab tek ayağını kaptırdığı halde balinanın peşine takılır ya, işte olan tam olarak budur. Teknik analizin kısa vadeli bakış açısıyla zengin olacağı düşünen yatırımcılar Kaptan Ahab'larımızdır. Aydınlanmalarındaki yanlışlığın saplantı temelli olduğunu bir türlü fark edemezler.

"Direnç 76.500, destek 76.000; yukarı yönlü kırarsa direnç 77.500, destek 77.000; oradan da kırarsa direnç 92.500, destek 92.000, ben oradan da kıracağını tahmin ediyorum... 73.000'e düştü, ne olacak şimdi?... Düzeltme geldi, panik yok, trend yukarı yönlü, 75.000'i kırarsa direk 90.000'e gider. At yalanı, öpeyim inananı!"

6- Truthiness

2005 yılının kelimesi seçilen truthiness bir olayın doğruluğunu, gerçekleri ve rasyonel gerekçeleri dikkate almadan hissederek ve içgüdüsel olarak anlamayı ifade eder. Eğitimi seviyesi düşük doğu toplumları için hayatın olmazsa olmazıdır.

"Amcaoğlu, senin hissenin tahtasını kapatmışlar. Hissediyorum, çok yükselecek o kağıt... Birader, çok düştü bu hisse. Yükseleceğine inanıyorum, sabrın sonu selamet..."

7- Weasel Words (Gelincik Sözleri)
Haberler, analizler ve yorumlardaki her çeşit anlamsız ifadeye gelincik sözü diyoruz. Gelinciklerin bir yumurtayı kırmadan yiyebilmelerinden türetilmiştir. Görünüşte yumurta vardır ama içi boştur.

"Ekonomi haberlerine yeniden bakalım: Uzmanlar uyarıyor. Uzman kim?.. Borsanın yükseleceği bekleniyor? Bekleyen kim?.. Piyasa aktörleri tedirgin. Kim o aktörler?.. Kurda güçlü artış. Güç ne demek?.. Arkadaş ne içtiyse aynından arkadaşlara da dağıtın!"

8- Half-truth (Yarım Doğru)
Bir düşüncenin sadece bir kısmını anlayarak tamamını anladığını sanma durumudur. 6 kör adam ve fil fıkrası bu durumu güzel özetler: 6 kör adamdan filin karnına dokunan duvar, dişine dokunan mızrak, hortumuna dokunan yılan, dizine dokunan ağaç, kulağına dokuna yelpaze ve kuyruğuna dokunan halat olduğunu söyler.

"Hemşerim, ben 30 yıldır borsa oynarım, sana şu kadarını söyleyeyim: Burası borsa kim kime korsa. Sakın hisse senedi alma... Hacı, filin neresine dokunmuşsun sen öyle; bir gülme aldı beni şimdi."

Özetle, 2017 yılında da yatırım yapmak ve para kazanmak yine zor olacak. En azından bu kavramları öğrenerek sistemin oyuncağı olmayın.

22 Aralık 2016 Perşembe

6 adımda tarihi gerçekleri saptırma kılavuzu!

Son günlerin popüler bilim dalı "çarpıktarih" olarak adlandırabileceğimiz tarihi saptırma. Tarihsel olayları, gerçekleri ya da şahsiyetleri çarpıtarak yeni bir tarih yaratmayı oldukça iyi başarıyoruz. Sokaktaki adam bile bu konuda artık uzman. Her türlü tarihi gerçeği birkaç saniyede çarpıtabilmeyi son derece başarılı şekilde yapıyoruz. Eğer hala yapamayanlar varsa aşağıdaki kılavuzu okuyarak bu konudaki eksikliklerini giderebilirler ve yeni "tarihbükücü"ler olarak sosyal medyada yerlerini alabilirler.

6 aşamalı kılavuzumuzu örnek bir olay üzerinden de uygulamalı olarak sunuyoruz. Böylece herkesin anlaması kolay olacak ve artık herkes tarihi kolayca çarpıtabilecek. Örnek olay olarak tekerleğin icadını kullanacağız.

6 adımda tarihi gerçekleri saptırma kılavuzu:

1- Efsane ve mitleri somut gerçek gibi görün!
Tarihi gerçekleri fazla önemsemeyin. Eğer o gerçeklerle ilgili doğruluğu kanıtlanmamış mitler ya da efsaneler varsa tarihi gerçekleri bir yana bırakın ve onları ön plana çıkarın.

"Tekerleği icat ettin de ne oldu; frensiz durabiliyor musun? Ama bak bizim Sümerli Türkler MÖ 3.500'de tekerlekli kızağı icat ettiklerinde fren sistemi de eklemişler."

2- Kanıtları görmezden gelin!

Mantıksal, bilimsel ya da tecrübeye dayalı kanıtları görmezden gelin. Sadece uydurduğunuz tarihsel hikayenin sanal gerçekliğine odaklanın.

"Tekerlek demir çağından en az 2.000 yıl önce bulunmuşmuş... Fren, motorlu araçlar içinmişmiş... Frenin olmamasının ne kadar hayata mal olduğunu biliyor musun, vicdansız."

3- Tarih görevdir, araştıma değil!
Tarihi, gerçeğe ulaşmanın bir yolu olarak değil, geçici dini ve politik ajandanızı desteklemesi için kullanın. Yani tarih bir araştırma alanı değil bir görev yeridir. Desteklediğiniz siyasi ve dini görüşleri savunma görevi için kullanılır.

"Tekerleğin bulunma zamanı manidardır. 2000 yıl sonra Anadolu'da demirciliğin başlanması beklenmemiştir. Beklenseydi, freni de bulurduk. Tekerleği erkenden bulanlar firenci terör örgütü üyesidir. (Kısaca fitö diyelim bundan sonra.)

4- Politik arenada işe yaramıyorsa tarih hikayedir!
Ahlaki ve politik arenada işe yaramayan, gücünüze güç katmayan tarih ancak hikayedir. Önemli olan tarihin sizin politik ve ahlaki gücünüze güç katmasıdır.

"Geçin kardeşim, geçin! Tekerlekmiş de, buluşmuş da; fitöcülük yapma! Sen yol yaptın mı onu söyle! Hadi buldun tekerleği, yol yoksa nerede gideceksin?"

5- Tarihsel belgeleri görmezden gelin!
Politik ve ahlaki görüşünüze uygun belgeleri ciddiye alın; geri kalanları görmezden gelin.

"18.yüzyılda kauçuk Avrupa'ya ulaşmışmış da, havasız lastikler 1881'de Londra'da taksilerde kullanılmaya başlamış da... Geç onu kardeşim, dingile gel. Dingili biz bulmasak ne yapacaklardı acaba, dingil herif!"

6- Suçlayacak hayali insan grupları yaratın!
Tarihi saptırmanın en kritik aşaması burasıdır. Politik ya da dini görüşünüzü sevmeyenler savunduğunuz tarihe de karşı çıkacaklardır. Bunlar ateistler, komünistler ya da gayler olabilirler. Ama siz yılmayın ve onlara karşı hemen taarruza geçin.

"Ne demek tekerlek MÖ 3.500'de bulundu. Freni bulabildin mi, yol yapabildin mi onu söyle? Tekerleğin icadını başarı olarak yutturumazsın, Fitöcülük yapma!"

Yukarıdaki kılavuzu yazar Robert Todd Carroll'un Pseudohistory (sözdetarih) adlı çalışmasından derledik. Detaylarını merak edenler oradan öğrenebilirler. Biz Mark Twain ile son noktaya koyalım: "Başka insanın bilgisindense kendi bilgisizliğimi yeğlerim. Çünkü onda olandan bende zaten çok var."

18 Aralık 2016 Pazar

5 adımda ekonomik sorunları nasıl çözüyoruz?

Büyüme rakamlarını çalışarak yükseltemediğimiz için rakamların ruhuna üfleyerek değiştirme yoluna gitmemiz iş yapma ve problem çözme modelimizi bir kere daha gündeme getirdi. Birkaç gündür dünya basınında bu konuyu anlatan yazılar görüyoruz. İş ve başarı modelimizin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Ekonominin nasıl büyüdüğünden yola çıkarak iş yapma şeklimizi sorguluyorlar ve ekonomik sorunları nasıl çözdüğümüzü anlamaya çalışıyorlar. Muhtemelen anlayamayacaklar. Öyleyse bunu kendilerine anlatmak yine iRRasyonel'e düşüyor.

5 adımda ekonomik sorunları nasıl çözüyoruz?

1- Başarılacak bir iş yaratmak
Kendimize iş edinmeyi ve sonra da o işi başarmayı seven insanlara sahibiz. İnsan gücümüz yeterli olunca geriye başarılacak bir iş bulmak kalıyor. Dünyayı sosyal medyadan her saniye izlediğimiz için başarılacak işleri bulmak da zor olmuyor. PISA sınavında başarılı olmak için eğitim seviyesini yükseltmek, yabancı yatırımcı çekmek için büyüme oranlarını arttırmak, tüketimi çoğaltmak için enflasyon oranlarını azaltmak, teknolojiyi geliştirerek dünyaya kafa tutmak gibi değişik işleri kendimize hedef koymamız hiç zor olmuyor. Ardından da hemen çalışmaya başlıyoruz.

2- Bu iş benim işim değil

İşi tanımladıktan sonra sıra görevlendirmeye geliyor. Acaba bu işi kim yapacak? Çok şükür, bu konuda dünyaya kafa tutacak bir rekabet gücümüz var. İşi kimin yapacağını ya da kimin yapmayacağını hemen belirleyebiliyoruz. Ne Mars'ta 2026 yılında yaşam alanı kurmak isteyen Elon Mask ne de 2017 itibariyle tamamen yenilenebilir enerjiyle çalışacağını söyleyen Google bu konuda bizimle yarışabilir. Görevlendirmeyi nasıl mı yapıyoruz? Aynen şöyle: "Bu iş benim işim değil, herkesin yapabileceği bir iş, öyleyse herhangi biri bu işi yapabilir."

3- İşin yapılacağından emin olmak
Hedefi belirledik ve görevlendirmeyi yaptık. İşimiz bundan sonra oldukça kolay. Artık üçüncü aşamaya geçebiliriz. Bu aşama dünyada bir tek bizde var. Üçüncü aşamamız şudur: "Herkes, birisinin o işi yapacağından emindir." Amerikalılar hala Google'ın yenilebilir enerjiye geçişinden ya da Elon Mask'ın Mars'ta hayat kurabileceğinden derin şüphe duyarlarken bizde durum oldukça farklıdır. Herkes başarıdan emindir. Psikologların bile henüz açıklayamadığı bu iç rahatlığı sadece bize özgüdür. Ondan dolayıdır ki, acaba bu işe başlandı mı, iş ilerliyor mu, çözülmesi gereken sorunlarla karşılaşıldı mı, başarısızlık ihtimali var mı gibi hususlar aklımıza hiç gelmez.

4- İşin yapılmadığını öğrenince çok sinirlenmek

Herkes birisinin o işi yapacağından emindi. Üstelik herhangi birinin yapacağı bir işti ama hiç kimse yapmamıştı. Üstelik hiç kimse bana daha önce bilgi vermemişti ve ben olayı facebook'ta son yediğim yemeğin fotoğrafını paylaşırken öğreniyordum. Şimdi ben kızmayayım da kim kızsın? Sanki Mars'ta koloni kurun, ya da İstanbul'un elektriğini güneşten temin edin dedik. Yazıklar olsun!

5- Suçlayacak birini bulmak

Görüldüğü üzere, hiç kimse herhangi birinin bu işe başlamadığını ve işi hiç kimsenin yapmadığını fark edememişti. Herhangi birinin yapabileceği bir işi hiç kimse yapmadığına göre herkesin suçlayacak birisini bulması hiç zor olmayacaktır. İşte, beşinci ve son aşama budur. Olan olmuş ve fatura hepimize kesilmiştir. Öyleyse bizde gerekeni yaparız. Sosyal medyanın başına geçip o son twit'i atarız: "Sorumluları kınıyorum!"

Bir ekonomik sorunu nasıl çözdüğümüzü hala anlamayan yabancılar varsa kısaca yeniden özetleyelim: Bizde tüm işleri herkes, herhangi biri, birisi ve hiç kimse yapar. Sorumlu ararsan bulamazsın.

13 Aralık 2016 Salı

PISA sınavında başarısız olan ülkelerin gelecekteki vatandaş profili!

PISA sınavındaki başarısız sonuçlarımız bir süredir eleştiri odağında. Çocuklarımızın bu sınavda düşük puan alması geleceğimiz açısından endişeleri arttırıyor. Bilim, sanat, teknoloji, edebiyat gibi alanlarda gelecekte başarısız olma riskimizin yüksek olduğu söyleniyor. Dünyanın gerisinde kalacağımızdan korkuluyor. PISA sınavı, gelecek açısından tüm dünyada önemli bir gösterge sayıldığından insan endişeleniyor elbette. Fakat yetkililer PISA skorlarınının düşük olduğu ülkelerin çocuklarının gelecekte nasıl kişilikler olacağı üzerine yeterli ayrıntıyı verebilmiş değiller. Hal böyle olunca iş yine iRRasyonel'e düşüyor. Ne dersiniz, sizce PISA sınavında düşük not alan ülkelerin gelecekteki vatandaş profili nasıl olacak?

Enformasyon şelaleleri altında ezilmeden kavramsal düşünebilme ve analiz edebilme yeteneği gelişmemiş her toplumda vatandaş profili nasılsa öyle olacak şüphesiz. Nasıl mı?

PISA sınavında başarısız olan ülkelerin gelecekteki vatandaş profili:

1- Sheeple
PISA sınavında başarısız olan toplumların gelecekteki vatandaş profilinin ilk özelliği hiç şüphesiz "sheeple" olmalarıdır. İngiliz gazeteci W.R.Anderson'un 1945 yılında yarattığı bu kavram ingilizce sheep (koyun) ve people (halk) kavramlarının birleşik kısaltmasıdır. Bir sürü hayvanı gibi kolayca yönlendirilebilen bu insan tipi, yeterli analizi yapmadan sırf belli bir gruptaki insanlar o şekilde düşünüyor diye onlar gibi düşünüp hareket ederler. "Amaan, sürü psikolojisi şekerim, bilmez miyim ayol; yalnız o son dubleyi içmeyecektim!"

2- Infobesity
İkinci kişilik özelliğimiz "infobesity". Yazar Bertram Gross'un 1964 yılında yarattığı bu kavram ingilizce information (bilgi) ve obesity (şişmanlık hastalığı) kavramlarının birleşik kısaltmasıdır. Bir sisteme yüklenen bilgi onun işleme kapasitesinden fazlaysa infobesity ortaya çıkıyor. Yani kişiler, edindikleri bilgileri zihinleri vasıtasıyla işleyip karar vereceklerinden, eğer zihinleri soyut düşünme ve kavrama yeteneğine sahip değilse başarısız olacaklar ve hatalı kararlar vereceklerdir. "Ay şekerim, o değil de hala akşamdan kalmayım; kafam olmuş bi milyon zaten, başlıycam infona da, sana da..."

3- Kullanışlı avanak
Politik dile "useful idiot" olarak giren bu kişilik özelliği, gerçek amacının ne olduğunun farkında olmadan bir dava uğrunda aptalça mücadele edenler için kullanılır. Onlar gerçek amacını bilmedikleri bir dava için tüm güçleriyle samimiyet içinde mücadele ederken, onları yönetenler bu kavramı kullarak onları tanımlarlar ve sonra da kıskıs gülerler. Konunun örneklerine insanlık tarihi boyunca çokça rastladığınızdan hayvanlar dünyasından bir örnekle geçiştirelim. Arkadaşını kaplanlar yerken eblek eblek bakan geyik bu büyük insanlık ayıbımızı attığımız günah keçisi olsun öyleyse. "Yok şekerim, aramızda bir şey olmadı, öpüştük sadece!"

4- Yanlış bilgilendirilen seçmen
1990'larda popüler olan yanlış bilgilendirilen seçmen (misinformation voter) kavramı, oy verdiği konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ya da hatalı bilgi ile hareket eden seçmenler için kullanılıyor. Mesela oy verirken şöyle düşünüyor: Obama çok elitist, golf oynayıp rüzgar sörfü yapıyor; ama Clinton bizden biri, McDonald's yiyor, ona oy vereceğim. "Ah şekerim, çok efendi çocuk, sarhoş olup koltuğa yıkılınca beni hiç yalnız bırakmadı, hep yanımdaydı!"

5- Slacktivist

İlk kez 1995'te D.Ozard tarafından kullanılan bu kavram slacker (tembel) ve activist (eylemci) sözcüklerinin birleşik kısaltmasıdır. İnsanların kendilerini iyi hissetmek ve kişisel olarak bir şey yapma tatminlerini sağlamak amacıyla yaptıkları pasif eylemleri ifade eder. Bilinen örnekleri, yas tuttuğu zamanlar facebook'taki profil resmini siyah kurdele yapmak, milli bayramlarda ise bayrak yapmaktır. Twitter başında memleket kurtaran insan tipidir. "Goygoyculuk" diye tercümesi de mümkündür herhalde. "Ah şekerim, verilmiş sadakam varmış, keşke her şey başka türlü gelişseydi!"

Özetle yeniden söyleyelim. Düşünmeyi bilmeyen kişilerle dalga geçerken kullandığımız o söz maalesef çok önemli: Eğitim şart!

10 Aralık 2016 Cumartesi

Dolarını bozan adamın zamanında dolar almasının 5 nedeni!

Vatandaşların dolarlarını bozdurma yarışı içine girdikleri bir dönemdeyiz. Yeterince getiri elde ettikleri dolarlarını kur savaşında vatanını korumak için satıyorlar. Dolarını bozan kahraman olduğunu düşünüyor. Madem doları satarak vatan korunuyormuş, ben bu doları neden aldım öyleyse diye kendine soran tek bir "dolarbozar" görmüş değiliz. Öyleyse asıl cevaplamamız gereken soru şu değil mi: Her şey iyi güzel de, bu "dolarbozar"lar bu kadar vatan sevgisi içindeyse eğer, zamanında bu dolarları neden aldılar öyleyse?

İşte, bugüne kadar cevabı verilememiş bu soruyu yanıtlama görevi yine iRRasyonel'e düşmüş görünüyor. Öyleyse hep birlikte yanıtı bulmaya çalışalım.

Dolarlarını bozan adamın zamanında dolar almasının 5 nedeni:

1- Rasyonel cehalet!
Bir bilginin maliyeti o bilginin sağladığı faydadan yüksekse kişiler bilinçli olarak cehaleti tercih ederler. Örnek olayımızda da niye dolar aldın sorusuna yanıt vermenin maliyeti doları bozdurmanın sağladığı faydadan yüksektir. Çünkü eğer bu soruya yanıt verebilse ömür boyu dolar almayacak ve doğal olarak da ömür boyu dolar kurunun artışından fayda sağlayamayacaktır. İlk kez ekonomist Anthony Downs'un kullandığı rasyonel cehalet (rational ignorance) kavramına göre bu kişilerin yapacakları dolarları hemen bozmak ve uygun ortamı bulunca yeniden almaktır.

2- Ludic yanılgısı!
Diyelim ki bir para 99 kere havaya atıldı ve yazı geldi. Şimdi bir kere daha atılıyor ve size soruluyor: "Yazı mı, tura mı?" Eğer biraz istatistik bilen üniversite okumuş biriyseniz hemen şöyle düşünürsünüz: "Önceki atışlar sonucu etkilemez, yazı ve tura gelme olasılıkları eşit." Ama eğer bu topraklarda ticaret yapmış ince zekalı bir çomarsanız şöyle düşünürsünüz: "Oğlum bu para da kesin hata var, 99 kez nasıl yazı gelir; evi arabayı sat yazı de!" İşte, N.Taleb'in Ludic yanılgısını çözen birçok kişi, bu dolar nasıl bir şeyse hep yükseliyor, o zaman dolar alalım demiş kişilerdir. Yani bizimkiler Ludic yanılgısını yemezler.

3- Limon problemi!
2001'de Akerlof, Spence ve Stiglitz adındaki üç ekonomiste Nobel ödülü kazandıran Limon Problemi basitçe şunu söyler: İkinci el araba almak isteyen birine, aynı modelin, fiyatı 40.000 TL ve 50.000 TL olan iki örneğini sunarsanız şöyle düşünür: "İkisi de aynı araba, demek ki ortalama fiyat 45.000 TL; o zaman neden 50.000 TL vereyim ki, 40.000 TL olanını alırım." Tabi, kişinin bilmediği şey 40.000 TL fiyatındaki arabanın motorunun kusurlu olduğu gerçeğidir. Limon problemi çıktı çıkalı asimetrik bilgiyi herkes öğrenmiş ve artık kusurlu arabaları satmak zorlaşmıştır. Fakat bizim çomarlar çözümü zor limon problemini bile çözmüşlerdir. Nasıl mı: "Doktordan çok temiz; bayandan az kullanılmış!.." İşte, dolar alan kişi de asimetrik bilgi hatasına düşmez ve doların limon problemini kolaylıkla çözer: "80 milyon dolara uçak alınıyorsa, bu dolar düşmez, en iyisi ben yine dolar alayım!"

4- Red Herring yanılgısı!
Belli bir konuya yönelik soruya konuyu saptırarak cevap verme şeklinde cereyan eden bir düşünce hatasıdır. Madem vatanını seviyordun neden dolar aldın sorusuna yanıt vermeyip yüksek fiyattan bozduğu dolarları ile Emin Çapa'ya laf yetiştiren kişinin düştüğü durum tam olarak budur. Red Herring (kırmızı sazan) probleminin çözümünü de sizden öğrenecek değiliz.

5- Wicked problemi!
H.Rittel'in wicked problemi basitçe şöyledir: Problem ve yanıtının kesin olarak tanımlanamadığı durumlarda çözümü doğru ve yanlış diye değil de iyi ve kötü diye eleştirebiliriz. Ekonomiyi kurtarmanın kesin çözümünün cebindeki yüz doları bozmak olduğunu düşünen vatandaşı düşünelim. Kendisinden son derece emindir ve 100 doları bozunca ekonomi kurtulacaktır. Eğer 100 dolar satmak ekonomiyi kurtarıyorsa o doları alırken ekonominin batacağını da hesaplamıştır öyleyse. Valla, korkulur senden!

Özetle, dolarını bozarak ekonomiyi kurtardıklarını düşünenlerin öncelikle yanıtlamaları gereken soru neden dolar aldıklarıdır. Bu yanıt verilmediği sürece ortalık yatışınca yine dolar almaya devam edecekleri açıktır.

Hayatı boyunca vatanını sevdiği için 1 dolar satın almadığından bozacak dolar bulamayan milyonlarca vatansever insan yine olan biteni anlamaya çalışırken, daha çok kazanırım diye dolar alan kişilerin dolarlarının bir kısmını satarak kendini kahraman ilan ettikleri günlerden geçiyoruz. Mark Twain'in mahur makamındaki deyişi ile son noktayı koyalım: "Bir ulusun hurafelerini yaratan ben olayım, kanunlarını kimin yaptığı umurumda olmaz."


6 Aralık 2016 Salı

Merkez Bankası ile Sifonu ayırt edemeyen ekonomi yorumcusu!

Piyasa analist ve ekonomi yorumcusu bolluğundan geçilmiyor. Artık herkes piyasa uzmanı. Ekonomist olma yolunda tam bir gönüllü çılgınlığı yaşanıyor ülkede. Amatörleri eleştirirken profesyonellerin de büyük bir yanılgı içinde olduklarını görüyoruz. Neredeyse yorum yapanların %90'ı ekonomiden anlamıyor. Peki siz ekonomiden anlıyor musunuz?

Acaba ben ekonomiden anlayan bir yorumcu muyum, yoksa laf ebeliği yaban çılgın bir gönüllü müyüm diye merak ediyorsanız, aşağıdaki düşünce deneyini sizler için hazırladık. Maddeleri okuyarak düşünce hatalarınızı ortadan kaldırabilir ve gerçek bir ekonomi yorumcusu olabilirsiniz.

Düşünce deneyimizi merkez bankası örneği üzerinden yapacağız. Gerçek bir ekonomi yorumcusunun düşmemesi gereken düşünce hatalarının nasıl yapıldığını merkez bankasını kullanarak açıklamaya çalışacağız.

1- Basit modelleri ne kadar anlıyoruz?
Hani Einstein diyor ya, "Her şey olabildiği kadar kolay olmalı ama basit değil" diye. İşte, ekonomi ve finansal piyasaların basitçe nasıl çalıştığını kavrayabilmemiz gerekiyor. Ama bu kavrayış olması gerekenden daha basit olmamalı. Merkez Bankasının aşağıda yer alan tanımından kolaylık ve basitlik arasındaki ince çizgiyi fark edebilmeniz gerekiyor:

"Herhangi bir güce gerek duymaksızın, likiditeyi bir yerden başka bir yere aktarmaya yarayan iki yönlü mekanizmaya merkez bankası diyoruz."

2- Sistemin kavramlarına ne kadar aşinayız?
Merkez bankası gibi karmaşık bir sistemin yüzeysel unsurlarına, kavramlarına ve kelime hazinesine aşina olmamız gerekir. Kavramları, unsurları ya da işleyişi biliyor olmanız konuyu bildiğiniz anlamına gelmez. Merkez bankasının kasasını, likiditeyi, işleyişi, rezerv eksikliğini bilmeniz gerekir. Aşağıdaki açıklamayı anladıysanız biliyorsunuz demektir:

"Kasasının likidite ile dolu olması durumunda kötü kokuların ortaya çıkmasına engel olur."


3- Sistemin karmaşasına ne kadar hakimiz?
Finansal piyasalar gibi karmaşık bir sistemin bütününü anlamaya yeten işaretleri bilmemiz gerekir. En azından deterministik bir sorgulayıcı bakış açısına sahip olmalıyız. Merkez bankasıyla ilgili aşağıdaki açıklamayı anlamlandırabildiyseniz bu aşamayı da geçtiniz demektir:

"Dünyayı çevreleyen havanın basıncı olduğu gibi, likidite de tıpkı bir barometre borusunda civa sütununun yükselmesi gibi yükselmeye çalışır."

4- Anlık bilgi akışını kavrayabiliyor muyuz?

Piyasalardaki anlık haber, veri ve bilgi akışının yüksek hızına yetişebiliyor olmamız gerekiyor. Ama bu paradoksal bir durumdur. Piyasa değişikliklerini yakından izlemek genellikle derin bilgi eksikliğini gizler. Tarih boyunca yatırımcılar anlık verileri doğru anlayabilselerdi balonlar ve krizlerin oluşmayacağını tüm ekonomi yorumcuları biliyordur mutlaka. Öyleyse aşağıdaki açıklamayı da anlamış olmalısınız:

"Her iki yönü açık mekanizmaların diğer ucunda da likiditeyi geri itmeye çalışan benzer bir basınç vardır."

5- Niçin değil nasıl çalıştığını biliyor muyuz?
Piyasaların sadece sınırlı bir kısmına odaklanmak zihinsel bir sürecin faydalı bir yan ürünü olabileceği gibi zararlı bir çıktısı da olabilir. Merkez bankasının niçin piyasalara müdahale ettiğini bilmek önemlidir elbette ama PPK'nın nasıl çalıştığını, repo-ters repo piyasasının nasıl işlediğini, geç reeskont penceresinin nasıl çalıştığını bilmek de önemlidir. Bunları biliyorsanız aşağıdaki ifadeyi de anlamışsınız demektir:

"Eğer işe karışan başka bir mekanizma olmasaydı likidite ne içeri ne de dışarı yönlü akmazdı. O nedenle her iki tarafın basınçları eşit olur."

6- Değişim körlüğüne sahip miyiz?
İnsanlar gerçekte nadiren fark ettikleri değişiklikleri normalde fark edeceklerini düşünürler. Bir piyasada balonların şiştiğini her ekonomi yorumcusu rahatlıkla görebildiğini sanır ama nedense hiçbir zaman göremez. Eğer değişim körlüğüne sahip bir ekonomi yorumcusu değilseniz aşağıdaki ifadeden bu düşünce deneyinde bir tuhaflık olduğunu fark etmişsiniz demektir:

"Likiditeyi pompalamaya yarayan basınç, toplamaya yarayan basınçtan her zaman daha güçlüdür."


Testimiz burada sona erdi. Eğer testi geçtiğinizi düşünüyorsanız bu altı düşünce hatasına düşmediniz ve merkez bankası ile ilgili yazdığımız ifadeleri tam olarak anlamışsınız demektir. Şimdi bu ifadeleri yeniden okuyalım:

"Herhangi bir güce gerek duymaksızın, likiditeyi bir yerden başka bir yere aktarmaya yarayan iki yönlü mekanizmaya merkez bankası diyoruz. Kasasının likidite ile dolu olması durumunda kötü kokuların ortaya çıkmasına engel olur. Dünyayı çevreleyen havanın basıncı olduğu gibi, likidite de tıpkı bir barometre borusunda civa sütununun yükselmesi gibi yükselmeye çalışır. Her iki yönü açık mekanizmaların diğer ucunda da likiditeyi geri itmeye çalışan benzer bir basınç vardır. Eğer işe karışan başka bir mekanizma olmasaydı likidite ne içeri ne de dışarı yönlü akmazdı. O nedenle her iki tarafın basınçları eşit olur. Likiditeyi pompalamaya yarayan basınç, toplamaya yarayan basınçtan her zaman daha güçlüdür."


Merkez bankasının çalışma prensipleri ile ilgili olarak yukarıda yer alan açıklamalarda küçük bir muziplik var aslında. Bu metin merkez bankasının nasıl çalıştığı ile ilgili bir kaynaktan alınmadı. Metinde yer alan "likidite" sözcüğünün yerine eş anlamlısı sayılabilecek "su" sözcüğünü koyarsanız metnin nereden alındığı ortaya çıkacaktır.

Eğer ekonomi yorumcularımız yukarıda yer alan altı düşünce hatasını yapmamış olsalardı, açıklamaların merkez bankası hakkında olmadığını anlayacaklardı. Likidite sözcüğü yerine su sözcüğünü koyarsanız açıklamaların ne hakkında olduğu ortaya çıkacaktır: Sifon!

(Yukarıda yer alan metin sifonun nasıl çalıştığı ile ilgili bir broşürden alınmıştır.)

Gün boyu televizyonda, gazetede, orda burda ahkam kesen ekonomi yorumcusu kardeşim; daha merkez bankası ile sifonu ayırt edemiyorsun; kalkmışsın bir de ekonomi yorumu yapıyorsun. Hastayım sana!

5 Aralık 2016 Pazartesi

Doları düşürmek için değiştirilmesi gereken 10 yasa!

Doların yükselişine bir türlü dur diyemiyoruz. Tüm çabalara rağmen istenilen düşüş hala gerçekleşmedi. Berberin bile Bretton Woods ruhuyla mücadele ettiği kur savaşı bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor. Peki, sizce kur neden düşmüyor?

Yaptığımız araştırmalar sonucu doların mevcut yasalar nedeniyle düşmediği sonucuna ulaştık. Evrensel olguları savunan bu yasalar sanıyoruz doların düşüşünün önündeki en önemli engel. Galiba bu yasalar var olduğu sürece doları düşürmemiz zor olacak. O nedenle tüm yasa koyucuları göreve davet ediyoruz.

Doları düşürmek için değiştirilmesi gereken 10 yasa:

1- Hofstadter Yasası
Yazar Douglas Hofstadter, "Gödel, Escher, Bach" adlı baş yapıtında bu yasayı şöyle tanımlar:
"Hofstadter yasasını göz önüne alsan da beklenenden daha fazla zaman alır."
Hani diyor ya eşşek sudan gelinceye kadar, işte Hofstadter'in de anlatmak istediği tam olarak budur. Bu yasaya göre, bu yasayı da göz önüne alsak, kurun düşmesi beklenenden daha fazla zaman alacak.

2- Betteridge Yasası

İngiliz Teknoloji Gazetecisi Ian Betteridge yasayı şöyle tanımlıyor:
"Eğer bir gazetede soru işareti ile biten bir başlık görürsen cevabı hayırdır."
Mesela "Aids'e çare mi bulundu?" "Fenerbahçe bu yıl şampiyon olabilecek mi?" gibi gazete manşetleri görürsen cevabın hayır olduğunu anlaman için yazının tamamını okumana gerek yoktur der bu yasa. Peki ya, "Dolar kuru acaba düşecek mi?" gibi bir başlık görürsen cevap ne olur sizce?

3- Clarke'ın Üç Yasası
İngiliz bilim kurgu yazarı Sir Arthur C.Clark, üç yasasından birincisini, "Hazards of Prophecy" adlı makalesinde şöyle tanımlar:
"Başarılı bir bilim insanı bir şeyin mümkün olduğunu söylüyorsa çok büyük ihtimalle haklıdır; bir şeyin imkansız olduğunu söylüyorsa muhtemelen yanılıyordur."
Birçok ekonomist ve analist, doların yükselişinin mevcut ekonomik şartlar nedeniyle mümkün olduğunu söylüyorlarsa haklıdırlar. Doların yükselmesi imkansızdır demiş olsalardı yanılıyor olacaklardı.

4- Gall Yasası
Amerikalı yazar John Gall "General Systemantics" adlı kitabında yasayı şöyle özetler:
"Her karmaşık sistem basit bir sistemden türemiştir. Karmaşık bir sistemi anlamak istiyorsan onu oluşturan küçük sistemlerden başlamalısın."
Gall yasası şöyle de yorumlanabilir: Kur gibi karmaşık sistemler basit sistemlerden oluşur. Mesela dolar kurunu düşürmek istiyorsan ihracatı arttırmak, cari açığı düşürmek, dış borcu azaltmak gibi küçük sistemlerden işe başlayabilirsin.

5- Goodhart Yasası
Ekonomist Charles Goodhart yasayı şöyle tanımlar:
"Eğer bir gösterge hedef oluyorsa, o gösterge sorunun iyi bir göstergesi olmaktan çıkar."
Daha açık söylersek, dolar kurunu ekonominin temel göstergesi haline getirirsek, birçok göstergeyi gözden kaçırırız ve sonuçta dolar kuru da önemli bir gösterge olmaktan çıkar. Son dönemlerde dolar kurunu düşürmek amacıyla satılan dolarların dolar rezervlerini nasıl erittiğini gözden kaçırdığımız gibi.

6- Grosch Yasası
Bilgisayar bilimcisi Herb Grosh'un yasası şöyledir:
"Bir şeyi 10 kat ucuza yapmak için 100 kat hızlı yapmalısın."
Ekonomiye uyarlarsak, doları düşürmek istiyorsan, ülkeye döviz girişlerinin öncekinden daha çok olması gerekir. Ama maalesef öyle değil.

7- Schneier Yasası
Şifre uzmanı Bruce Schneier yasayı şöyle tanımlar:
"Herhangi biri, nasıl kırılacağını bilemediği bir güvenlik sistemini rahatlıkla icat edebilir."
500 dolar bozduranı bedava traş eden dahi kardeşim, aynı işlemi 100 kaldıraçla forexte dolar/tl'de kısa pozisyon alarak yapsam bu uygulamadan yararlanabilir miyim?

8- Stein Yasası

Amerikalı ekonomist Herbert Stein'ın yasası şöyledir:
"Sonsuza kadar gitmeyecek bir trendi durdurmak için aksiyon almaya gerek yoktur; nasıl olsa duracaktır."
Ekonomist bile tasaya gerek yok, nasıl olsa bir gün duracak diyor. Yoksa durmaz diye mi endişeleniyoruz acaba?

9- Bayan Murphy Yasası
Murphy Yasasını bilmeyen yoktur herhalde: "İşler kötü gitmeye başladığında kötü gider." Peki ya Murphy şehir dışına çıktığında hangi yasa geçerli olacak? İşte, o zaman Bayan Murphy Yasasını kullanacağız:
"Bay Murphy şehir dışında olsa dahi işler kötü gitmeye başladığında kötü gider."
Bu yasa gerçekten ürpertici.

10- Dilbert Yasası
Dilbert'in yaratıcısı karikatürist Scott Adams yasayı şöyle açıklar:
"En ebleh elemanlar planlı bir şekilde, şirkete en az zarar verecekleri yere konuşlandırılır; yöneticiliğe terfi ettirilirler."
Yani demek istiyor ki, eğer bu makaleyi okuduysan, makaleyi al ve hemen patronun karşısına çık, sonra da şöyle de: "Şirketimizi döviz riski altında bırakan yasalar bunlardır. Acilen değiştirilmeleri gerekiyor!"

Mali işler müdürü yapmazlarsa ben de bir şey bilmiyorum!

4 Aralık 2016 Pazar

1 doların yanına yüz tane 0 koyarsan kaç dolar olur?

İlk, orta, lise ve yüksek tahsilini ve hatta iktisat doktorasını facebook görselleri ile tamamlamış geniş kitlelere elbette ki finansal krizin, ekonomik durgunluğun ya da doların neden yükseldiği gibi spesifik problemlerin yanıtlarını anlatmak zordur. Gerçek sebepleri anlatmak istediğiniz zaman ekonomi, finans, psikoloji, uluslararası ilişkiler, diplomasi, küresel finans, kumarhane kapitalizmi ve hatta pornofinans (financial porn kavramına atıfla) anlatmanız gerekir. Bunları da anlatamayacağınıza göre onların anlayabilecekleri kısım olan "dış mihraklar nedeniyle" açıklamasını yapar geçersiniz. Bir tarafın eşkıyası öteki tarafın özgürlük savaşçısıdır misali krizin sebebini anlamış olanlar ile anlamamış olanlar arasında savaş böylece başlar. Her iki taraf da karşı tarafı eşkıyalıkla suçlar ve mücadele sürer gider.

Uluslararası ilişkiler ve iktisat kitapları dış mihraklar gibi bir kavramı tanımlamadıkları için bu görev yine iRRasyonel'e düştü demektir. Yerel kaynaklarda da konuyla ilgili tatmin edici bir açıklama bulamadığımız için konuya anlamlı bir açıklama getirmek gerekiyor sanırız. Sahi, kimdir bu dış mihraklar ve nasıl çalışırlar?

Dünya televizyonculuk tarihinin bugün bile hala açıklığa kavuşturulamamış en gizemli olayı 10 Eylül 2001'de İngiltere'de yaşandı. "Who wants to be a millionnaire?" (ülkemizde "Kim 500 milyar ister?" adıyla yayınlanmıştı) adlı yarışma programında Charles Ingram'a 12. ve son soru sorulur. Soruyu bilirse 1 milyon sterlin kazanacaktır. O güne kadar büyük ödülü sadece iki kişi almıştır ve Charles üçüncü kişi olmaya yakındır. Soru şöyledir: 1'in yanına gelen 100 adet sıfırla oluşan sayının adı nedir?

Charles cevaptan emin olmadığını söyler. Sunucu, ikinci sorudan beri cevaptan emin değilsiniz diye söylenir ve isterse 500 bin sterlini alarak yarışmadan ayrılabileceğini belirtir. Charles ise şöyle karşılık verir: "Sanırım nanomol olacaktı, ama gigabit de olabilir, megatron olduğunu sanmıyorum, googol diye de bir şey duymadım. Googol, googol... Cevabın googol olduğunu sanıyorum. Son kararım." Charles'ın hiçbir fikrinin olmadığı bir konuda bu kadar kısa sürede ve kendine güvenerek yanıt vermesi herkesi şaşırtmıştı. Sonuç açıklandı ve Charles 1 milyonu kazanmıştı.

Birkaç gün sonra, Charles evinde milyonerliğin tadını çıkarırken, telefonu çalar. Arayan program yapımcılarıdır. Yarışmada bazı usulsüzlükler tespit ettiklerini ve paranın ödenmeyeceğini bildirirler. Birkaç gün sonra ise Charles'ın kapısı çalınır. Gelen polistir. Charles dolandırıcılıktan tutuklanır.

Mahkeme aylarca sürer. Charles'ın nasıl bir dolandırıcılık eylemi içinde olduğu bir türlü açıklığa kavuşturulamaz. Ağırlıklı suçlama şudur. Stüdyoda seyirciler arasında yer alan Charles'ın yardakçıları öksürerek Charles'a yardım etmişlerdir. Basitçe tarif edersek, "googol diye bir şey duymadım," öksürük sesleri, "googol olduğunu düşünüyorum," şeklinde ulaşılan doğru yanıtlar vardır. Video kayıtlarında 192 öksürük sesi vardır ve en şiddetli 19'u Charles'ın suç ortaklarından gelmiştir. Konuyu inceleyen psikologlar, doğru cevabı bilen seyircilerin, o şık Charles tarafından okunduğunda, istemsiz olarak öksürdüklerini fark etmişlerdir. Mahkeme yargıçlarının bile kafası karışmıştır. Öksürük sözcüğü söylendiğinde de insanların istemsiz olarak öksürmeye başladığı görülür. Yargıçlar bile öksürmeye başlamıştır. Öksürük ve öksürük sözcüğü arasında bir korelasyon vardır sanki. Bütün mahkeme salonu öksürmektedir. Charles Ingram suçlu bulunsa da olayın gizemi bugün bile hala çözülebilmiş değildir.

Gelelim yukarıda sorduğumuz sorunun yanıtına. Sahi, dış mihrak kimdir ve nasıl çalışır?

Ekonomik sistemin işleyişini, finansal piyasaların değişken yapısını, sosyal psikolojik piyasa etkilenimlerini, uluslararası ilişkilerin kur savaşlarını nasıl yönlendirdiğini, kurumlar arası finans diplomasisini, küresel fonların finans sistemi içindeki hareketlerini, kumarhane kapitalizminin yarattığı türev mekanizmaları ve ülkemiz hakkındaki haber ve raporların yer aldığı pornofinansal yayınların etkinliğini anlamaktan uzaksanız; tüm bunlar size öksürük sesi gibi gelir. Charles Ingram öksürük seslerini ayırt ederek "googol" yanıtını vermişti; biz ise tüm bu öksürük seslerini dinleyip ayırt edemediğimiz için "dış mihraklar" demeyi tercih ediyoruz. İşte, dış mihrak denilen şeyin işleyişi bu kadar basittir: Mesele öksürük sesini ayırt edip anlamlandırabilmektir.

Şimdi soruyu yeniden soralım ve yanıtı hep beraber bulmaya çalışalım: 1 doların yanına yüz tane 0 koyarsan kaç dolar olur?

28 Kasım 2016 Pazartesi

Bilgisiz ama farkında değil!

Bir zamanlar küçük bir adayı yöneten başarılı bir yönetici varmış. Halkını çok sevmesine rağmen bazen onları tanımadığından şikayet edermiş. Onları daha yakından tanımak için dünyanın en önemli sosyal bilimcilerinden ikisini adasına davet etmiş. Onlardan halkının en önemli ve en karakteristik kişilik özelliğini bulmalarını istemiş.

Sosyal psikologlar adaya gelerek hemen çalışmaya başlamışlar. İnsanların tüm kişilik özelliklerini, belirli koşullar altındaki davranış şekillerini ve beceri düzeylerini hem özel hayatlarında hem de iş yerlerinde dikkatlice izlemişler. Notlar tutmuşlar, anketler yapmışlar, uzun gözlemlerde bulunmuşlar. Sonunda ada halkının en tipik karakter özelliğini keşfetmişler. Teorilerini oluşturmuşlar ve ada yöneticisinin yolunu tutmuşlar.

Huzura kabul edilip yöneticiyi selamlamışlar. Yönetici, "Anlatın bakalım," demiş, "Benim halkımın en temel kişilik özelliği nedir? Halkımı en iyi tanımlayacak davranış hangisidir?"

Sosyal psikologlar anlatmaya başlamışlar:

"Geldiğimiz ilk gün havaalanından şehre gelmek için otobüse bindik. Yol çok kalabalıktı ve otobüs dura kalka ilerliyordu. Derken otobüs durdu. Bir süre hareket etmedi. Sinyalizasyon mu, yolda kaza mı oldu, otobüs mü bozuldu diye düşünürken ada halkınızdan biri sürücüye bağırmaya başladı: Yürüsene kardeşim, ne duruyorsun, işimiz gücümüz var! Bu genç adam iri bir çoban köpeği gibiydi; yani tam bir çomardı. Yetkin olmadığı bir konuda becerilerine bu kadar önem vermesi dikkatimizi çekmişti."

"Otobüsten indiğimizde kendimizi biraz yorgun hissettik. Normalde on dakikada gidebileceğimiz bir mesafeyi iki saatte gitmiştik. Bir kahvede oturup bir şeyler içelim dedik. Yandaki masadaki iki kişi televizyonda futbol programı izliyordu. İçlerinde biri aniden sinirlendi ve diğerine bağırmaya başladı: Ülen, hödüğe bak, bilmeden atıp tutma len, senden mi öğrenecem futbolu, hasirle! Sanki otobüsteki çomara benziyordu. Bu adamda dikkatimizi çeken şey yetkin olmadığı halde kendisindeki yetersizliğin boyutlarını fark edememesiydi."

"Ekonomi haberlerine bakalım dedik. Futbolcunun biri merkez bankasının aldığı kararı beğenmeyip, kardeşim faizi düşürsene, ne biçim yöneticisin sen, diye eleştiriyordu. Bir gazeteci, dolar kuru yükselirse yükselsin, bizim değil Amerika'nın sorunu, diye yorum yapıyordu. Yetkin olmayan insanların diğer insanlardaki yetkinliği de göremediklerini fark ettik."

"İnsanların iş yapış şekilleri de enteresan geldi bize. Müteahhitinden pastacısına kadar belirli bir iş planı dahilinde işlerini yönetmeyen insanlar gördük. Verimlilik hesaplaması, risk yönetimi, kriz yönetimi gibi kavramların yerine hamdolsun eşiği, evelallah çıpası ya da kısmet değilmiş paritesi gibi hibrit modeller kullanılıyordu. Ama eğitimli insanlarda bu tür eğilimlerin olmadığını tespit ettik. Buradan da yeteneksiz insanların eğitilirlerse yeteneksizliklerini anlayacağını belirledik."

"Ülkeyi yönetebilecek tüm insanların ya kahvede oturması, ya taksi şoförü olması ya da saç kesim işiyle uğraşması dikkatimizden kaçmadı. Bu kişilere belli bir talepte bulunduğumuzda, mesela saç kesen adama saçımı şu şekilde kes dediğimizde, hallederiz abi dediğini, ama halledemediğini gördük. Demek ki, saç kesimi hakkında o kadar az bilgiye sahip ki, bunu anlamaktan bile aciz diye düşündük."

"Televizyonda oynayan yarışma programını izleyelim dedik. Bir benzeri bizim ülkemizde America's got talent adıyla gösterilirdi. İlgiyle izledik ama bir yetenek göremedik. Ajdar adında etkileyici birini izledik. Yeteneksizliğine rağmen özgüvenine hayran kaldık. Yarışmanın adının Yeteneksizseniz, yetenek sizsiniz olarak değiştirilmesinin uygun olduğunu gördük. Beceriksizliğin aşırı güvene yol açtığını anladık. Halkınızın buna cahil cesareti dediğini öğrendik, hemen not ettik"

"Şirketlerde vasıfsız kişilerin çalıştırıldığını hatta üst düzey yönetici yapıldığını gördük. Halkın ise bundan rahatsız olmadığını ve böyle başa böyle tarak diye yorumladığını gördük. Söyleneni anlamasak da yetenekli kişilerin bu durumdan hiç rahatsız olmadıklarını belirledik."

"Sosyal medyaya takıldık bir süre. Twitter'daki kişilerin beslendiği ana kaynağın bilgisizliğin farkına varılmaması olduğunu gördük. Google'dan kutsal metin aratıp twit atan kişiler gördük. Cehaletin bilgiden daha fazla güven verdiğini tespit ettik."

"Ulaştığımız teoriye etki mi efekt mi adını verelim diye düşünürken virüs gibi her yeri sardığını, herkese ulaştığını fark ettik. Cahillik ne güzel şey her şeyi biliyorsun gibi bir mottoyu halkın bir kesiminin benimsediğini gördük ve sonunda halkınızın en önemli kişilik özelliğini belirledik: Bilgisizliğiyle ulaştığı aşırı güvenin verdiği iç rahatlığıyla yaşama sanatı..."

Adanın yöneticisi tereddütle mırıldanır: "Yani?"

Sosyal psikologlar cevap verir: "Bilgisiz ama farkında değil."

Yönetici bir anda öfkeyle bağırmaya başlar: "Sen kimsin kardeşim! Bu teoriyi bana bilimsel diye yutturamazsın! Yerim senin bilimini! Benim adamın çalışma modeli budur. Otoyolda karşıdan karşıya geçen kardeşim, tüpü çakmakla kontrol eden vatandaşım, evdeki yer karolarını yamuk döşeyen müteahhatim bunu belli bir bilgiyle yaparlar. Sen onlara nasıl bilgisiz ama farkında değil dersin. Atın bu adamları dışarı, bir daha da bu adaya sokmayın sakın!.. Neydi ki bu şarlatanların ismi?"

Dunning ve Kruger!

27 Kasım 2016 Pazar

Postacı Reyiz, Seninleyiz!

Temel düşünce yetersizliğimiz son günlerde daha da netleşmiş görünüyor. Belli bir konuda ne o konuyu savunanlar ne de o konuya eleştiri getirenler tam olarak savundukları ya da eleştirdikleri konuyu anlamış durmuyorlar. Problemin çözümü için geçerli olan problemin net olarak tanımlanması ilkesi böylece yerine getirilmemiş oluyor ve problemleri çözmek için gerekli adımları atmaya başlayamıyoruz. Mesela ülkede ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı bırakın Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır gibi basit soruların bile hala yanıtında uzlaşamamış bir toplum var ortada. En basit politik, kültürel, tarihsel ya da ekonomik konularda bile ortak bir sağduyu içeren anlayış ve kavrayıştan çok uzağız. Peki ama neden?

Aslında yanıtı uzun zamandır biliyoruz. Egemen bir kültür, kendi suretinde bir muhalefeti her zaman yaratmayı başarır. Mesela, kadına güzelliğinin, erkeğe cinsel gücünün yeterli olmadığını o nedenle göğüs büyütmesinin ya da havalı bir spor araba satın almasının bu sorunları çözeceğine inandıran bir sistemde yaşıyoruz. Böyle bir liberal realizm, tarih boyunca yaşanmamış bir durum ve ilk kez bu kadar çaresiziz. Düşüncelerimiz gerçeklikten çok uzak. Neredeyse belli bir konudaki tüm çıkarımlarımız hatalı. Bundan sonraki hayatımız en temel konularda bile bırakın çözümü, problemin ne olduğunu tam olarak tanımlayamadan mı geçecek?

Türkiye'de hemen herkes birazdan anlatılacak hikayeyi bilir. Birçok "akıllı" olduğu düşünülen yazar bu hikayeyi kullanarak çıkarımlar yapmışlar ve okuyucularını yönlendirmişlerdir. Okuyucularına demişlerdir ki, işte doğru çıkarım bu, siz de böyle düşünür ve yaparsanız dünya daha güzel bir yer olur. Acı olan şey şu ki, kavrayışları eksiktir ve bundan dolayı da okuyucularını yanlış yönlendirmişlerdir. Yani egemen kültüre uygun bir muhalif düşünce yaratmışlardır. Öncelikle hikayeyi bir kere daha hatırlayalım ve ulaşılan sonuçları yeniden özetleyelim.

Dünyanın en önemli kemancılarından Joshua Bell, 3 milyon dolarlık Stradivarius kemanıyla, bir metro girişinde 43 dakikalık bir konser verir. Önünden tam 1.097 kişi geçer ve 32 dolar para bırakırlar. Konserleri 1.000 dolarlık bilet fiyatıyla satılan Joshua Bell'i bırakın tanıyanı, kulak verip dinleyeni bile çıkmaz. Deneyin tasarımcısı Washington Post gazetesinden Gene Weingarten yazdığı makaleyle 2008'de Pulitzer Ödülü alır. Weingarten makalesinde şunu söyler: Sıradan bir yer ve uygunsuz bir zamanda güzelliği algılayamıyoruz; ne kadar zayıfız!

Makaleyi okuyan yazarlarımız hemen bastılar yaygarayı: Bakıyoruz ama görmüyoruz... Algıda seçiciyiz... Hayatı kaçırıyoruz, biz insan değiliz... Konsere bin dolar versen dinlerdin ama... Falan filan. Bir sürü boş laf. Egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefetten başka bir şey değil. Peki öyleyse hata nerede?

Egemen kültürün bu hikayede hiçbir zaman ön plana çıkarmadığı başka bir boyut daha vardır. Deneyin videosunu seyredenler 43 dakikalık konserin son dokuz dakikasında kısa boylu kel bir adamın belli bir mesafeden tüm dikkatiyle konseri dinlediğini fark ederler. Joshua Bell'in sepetine 5 dolar bırakan bu adam ne onu tanımıştır ne de bir sanat eleştirmenidir. Kültür tarihinin belki de en çarpıcı kişiliklerinden biri olması gereken (ama hiçbir zaman olamayan) bu kişi postane memurluğu yapan John Picarello'dur. Deneyi tasarlayanlar daha sonra Picarello'yu ararlar ve sorarlar: "O gün işe giderken olağanüstü bir şey oldu mu?" Picarello hiç düşünmeden yanıt verir: "Metroda bir müzisyen vardı. Daha önce böyle biriyle hiç karşılaşmamıştım. Tekniği mükemmeldi ve harikulade çalıyordu. İnanılmaz bir müzisyendi."

Picarello modern dünyanın kahramanı olması gereken kişidir. Sıradan bir vatandaştır, iyi bir sanat eğitimi almıştır, basit bir işte çalışmaktadır, neyin değerli olduğunu ilk anda fark etmektedir ve önceliklerini buna göre belirlemektedir. Oysa ne popüler kültür, ne Amerikan medyası, ne de bizim yazarlarımız bu kahramanı hiçbir zaman öne çıkarmamışlardır.

İşte, böyle bir dünyada yaşadığımız için, hiçbir problemi çözmemiz mümkün gözükmüyor. Bırakın çözmeyi tanımlayabilmemiz bile çok zor artık. Toplumun önemli kesiminin bu deneyde kafayı kaldırmadan geçen insanlar olduğunu hepimiz fark ediyoruzdur herhalde. Emin olun, bu deneyi bize anlatarak ahkam kesenler de kafayı kaldırmadan geçenlerdir. Bu deneyden çıkardıkları sonuçlardan bunu rahatlıkla görebiliriz. Ulaştıkları çıkarımlarla, egemen kültürün yarattığı kendine uygun muhalefet çizgisinden öteye geçememişlerdir.

Bu deney bizde yapılsa tartıştığımız konular muhtemelen şunlar olurdu: Jashua Bell de nedir, bizim Aşık Veysel'imiz çalsa herkes tanırdı; metro çok sıkışıktı, duyamadık; yandaş basının işi olsa gerek, yoksa metroda değil Taksim'de yaparlardı; dolar olmuş kaç lira bunlar hala deney derdinde, Postacı reyiz, seninleyiz; vesaire vesaire. Bunları tartışmaktan bırakın Picarello'yu deneyin sonuçlarına bile ulaşamazdık.

Gelinen nokta da budur. Bırakın ekonomik kriz var mı, dolar bizden kaynaklanan sebeplerle mi yükseliyor ya da dış politikamız ne kadar doğru gibi soruların yanıtlarını bulmayı önümüzdeki yıllarda da Fidel Castro'nun öldüğüne sevinelim mi üzülelim mi, Atatürk nasıl biridir, Sıla sanatçı mıdır konularını tartışmaya devam edeceğiz.

Robin Sharma'nın dediği gibi: İnsanlık çok ilerledi; artık görülmüyor.

20 Kasım 2016 Pazar

Dolardaki artışın sebebi Kleopatra'nın burnudur!

Ekonomi yorumculuğunda tuhaf bir mantık yürütme şekline sahibiz. Mesela kur mu yükseldi. Büyük bir çoğunluk nedenini hemen buluyor: Kesin "Geziciler" yapmıştır!

İnsanlar bu tür bir düşünceye bir kere inandılar mı, artık istediğin ekonomik analizi yap, bu düşünceyi kolay kolay değiştiremezsin. Kimsenin değiştiremediği böyle bir düşünceyi bizim değiştirmemiz de mümkün değil elbette. Biz daha farklı bir yöntem ile konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Böylece hem doların neden yükseldiğini bulacağız, hem de bu düşünce şeklinin arkasındaki yanılsamayı.

Şimdi soruyu yeniden sorarak yanıtı bulmaya çalışalım: Dolar neden yükseldi?

Birçoklarının inandığı yanıtı vererek başlayalım: Geziciler yüzünden.

Gezicilere soralım öyleyse: "Neden doları yükselttiniz?"

İmar izni olmadan yapılaşmaya izin veremezdik. Penguen belgesellerini görünce ciddiyetimiz daha da arttı. #occupygezi hashtagi ile dünyadan büyük destek gelmeseydi bu kadar ileri gidemezdik herhalde. İlham kaynağımız onlar, onlara sorun.

Occupy Wall Street eylemcilerine soralım öyleyse: İlhamı siz verdiğinize göre kuru da siz yükseltmiş olmalısınız, söyleyin neden yaptınız?

Biz sadece ikiyüzlülüğün kendine has bir simetrisi olduğunu fark ettik. Bize dayatılan sistemin gaspçı ve çakal dolu olduğunu gördük. Özgür insan bu sistem tarafından prekaryaya döndürülmemiş olsaydı Zuccotti Parkı doldurmazdık. Özgür insan fikrini bize 68 kuşağı aşıladı. Suçu onlarda aramalısınız.

68 kuşağı, bu iş sizin başınızın altından çıkmış olabilir mi? Söyleyin, kuru neden yükselttiniz?

Biz sadece emperyalizme karşı özgürlük fikrini savunduk. Hayalimiz "Baş kaldır, yık ve daha güzel bir dünya kur" idi. Fransa'da üniversitede okuyordum ve damarlarımda devrimin eşitlik ve özgürlük kanı vardı. Yurttaki odama erkek arkadaşımın girmesine izin verilmeyince özgürlük ve eşitlik kanı damarımdan fışkırıverdi. Yani suçlu ben değilim, Fransız ihtilalini yapanlara sorun. Bu kanı damarlarıma onlar soktu.

Fransız ihtilalcileri size diyorum: Kuru neden yükselttiniz?

Biz yola özgürlük, eşitlik ve kardeşlik parolasıyla çıkmıştık. Çünkü insan olmanın erdemini rönesansçılardan öğrenmiştik. Bizim suçumuz yok. Doları yükselttiyse rönesansçılar yükseltmiştir.

Eyyy Rönesans! Neden yaptın bunu bana?

Sıkıcı hayatımızdan bunalmıştık. Düşünsel ve sanatsal bir devrim gerekliydi artık. İnsanın dünyayla olan doğal ilişkisi içinde kişilik bilincinin gelişmesi gerektiğine inanıyorduk. Neden yaptık diye sorarsan, bize değil Romalılara sor. Çünkü onlar İstanbul'u kaybetmeselerdi bizler bu yeniden doğuşu başaramazdık.

Büyük Roma, bari sen söyle, neden yıkıldın ve doların yükselmesinin fitilini ateşledin?

Dünya tarihinin en büyük devletini kurmuştuk. İnsanlar dünyayı sadece Roma İmparatorluğundan ibaret sanıyorlardı. Fakat o kilime sarılı kadını kralın önüne yuvarlamamış olsalardı belki hala yaşıyor olabilirdik. O nedenle suçlu biz değiliz. Kleopatra'ya sorun.

Yüce Kleopatra, sen ki güzel ve akıllı bir prensestin, bize bunu nasıl yaparsın? Dolar kuru ne hale geldi, bize nasıl kıydın?

Sen kimsin ya! Trol müsün, deli misin? Senin dolarından bana ne? Ama madem sordun söyleyeyim. Antonius beni burnum için sevdi galiba. Fransız bilim insanı Pascal'ın dediği gibi, eğer burnum daha kısa olsaydı, Marcus Antonius beni çekici bulmazdı ve Roma İmparatorluğu yıkılmazdı. Şimdi sen karar ver, doları kim yükseltti?

Özetle söylemek gerekirse, bu mantık yürütme şekli, tarihçi Niall Ferguson'un "sanal tarih" dediği şeydir ve doğru değildir. Ekonomi gibi bir konuda ne olmuş olacağına dair bir soruya kesinlikle olmuş olana dayalı cevaplar vermek, akla yatkınlık ve zamana uzaklık gibi tehlikeler nedeniyle gülünçlük barındırır. Liberalizm ya da marksizm bilmediğiniz için bir ekonomi sorusuna cevap veremeyebilirsiniz, ama en azından biraz konstrüktivist ya da hiç olmazsa realist olarak konuya daha duyarlı yaklaşabilirsiniz.

Neyse, biz başa dönelim ve sorumuza yanıt vererek son noktayı koyalım. Sahi, dolar neden yükseldi?

Kleopatra'nın uzun burnu nedeniyle!

19 Kasım 2016 Cumartesi

Alternatif ekonomi sözlüğü!

Doların yükselişini Amerika'nın dert etmesi gerektiğini düşünen gazetecilerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz artık. Olan bitenleri anlamak için galiba ekonomik kavramları yeniden tanımlamamız gerekecek.

Alternatif ekonomi sözlüğü:

Merkez Bankası: Uzun süre faizi indirmeyerek ana muhalefet partisinden daha iyi muhalefet yapan kurum.

FED: Uzmanlara göre şu aralar ülkemiz ekonomisinin ırzına geçmek için vakit kollayan Amerikalı merkez bankası.

Faiz: Zenginin zengin fakirin fakir kalması için mücadele eden lobi kuruluşu.

Milli gelir: Emniyet kemerine takılan aparat ile kemer takma zorunluluğunu ortadan kaldıran Türk icadı alet misali hesaplanma şekli sürekli değiştirilerek artması sağlanan ekonomik değer.

Kişi başına düşen milli gelir: Halkın %90'ının başına düşmediği halde halkın çoğunluğu tarafından "kişi başına düşen milli rızık" olarak algılanan gelir.

Enflasyon: Fiyatı %50 artan domatesi, "gelişinden %0,92 ile (aylık TÜFE) bıraktık" diyerek ahaliyi ikna eden kapitalizmin esnaf zihniyeti.

Banka: Öpmediği horozun sesini dinlemeyen bir kuruluş.

Kredi Kartı: Limitini bankanın kendine verdiği aylık örtülü ödenek sanan insanlar için kapitalizmin maymuncuğu.

Kalkınma: "Yol, su, elektrik..." diye başlayan eski bir ekonomik tekerlemenin "Yol." şeklindeki kısa film uyarlaması.

Dolar: Şu aralar 3,40'a çıkması nedeniyle, yeni tecavüz yasasına göre lira ile evlenmesi gereken para birimi.

İşsizlik oranı: İşsiz kalınmadığı sürece mahalle yanarken fahişe saçını tararmış misali izlenen bir ekonomik gösterge.

Petrol: Her şeyin en ucuzunu alarak yaşayan büyük çoğunluğun, dünyanın en pahalısını almak zorunda kaldığı şey.

Borsa: Türkiye hariç dünyanın her yerinde uzun vadede kazanma olanağı sunan yer. Bizde ise tam tersi.

Kredi-mevduat: Bankalar için Ayasofya'da dilenip Sultanahmet'te sadaka verme durumu.

Tüketici kredisi: Ağrıyan dişi ateş ederek tedavi etme.

Parasal gevşeme: Merkez bankalarının saç kurutma makinesi ile mangalı alevlendirme girişimleri.

Hesaptan otomatik ödeme ile fatura ödeyen insan: Dönerin son lokmasına ayranın son yudumunu denk getiren planlı vatandaş.

Forex: Tüpün gazını çakmakla kontrol etme sanatı.

13 Kasım 2016 Pazar

Konut balonu değil müteahhit balonu!

Sıklıkla tartışılan konulardan biri emlak fiyatlarında balon olup olmadığı. Fiyatlar olması gerekenden daha mı yüksek sorusuna geniş uzlaşılı bir cevap henüz bulunabilmiş değil. Ne dersiniz, sizce konut fiyatlarında bir balon var mı?

Öncelikle resmi verilere kısaca bir göz atalım. Ülkemiz konut fiyatlarını izleyen en önemli endeks REIDIN'e göre fiyatlar Eylül ayında %0,24 artış göstermiş. Artış oranı geçen yılın aynı dönemine göre %4, 2010 yılına göre ise %70 olarak belirlenmiş. Yani konut fiyatları her türlü krize rağmen artmaya devam ediyor.

Venezuela haberleri son günlerde dikkatinizi çekmiştir. Düşük petrol fiyatları nedeniyle ülkede insanlar açlıktan ölüyor. Gerçekten çok acı. Kısaca petrol fiyatlarına bakalım. 40 dolar seviyesindeki petrolün varil fiyatı yaklaşık 140 lira ediyor. 1 varil petrolden 70 litre benzin, 30 litre motorin, 18 litre LPG, 14 litre jet yakıtı ve diğer elde edilen ürünler göz önüne alındığında, yine bizdeki fiyatlarla 650 liralar seviyesinde bir gelir oluşuyor. Tutarsızlık dikkatinizi çekmiştir. Fiyat ile değer arasında büyük bir çelişki var. İşte, bu fark, serbest piyasa dinamiği denilen şeyi oluşturuyor. Serbest piyasa denilen mekanizma, bir malın fiyatı ile değeri arasındaki bilinen ilişkiyi ortadan kaldırıyor ve sonucunda bir bakmışsınız ki bir malın fiyatı değerinin çok çok altında belirlenmiş. Oysa bir zamanlar petrol fiyatları 140 dolarlar seviyesindeydi, yani 500 liralar. Özetle, serbest piyasa sistemini kabul ettiyseniz şu acı sonuca da katlanmak zorundasınız: Bir malın fiyatı ile değeri arasında hiçbir ilişki yoktur.

Ülkemiz konut piyasasında fiyatlar müteahhitler tarafından belirlenir. Temel ilke maliyet artı belli oranda kar şeklindedir. Piyasada alıcı olduğu sürece de fiyatlar kademeli olarak arttırılır. Fiyatın temel belirlenme ilkesi olan arz ve talep göz önünde tutulmaz. Piyasada alıcı azaldığı zaman fiyatların alıcı olan seviyelere çekilmesi, yani serbest piyasa dinamikleri ve arz-talep ilkesine dönülmesi dikkate alınmaz.

Biraz daha açalım. Diyelim ki piyasada bir kriz var ve alıcılar yatırım kararlarını erteliyor. Müteahhitler öncelikle nakit ihtiyaçları olup olmadığını kontrol ederler. Banka ya da tedarikçi ödemeleri bulunmuyorsa fiyatları değiştirmezler. Hatta oyun teorisi dahilinde hareket ederek, alıcıların "nasıl olsa kriz çıkacak, müteahhitler fiyatları düşürecek" şeklindeki akıl yürütmelerini önden görerek fiyatları bir miktar arttırma yoluna giderler ve tüketicileri ilk ayakta yendikleri yanılsamasına kapılırlar.

Kriz bir miktar daha derinleştiğinde, piyasadaki müşteri sayısı biraz daha azaldığında, fiyatları yine düşürmezler. Bu kez de kreditörlerine giderek nakit sıkışıklığı içinde olduklarını, kampanyaları arttırmaları, kredileri yapılandırmaları ve ödemeleri ertelemeleri talebinde bulunurlar. İnşaata bağlı büyüyen ekonomilerde sadece kreditörler değil, devlet de bu talebi dikkate alır ve gerekli iyileştirmeleri yapar.

Kriz daha da derinleştiğinde ve piyasadaki müşteri sayısı dibe vurduğunda, müteahhitler yine fiyatı düşürmezler. Bu kez de özkaynakları ile geçici olduğunu düşündükleri bu dönemi atlatmaya çalışırlar.

Müteahhitlere yanaşıp neden fiyatı düşürmediklerini sorduğunuzda şu ortak yanıtı alırsınız: "Maliyetler yüksek, fiyatı düşürürsek zarar ederiz, enayi değiliz, nasıl olsa kriz bir gün bitecek."

Bu durum, ekonomik olarak söylersek, talep esnekliğinin azaldığı bir durumu oluşturur ki, yani satışta değişiklik olmazken fiyatların artıyor olması ilkesi, halk dilindeki karşılığı karaborsa tanımına girer.

ABD'de subprime krizinde konut balonunun patladığını konut satış fiyatlarının %50 ila 80 arasındaki düşüşünden anlamıştık. Bazı bölgelerde 10.000 dolarların altında konut satışı yapılıyordu. Böylece hem serbest piyasasının dinamiklerine uyularak talep dengesine göre hareket edilmiş, hem de konut fiyatlarının balon olduğu anlaşılmıştı. Aynı zamanda krizden çıkış için ilk adım da atılmıştı.

Biz de ise müteahhitler başlangıçta kendi belirledikleri fiyatları, tıpkı komünist ekonomilerde olduğu gibi sanki devlet belirlemiş gibi değiştirmiyorlar, hatta karaborsa ekonomilerde olduğu gibi talebin ve fiyatın gelecekte daha da artacağını düşünerek yükseltme yoluna gidiyorlar. Yani bir malın fiyatı ile değeri arasındaki bilinen ilişkiyi ısrarla sürdürmeye çalışıyorlar.

Böyle bir ekonomide konut fiyatlarında balon var mı yok mu sorusuna yanıt vermek imkansızdır. Ekonomi tarihi bize fiyatın serbest piyasa dinamiklerine göre oluşması koşuluyla balonların patladığı bilgisini vermektedir. Eğer bir malın fiyatını serbest piyasa dinamiklerine göre ayarlamazsanız, patlayan konut balonu değil müteahhitler olur.

Realite göz önüne alındığında, ülkemizde konut balonu değil müteahhit balonu olduğu sonucuna herkes ulaşıyordur herhalde. Serbest piyasa ilkelerine göre hareket edilmediğine göre kararı siz verin artık. Müteahhitlerimiz "komünist" mi yoksa "karaborsacı" mı?


9 Kasım 2016 Çarşamba

Ekonomistlere göre Trump nasıl kazandı?

ABD yeni başkanını seçti ama sonuç herkesi şaşırtmışa benziyor. Trump'ın nasıl kazandığı herkesin merak ettiği bir konu. Sahi, Trump seçimi nasıl kazandı?

Ekonomistler her konuda olduğu gibi bu konuda da cevabı bulmuşa benziyorlar. Trump'ın nasıl kazandığını merak ediyorsanız, ekonomistlerimiz nedeni sizler için açıklıyor.

Ekonomistlere göre Trump nasıl kazandı?

Adam Smith
Camianın "Edim" değil "Adam" Smith olarak tanıdığı modern kapitalizmin fikir babasına göre Trump'ın kazanmasının tek sebebi görünmez eldir. Zaten Trump'ın kazanacağı evimize bedeva ekmek ve makarna getiren iyi niyetli fırıncının gelişinden belliydi. Üşüyoruz Trump Reyiz, kömür de getir!

Karl Marx

Karl Marx'a göre Trump'ın kazanmasının tek nedeni asgari ücretle çalıştırılan ipone işçileridir. Zavallı işçi Trump ile katı olan her şeyin buharlaşacağını şimdi daha iyi anlayacak. Sen Amerikasın, büyük düşün!

Ludwig von Mises
Ona göre Marx seçimlerden hiç anlamıyor. Trump'ın seçilmesinin sebebi emeğin kapital ile yönetilmemesidir. Hatta bu hususta çok ciddidir: Her kim yaşamayı ölüme, mutluluğu çile çekmeye, huzuru ızdıraplara tercih etmekte ise üretim araçlarındaki özel mülkiyeti hiç tavizsiz savunmalıdır. Yani kısaca demek istiyor ki; Sarıoğlan, vur de vuralım, öl de ölelim!

John Maynard Keynes
Keynes'e göre Trump'ın kazanmasının sebebi devletin seçim sistemine müdahale etmemiş olmasıdır. Eğer devlet müdahale etseydi Trump seçilmezdi. Bu açıklamanın ardından Keynes, "Seçimlerle devlet müdahalesinin ne ilgisi var?" diye soran gazeteciye de aynen şu yanıtı vermiştir: "Beğenmiyorsan, kendi teorini kendin yaz." Gençler selam, ben tanrınız, Kanada'ya taşınıyorum, Amerika'yı koruyacak başka birini bulursunuz artık!

Milton Friedman
Bu sözden kendisine vazife çıkaran Friedman, Keynes'e tavır alarak aynen şöyle demiştir: "Trump'ın seçilmesinin sebebi devletin müdahale etmesidir. Devlet seçimlere müdahale etmeseydi Trump seçilmezdi." Yani demek istiyor ki, Trump'ın kazanmasından daha hayret verici olan Trump'a kaybetmektir.

Thorstein Veblen
Veblen'e göre karakteri bozuk kültürsüzler, gösteriş amaçlı tüketim, özel mülkiyet ve parası bol aylaklar Trump'ın kazanacağının alametiydi. Veblen oldukça karamsar bir ekonomisttir. Artık küçük buhranlar olmayacak, büyük buhranlar olacak diyerek büyük bir buhran beklediğini de her fırsatta belirtmiş ve eklemiştir: Şimdi siz bu adamı başkan yapan sisteme mi geçiyorsunuz?

Herbert Simon
İnsan beyninin yetersizliğini ekonomi alanında ilk fark eden oydu. "İnsan beyni kısıtlı çalışır; her şeyin cevabını bilemez; atar tutar; o zaman ben de atayım," diyerek Trump'ın seçilmesinin sebebini şöyle özetlemiştir: "Öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım Amerika!"

Nouriel Roubini
Roubini'ye göre Trump'ın seçilmesinin sebebi çok fazla kişinin konut kredisi alması ve sonra da taksitlerini ödeyememesidir. Hatta bu durum kriz değil kıyamettir. Trump Reyiz geldikten sonra konut kredileri tıkır tıkır ödenecektir. Bu duruma kısaca "trumping" diyoruz. Tüm Amerikalıları milli iradeye saygı duymaya davet ediyorum!

Thomas Piketty
Dünyada hiç kimsenin baştan sona okuyup bitiremediği ilk best-seller ekonomi kitabını yazan ekonomisttir. Ülkemizdeki binlerce kişinin de "Şu çılgın Türkler" zannedip kitabı satın aldığı, 50 sayfa okuyup rafa kaldırdığı bilinmektedir. İşte, bu efsane ekonomiste göre Trump'ın seçilmesinin sebebi faiz yiyenlerdir. Faiz oranı büyüme oranından büyükse zengin daha zengin oluyormuş. O nedenle de Trump kimsesizlerin kimi olmuştur.

Daniel Kahneman

Davranışsal finansı başımıza musallat eden bu ekonomiste göre Trump'ın kazanmasının sebebi ekonomik içgüdüleri ile karar vererek sahip olduğundan daha çok harcayan insanlardır. Bu görüşünü de deneysel bir örnekle şöyle açıklıyor: "Kadın giyim reyonunu ikinci kata değil de giriş katına, erkek giyim reyonunu giriş kata değil de ikinci kata koyarsanız Trump'ın seçilmesine neden olursunuz." Hamdolsun, bizde hepsi doğru yerde! Yine de Amerikan halkının panik yapmasına hiç gerek yok; pratikte bir şey değişmeyecek, çünkü zaten Amerika'yı yedi aile yönetiyor!

George Akerlof
Akerlof'a göre Trump'ın seçilmesi asimetrik bilgi meselesidir. Çarpık arabayı yeni fiyatına satan dolandırıcı satıcılar yüzünden olur. Yani demek istiyor ki; Amerika'daki Türklerin kendilerini tam anlamıyla evlerinde hissedecekleri bir siyasetçi gelmiştir. Trump Bey diyeceksiniz!

Gary Becker
Bu ekonomistimize göre seçim tahminciliği işi çok abartılmıştır. Trump'ın kazanacağını öngörememek çok da üzerinde durulacak bir şey değil. Bu hususta şöyle der: "İki tip (seçim) tahminci vardır; bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler." Hatta daha da ileri gider ve şunu ekler: "Seçim tahminciliği (iktisat) mesleği, kelimeleri özenle seçiyorum, iflas etmiştir." Biz yıllardır çekiyoruz, başımıza musallat edenler çeksin biraz da! Yürü be Trump!

Frederic Bastiat
Bastiat, konuya farklı bir bakış açısından bakar ve senatoya bir dilekçe yazar. Dilekçe aynen şöyledir: "Ekonomik, finansal, siyasi, ahlaki ve bilimum krizlerin üreticilerinden senatoya dilekçe; Trump'ın sebep olduğu haksız rekabeti derhal kaldırınız. İmza, ekonomistler."

Eski bir Romalı'nın dediği gibi: We came, we saw, she lost!

8 Kasım 2016 Salı

Borsacı çocuğun kız arkadaşının trajedisi!

Ekonomist ve analistlerin kullandıkları dilin neye benzediğini hiç düşündünüz mü? Sıradan bir vatandaşın "boş levha" ile dinlediğini varsayarsak, bir ekonomistin sözlerinden ne anlar dersiniz? Merak edenler için bir örneği aşağıda.

Erkek arkadaşının yan odadaki telefon konuşmasına şahit olan genç kızın hikayesini anlatacağız. Evlenmeyi düşündüğü erkek arkadaşı yatırım danışmanı ile telefonda konuşmaktadır. Yatırım danışmanının ne dediğini duyamayan genç kız sadece erkek arkadaşının sözlerini duyar ve o an evlilik kararını verir...

Yatırım danışmanı: Efendim, piyasalarda sıkışıklık var. Dikkatli olmalıyız. Piyasa aktörleri de bu durumdan oldukça tedirgin.
Erkek arkadaş: Sen o aktörleri boşver; asıl aktör benim!
Yatırım danışmanı: Kurda da oynaklık var. Merkezin hamleleri de kurun ateşini söndürmeye yetmedi.
Erkek arkadaş: Çok oynak çok, ateşini ben söndüreceğim!
Kız arkadaş: Vay sapık! (kendi kendine söylenmektedir)
Yatırım danışmanı: Merkez üst koridorda indirime gitti, faydalı olacaktır.
Erkek arkadaş: Hem üst koridor hem de alt koridor olursa harika olur!
Kız arkadaş: Çüşş!
Yatırım danışmanı: Uzun pozisyonda kalmayı öneriyoruz. Piyasayla terse düşmemek lazım.
Erkek arkadaş: Uzun pozisyon tabi ki. Ters pozisyon da isterim ama!
Kız arkadaş: O ha!
Yatırım danışmanı: Endeks 80 bin seviyelerinin üstünde tutunmaya çalışıyor. Kaldıraçlı işlemlere girmeyelim diyoruz.
Erkek arkadaş: Tutunmak zor, kaldıraç şart! Sert bir açılış istiyorum!
Yatırım danışmanı: Önce boğa sonra ayı piyasası bekliyoruz.
Erkek arkadaş: Biz de önce boğa oluruz, sonra ayı!
Kız arkadaş: Yuh artık!
Yatırım danışmanı: Bazı hisselerde, özellikle Garan'da yüksek performans bekliyoruz.
Erkek arkadaş: Her zamanki gibi çok yüksek bir performans yaratacağız!
Yatırım danışmanı: Teknik analiz yaptık, omuz-baş-omuz formasyonunda da aynı sonucu aldık.
Erkek arkadaş: Omuz-baş-omuz yapmadan kesinlikle sonuç tatmin etmez!
Kız arkadaş: Koca dedik, adamdaki fanteziye bak!
Yatırım danışmanı: Ülkeye sıcak para girişlerini de gözden kaçırmamalıyız.
Erkek arkadaş: Giriş çıkışlar çok önemli; giriş, çıkıştan daha güçlü olmalı!
Kız arkadaş: Adi herif!
Yatırım danışmanı: Borsanın nabzı sıcak paraya bağlı olarak artıyor.
Erkek arkadaş: Güçlü girişte nabız artar!
Yatırım danışmanı: Fed'ten parasal gevşeme hamlesi gelecektir.
Erkek arkadaş: Gevşeyebilir de, sertleşebilir de, ama önemli olan dik durması!
Kız arkadaş: Adi sapık!
Yatırım danışmanı: Aman efendim, gevşemezse mal elimizde kalır, satamayız.
Erkek arkadaş: Mal elde kalmasın, aman!
Kız arkadaş: Yuh, ayı!
Yatırım danışmanı: Pozisyonlarımızı hedge (korunma) edelim mi; ne dersiniz?
Erkek arkadaş: (Birden hiddetlenerek) Deli misin, korunmadan olmaz!
(O anda kız arkadaş odaya girer ve...)
Kız arkadaş: Canberk, bitti artık, seni terk ediyorum, adi herif!

Anlaşılacağı üzere günlük ekonomi analizlerini dili giderek saplantılı bir erkek despotizmine dönüşüyor. Tıpkı Erol Evgin'in dediği gibi: Hani bir hisse kayar ya bazen; hani ardından trend kırılır ya; işte öyle bir şey.

27 Ekim 2016 Perşembe

Ekte 3 CV gönderiyorum!

Bugün artık iyi bir CV'niz yoksa iş bulabilmeniz pek kolay değil. O nedenle iyi okullardan mezun olmanız, yabancı dil bilmeniz, iyi şirketlerde tecrübe kazanmanız, herkesin hayranlıkla baktığı hobilerinizin olması ve güçlü referanslara sahip olmanız gerekiyor. Eğer bunların bir veya birkaçına sahip değilseniz hayatta başarılı olmanız mümkün gözükmüyor. Yaşadığınız dünya bunun örnekleriyle dolu.

CV'si boş olduğu için hayatta hiçbir başarı elde edememiş birçok insan siz de tanıyorsunuzdur mutlaka. Bunun ne kadar acı bir şey olduğunu bildiğinize de eminiz. Eğer hala öğrenemeyenler varsa biz birkaç örnekle yeniden anlatalım.

Birazdan CV'si boş olduğu için hayatta başarısız olmuş üç kişi ile sizi tanıştıracağız. Başarısız oldukları için onların adını duymamış olduğunuzu düşünüyoruz. Başarısız insanları kim tanır ki zaten? Eminiz bu insanlara siz de iş vermezdiniz. CV'si bu kadar boş olan bir insana kim iş verir ki?

Hazırsanız, iş ilanlarımızı ve bu ilanlara gelen CV'leri okumaya başlayabiliriz. İlk iş ilanımız ve gelen CV ile başlayalım öyleyse.

İş ilanı 1: Dilbilimci aranıyor!

Gelen CV:
Adı: Tevfik Esenç
Mezun olduğu okullar: Hiçbir okula gitmedim.
Konuştuğu yabancı diller: Ubıhça
İş tecrübesi: Manyas'ın Hacıosman köyünde bir dönem muhtarlık.
Hobileri: Hiç kimsenin bilmediği bir dilde kendi kendine konuşmak.
Referasları: Georges Dumezil (Büyük Fransız dilbilimci ve mitograf), David Crystal (En önemli İngiliz dilbilim profesörü)

Yanıtınız nedir bilmiyoruz ama muhtemelen hiç okumamış birini, üstelik kendi kendine konuşan bir "deli"yi dilbilimci diye işe almazsınız. Oysa Fransızların en önemli dilbilimcisi Georges Dumezil Tevfik Esenç'e meslektaşım derdi. Tevfik Esenç kim mi?

81 sessiz ve üç sesli harften oluşan dünyanın en zor dillerinden biri Ubıhçayı bilen son kişi. Maalesef vefat ettiğinde bu dil de insanlık tarihinden silindi. Türkiye'den hiç kimse bu dili yaşatmak için mücadele etmezken Georges Dumezil Tevfik Esenç ile el ele vererek bu dilin Fransızca sözlüğünü çıkardı.

Hakikaten çok önemsiz biri, işe almaya değmez. Zaten alınmadı da. Ülkemizde kendisini tanıyan olmasa da dünya onun değerini kavramıştı. CocaCola'nın CEO'su Muhtar Kent'in ögeçmişi Wikipedia ansiklopedisinde 14 dile çevrilirken Tevfik Esenç'in özgeçmişi 15 farklı dilde yer alıyor. Yani dünya onu işe almış, sadece biz almamışız.

İş İlanı 2: Müzisyen aranıyor!

Gelen CV:
Adı: Hayri Dev
Mezun olduğu okullar: Hiçbir okula gitmedim.
Konuştuğu yabancı diller: Yok
İş tecrübesi: Marangoluk, terzilik, ayakkabıcılık ve çobanlık.
Hobileri: Ağaç dallarına üfleyerek sesler çıkarmak, düğünlerde şarkı söylemek.
Referasları: Jerome Cler (Fransız Etimolog), UNESCO.

Bu cahili işe almak mı, aklını kaçırdın herhalde.

Fransız bilim insanı Jerome Cler'in çektiği Ormanlar Arkası (derriere la foret) adlı belgeselle onu dünya tanıdı. Ülkemizde bir köy çalgıcısıyken Avrupa'da büyük sanatçı sayılmaya başladı. Kendi yaptığı çam düdüğü ve üç telli cura o ölünce yok olacak, aman yok olmasın diye, Unesco tarafından "Yaşayan İnsan Hazinesi" sayıldı. Çünkü Avrupalılar bir müzik aletini ustası gibi yapamamanın sanata neler kaybettirdiğini Stradivarius'ta yaşamışlardı. Bizde düğünlerde çalarken Fransa, Belçika ve Hollanda'nın en prestijli üniversitelerinde, o ülkelerin en aydın insanlarına çaldı. Hayatında ilk kez konser için yurt dışına çıkarken ayağında yırtık ayakkabıları ve yanında gazete kağıdına sardığı müzik aletleri vardı.

Biz Hayri Dev'e sadece köy düğünlerinde iş imkanı verirken Avrupalılar en prestijli üniversitelerinde konser verdirdiler.

İş İlanı 3: Doktoralı akademisyen aranıyor!

Gelen CV:
Adı: Yaşar Yılmaz
Mezun olduğu okullar: Hiçbir okula gitmedim ama dışarıdan sınava girerek ilkokul diploması aldım.
Konuştuğu yabancı diller: Yok
İş tecrübesi: Türkü söylemek.
Hobileri: Dertli mahlasıyla şiirler yazmak.
Referasları: Michigan Üniversitesi

Yine bomboş bir CV daha. İlk iki CV'de olduğu gibi sadece yabancı referanslar var, Türkiye'den tek kişi bile referansı yok. İş veren olmayacaktır herhalde.

Şiiri sazla söyleyen Aşıklık adlı geleneğin en önemli ustalarından biriydi Aşık Reyhani. Bu toprakların insanının duygusal yönünü onun kadar iyi anlatanı yoktur herhalde. "Ben gerçeğim, yanlış fikir olamam" diyerek çağın değerlerine meydan okuyabilen ender insanlardandı.

Michigan Üniversitesi fahri doktora ünvanı vermişti Aşık Reyhani'ye. Biz ise doğru dürüst bir iş veremediğimiz için yoksulluk içinde ölüp gitmişti.

Söylenecek pek fazla bir şey yok aslında. Ama yine de arada bir hatırlamakta fayda var: Kendini bir başkasının yerine koymayı ve onların bedenine bürünmeyi denediğin yalnızca bir dakika bile dünyayı farklı bir yer haline getirir.


25 Ekim 2016 Salı

Hayatın gizli CV'si!

Kariyer basamaklarını hızlıca yükselmek, iyi bir kariyer oluşturmak, daha çok paraya sahip olmak, önemli kişilerle ahbap olmak ve herkesin imreneceği hobiler edinmek için ihtiyacınız olan en önemli şey bir CV'dir. Yani bir özgeçmiş. Birçok kişi hatta dünyadaki hemen hemen herkes böyle bir CV oluşturacağım diye çalışır. Ama boşa geçirilen hayatı fark etmez.

Hiyerarşi kültürü ve sahte insan davranışları ile dolu iş hayatı aslında görünen CV'nin arkasında bambaşka bir CV yaratır. İnsanların bu gizli CV'si bir hayatın nasıl boşa harcandığını oldukça güzel özetler. İş hayatındaki hemen her profesyonelin sahip olduğu bu gizli CV'yi merak edenler için aşağıda karşılaştırmalı bir örnek oluşturduk. Normal bir CV'de olanlar ile gizli CV'de olanları madde madde sıraladık.

İş hayatındaki hemen herkesin sahip olduğu gizli CV; kısaca hayatın gizli CV'si:
(İsimler tamamen uydurmadır)

CV: Siyah Kuğu Üniversitesi, Finansal Çiftlikler ve Piyasalar Bölümü mezunuyum.
Gizli CV: İş hayatını parlak fikirlerimle değiştirmeye geliyorum. Muhtemelen bu fikirlerimle bir iki yıl içinde CEO yaparlar beni.

CV: Auschwitz Finans'ta yatırım uzmanı olarak 6 yıl çalıştım.
Gizli CV: Takdir edilmeyi hak ettiğimi düşündüğüm şekilde beni takdir etmeyen bu dar görüşlü yöneticiler ve aptal meslektaşlarıma daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Hiç kimse ideallerimi anlamak istemiyor. İlk fırsatta başka bir şirkete geçmeliyim.

CV: Hiroşima Securities'in yatırım bölümünde orta düzey yönetici olarak 5 yıl çalıştım.
Gizli CV: Çaresizce çarpıtılmış ideallerden bahseden üniversiteden yeni mezun bu çaylaklara yöneticilik yapmaktan tiksinti duyuyorum. Çoğu kendini bilmekten aciz.

CV: Bhopal Sallama ve Saklama Bankasında üst düzey insan kaynakları yönetici olarak 4 yıl çalıştım.
Gizli CV: İtiraz eden dik kafalı çalışanları değiştirmek için, her ücreti kabul etmeye hazır yoksul ve enerjik işsizler bularak patrona hoş görünmek adına gecemi gündüzüme kattım.

CV: Greenspan Finans ve Alçıpan şirketini CEO olarak 8 yıl yönettim.
Gizli CV: Açık konuşmanın tehlikesiz olduğu anlar dışında aklımdan geçenleri cesursa söylemeyen biri olarak insan ırkının bilinmeyen bir türünü keşfettim. Sevgi, saygı, adanma ve çalışma gibi değerlerin modern sentetik şekillerini icat ettim. İş dünyasını yıllardır yarı doğru sayılacak doğrularla uyutuyorum.

CV: Adam Smith ve Mahdumları Yatırım Bankasında yönetim kurulu üyesi olarak 5 yıl çalıştım.
Gizli CV: Akla yakın olanda uzlaşabilen insanlar şu şirkette neden yok acaba? Demek ki bir görevin para karşılığı yerine getirilmesiyle insan huzura ve mutluluğa ulaşamıyor.

CV: Commedia Dell'arte Hakikat ve Danışmanlık şirketini kurarak tecrübelerimi şirket çalışanlarına aktarmaya 7 yıldır devam ediyorum.
Gizli CV: Kişinin kendisinden daha fazla çalıştığı şirkete saygı duyması gerektiğini düşünmesem de bu şaşkınları buna ikna etmek zorundayım. Çünkü şirketleri bana bu yüzden para veriyor.

Hala öğrenemeyenler varsa bir kere daha özetleyelim. CV, yanlış yönlendiren bir böbürlenmeden başka bir şey değildir. İnsanın iş verilmez kılabilecek umutlarını ve fikirlerini hiçbir zaman içermez. İnsani kusurları görmezden gelerek onları taklit edilmesi gereken modeller olarak sunar. Kariyer basamaklarının tırmanılmasına dair abartılı bir anlatım olarak tasarlanır. Kısacası, monarşik despotizmin son yadigarlarından birinden başka bir şey değildir.

İşte, evrensel olarak kabul görmüş başarılı bir hayat ancak bu CV'lerde anlatıldığı şekilde yaşanıyor artık...

İnsanlığın en büyük başarıları ise, neredeyse herkesle fikir uyuşmazlığı içinde olan birkaç kararlı insan tarafından gerçekleştirilirken geri kalanına da hayat diyoruz: Solgun fenerlerimizle üzerini hep beraber aydınlattığımızda ortaya çıkan şey!

22 Ekim 2016 Cumartesi

Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!

Bankaların aldığı faize bir eleştiri de Başbakandan geldi. Faizlerin düşürülmesi gerektiğini vurgulayarak, "Ya bunu kendiliğinizden yaparsınız, ya da bunu size yaptırırız," dedi. Kararlılık yüksek görünüyor. Ne dersiniz, sizce faizler bu kez düşürülebilecek mi?

Modern antropolojinin kurucusu kabul edilen Alman antropolog Franz Boas, Vancouver Adasında binlerce yıldır yaşayan Kwakiutl yerlilerinin en büyük şamanı Quesalid'in (Kesalid olarak telaffuz ediliyor) hikayesini anlatır. Yerli kabilelerde şamanlar rahip, doktor ve bir rock yıldızı karışımı iyi para kazanan kişilerdir.

Kesalid gençliğinde asi bir adamdır ve şamanların zenginliklerine öfkelidir. Ona göre şamanlar düşkün, savunmasız ve akılsız kişilerin sırtından geçinen sahtekarlardır. Kesalid şamanların foyalarını ortaya çıkaracak bir plan yapar: önce güvenlerini kazanarak sırlarını öğrenecek, sonra da bunları açığa vurarak onları güçlü konumlarından edecektir. Hemen işe koyulur.

Kabilesindeki şamanlardan biri onu çıraklığa kabul eder. Beklenildiği gibi Kesalid'e öğretilenler aldatma üzerinedir. Kesalid kısa sürede tüm teknikleri öğrenir. Tüm şamanlık ritüeli bir kandırmaca üzerine kuruludur. Artık öğrendiklerini herkese duyurarak şamanları tahtından etmenin zamanı gelmiştir.

Fakat tam o anda beklenmedik bir şey olur. Kesalid'in şaman çıraklığı yaptığı duyulur ve bir aile hasta oğullarının iyileştirilmesi için Kesalid'ten yardım ister. Ailenin çaresizliğini gören Kesalid bu isteği geri çeviremez. Şamanın yanında öğrendiği aldatma tekniklerini kullanarak çocuğu tedavi eder. Bunun karşılığında büyük hediyelere boğulur.

Kesalid istemeden de olsa şaman çıraklığından şamanlığa geçmiştir. Ama bundan daha önemlisi şamanlara muhalifken bir anda büyük bir şaman olup çıkmıştır.

Şüphesiz ki Kesalid'in hikayesi bizimkinden bambaşka bir topluma aittir. Ne dersiniz, sizce de öyle mi?

Kesalid'in ayrıntılı hikayesini merak edenler Ian Leslie'nin çok satan kitabı Doğuştan Yalancı'yı (Born Liars) okuyabilirler. Biz baştaki konumuza geri dönelim. Ülkemizde faiz indirmesi istenilen bankalar, ki bunların devlet bankaları dışında kalanlar olduğunu düşünüyoruz, neredeyse tamamına yakınının yabancı bankalar olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Yani sahipleri dünyanın en büyük finans kuruluşları olan bankalar. Hani aylardır yöneticilerimizin Amerika Avrupa demeden peşlerinden koşturduğu ve Türkiye'nin ne kadar yatırım yapılabilir bir yer olduğunu anlatmaya çalıştığı finans kuruluşları. İngilizce bilen tüm yöneticilerimizin dilleri döndüğünce ülkemiz finans piyasasının mükemmelliğini anlattıkları finans kuruluşları. İşte, şimdi o finans kuruluşlarına Türkçe diyoruz ki, faizi düşür.

Eğer politik kapitalizm ve finans sisteminin nasıl işlediği hakkında birazcık bilgi sahibiyseniz faizin indirilip indirilmeyeceğini zaten anlamışsınızdır. İlave bir yoruma gerek yok sanıyoruz. Biz sadece Kesalid'in hikayesine son noktayı koyalım: Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!

18 Ekim 2016 Salı

Pretty Woman dedik Pretty Man çıktı!

Ekonomi kitaplarının anlatmadığı kavramlardan biri de sıcak paradır. Ekonomistler için bile anlaşılması ve hesaplanması oldukça zordur. Yararı ve zararının ne olduğu her zaman tartışma konusudur. Hal böyle olunca da tartışma bir türlü bitmez.

Kitapların anlatamadığı bu konuya ekonomik bir tanım getirmemiz elbette mümkün değil. Biz sadece unutulan bir hikayeyi yeniden anımsamaya çalışacağız.

Hikayemiz küçük bir adada geçiyor. Bu tropikal adanın tek geliri ejderha meyvesi denilen pitayadır. Fakat son zamanlarda pitayaya olan dış talep oldukça düştüğü için adada işler bozulmaya başlamıştır. Adanın acilen paraya ihtiyacı vardır. Adanın valisi Avrupa'dan gelen misafirini bir cafe'de konuk etmektedir. Bir yandan ekonomi hakkında konuşurlarken bir yandan da televizyonda oynayan Pretty Woman (Özel bir Kadın) filmini seyretmektedirler. Julia Roberts'in Vivian, Richard Gere'ın Edward rolünü oynadıkları bu filmi izlememiş yoktur herhalde.

Adanın valisi: Topraam, işler çok bozuldu bizim buralarda. Adalılar gidişattan endişeli. Beni başarısız buluyorlar. Neymiş, kalıcı yatırımlar yapmıyormuşum. Sanki pitayaları ben yiyecem. Çok mutsuzum, topraam. Mutsuzluk tak etti artık.
Yabancı misafir: Sen hiç merak etme, şefim. Senin çözümün bende, benimki de sende... Sana sıcak para lazım.

(Gülümseyerek televizyona kulak kesilirler)
Edward: Bir süreliğine bana bir arkadaş lazım.
Vivian: Sana çok iyi davranacağım, gitmeme asla müsaade etmeyeceksin.

Adanın valisi: Beni mutlu eder diyorsun yani. Ada halkı çok tedirgin, beni iktidardan edebilirler.
Yabancı misafir: Mesleki ilkeler ve etik kurallar bizim işte çok önemlidir. Burada olduğumuz sürece iktidarda kalırsınız, merak etmeyin.

Vivian: Öpüşmem ama geri kalan her şeyi yaparım.
Edward: Evlenelim o zaman.

Adanın valisi: Bizim adada pitayadan başka bir şey yok ama. Pitaya sizi tatmin edecek mi?
Yabancı misafir: Rica ederim şefim, sıcak para dediysek, biz de insanız, halden anlarız. Risk yoksa getiri de yoktur. Pitaya da olsa yeriz!

Edward: Faks makinamın üzerine oturuyorsun.
Vivian: Bu daha önce üzerinde oturmadığım bir şeydi.

Adanın valisi: Topraam, valla çok mutlu ettin beni. Böylece halkın bana olan sevgisi daha da artar.
Yabancı misafir: Tabi ki şefim, sen bana, ben sana.

Edward: Sen ve ben benzer yaratıklarız, Vivian. İkimiz de para için insanları aldatıyoruz.

(Yan masadan bir ses gelir)
...Sözlerinize istemeyerek misafir oldum, sayın valim. Adım James Tobin. Arka mahallede iktisatçıyım. İşinize karışmak gibi olmasın ama tanımadığınız kişilerle bu kadar kolay arkadaş olmasanız. En azından ülkeye girişlerine belli kurallar getirseniz.
Adanın valisi: Ne diyor bu ya!
Yabancı misafir: Sen onu ciddiye alma şefim. Abuk subuk konuşuyor. Benim kazancıma göz dikmiş hergele. Üzerinden vergi alın diyor.

Vivian: Odama çıkmak istiyorum. Edward'la kalıyorum.
Otel müdürü: Burası özel bir otel. Kıyafetiniz burası için hiç uygun değil.

Adanın valisi: Zaten ben de hoşlanmadım Tobin midir nedir bu adamdan. Topraam, anlaştık o zaman. Gelsin sıcak para öyleyse.

Gülüşerek ayrılırlar. Adada işler yoluna girmiştir. Yıllar böyle geçer. Fakat bir süre sonra durum yeniden kötüleşmeye başlar. Arkadaşı bir süredir ortalarda yoktur. Telefona sarılır ve arkadaşını arar.

Adanın valisi: Topraam, nerelerdesin yahu! Yolunu gözler olduk.
Yabancı misafir: Valla şefim, ben pitaya yemekten çok sıkıldım.
Adanın valisi: Ama tam da alışmıştık birbirimize. Uzun çizmen ve kısa eteğinle "pretty" olduğun kadar pratik de bir arkadaştın. Ne zaman mutsuz olsam beni hemen mutlu ediyordun. Ada halkı da mutluydu bu durumdan. Sen "pretty woman" değil misin, gelsene yine.
Yabancı misafir: Hayır şefim, ben "evlenmeden olmaz pretty woman"ım. Pitayanın kabuğu beni yoruyor. Kabuksuz olursa alayım.
Adanın valisi: Kabuksuz pitaya mı olur, topraam. Benim pitayam olmadan yaşayamam diyordun, ne oldu? Yedin bitirdin bizi valla!

Edward:
Ben sana asla fahişe gibi davranmadım.
Vivian: Ama şimdi davrandın.

Yabancı misafir: Pitayana da doyum olmuyor. Ben artık kapatıyorum.
Adanın valisi: Ülen biz de şans olsa zaten... Pretty woman dedik odamıza aldık, herif pretty man çıktı, iyi mi!

17 Ekim 2016 Pazartesi

Kürk mantolu madonna'nın Madonna'yı anlattığını sananların 7 ortak özelliği!

Başkalarının cehaletinden utanç duymadan geçirdiğimiz bir gün neredeyse yok. Bugün de "Kürk Mantolu Madonna" adlı romandaki madonna ifadesini Popstar Madonna sanan ve kitabı okumadığı halde okudum diyerek yalan söyleyen "zavallı" için utanç duyuyoruz.

Böyle bir cehalete nasıl sahip olunacağını merak edenler için bir kılavuz oluşturduk. Utanç duymamıza sebep olmak isteyen varsa, bu kılavuzdaki adımları uygulayarak, bunu kolayca başarabilir.

Kürk mantolu madonna'nın Madonna'yı anlattığını sananların 7 ortak özelliği!

1- Aptallık

Bu insan türünün en temel özelliği aptallıktır. Yani kendi çıkarlarına karşı bilinçsizce davranma becerisine sahiptirler. Amaçlarını son derece bilinçli olarak oluştururlarken, amaçlara ulaşmak için bilinçsiz bir çaba içine girerler. Aptallığı yok eden ve modern dünyanın kültür dediği şey, onlar için başarısız bir girişimden ibarettir. Unutulmamalıdır ki, aptallık zeka ile ilgili bir kusur değil, bilinçli bir iradi zayıflıktır. Cehalet ne güzel şey be, her şeyi biliyorsun!

2- Başarısızlıkları ile başarılı insan tipi
Mesela ekonomi yorumu yapıp da öngörüsü gerçekleşen insan tipinin başlıca özelliği budur. Kapıyı kapamak isteyen insan yerinden kalkar, kapıya doğru yürür ve kapıyı kapatır. Bu tür insan ise kapıyı kapatmak için yerinden kalkar, ayağı takılıp düşer, kafası kapıya çarpar ve kapı kapanır; o da şansı yaver gittiyse. Yani bu tür insanlar için başarı aptalca bir tesadüftür. İsabetli hatalar yaparak başarısızlıkları ile başarılı olurlar. S.Zizek diyor ya hani, bu insanların ihtimal eşiğini geçip gerçekleşen eylemleri sadece bönlük taşır diye. Haklı. Zaten Nirvana da bu tür insanlar için vardır: Kendisine ulaşmak için bir dolu nafile çaba gösterilen ama bir türlü ulaşılamayan yer. Bir gün Goethe'den şiir okursan eminim anlayacaksın; Goethe geldi aşkımız, ikimiz de şaşkınız!

3- Post Festum ilkesi
Bu insan türünün gizli doğasında post festum ilkesi vardır. Yani geriye dönüş ilkesi. Kısaca anlamı şudur: Gerzekliği anlamak için gerekli olan bilgiyi toplamadan önce gerzek olamazsın. Yani sen gerzek olduğunun farkında olmadığın için her şeye yorum yapabilme becerisine sahipsin. Hani Romalı demiş ya; factum stultus cognoscit, yani gerzek hatasını eylemden sonra anlar diye. Bunlarda bu süre oldukça uzundur. Marx'ı da okudum; mutlu sonla bitti, Spencer ile dükkanı en sonunda açtılar!

4- Quia ineptum est ilkesi
Bu insan türü inandığı gerçeklere, doğru temellere oturduğu için değil, quia enptum est olduğu için inanır. Yani absürt, kaçık ve imkansız olduğu için. Bu insanlar için davranış ve inanç bir arada yürüyemez. Onlara göre bilgi inanca karşıdır. Yani kısaca bilmezler ama inanırlar. Suç ve Ceza'yı seyrettim geçen hafta; rapciden oyuncu yaparsan olacağı bu be şekerim, çok hızlı konuşuyor, anlayamadım!

5- Verimli yanlış anlama ilkesi
Şu fıkra bu ilkeyi güzel anlatır. Bizimki Amerika'ya gitmiş. Yolda yürürken karşısına güzel bir ev çıkmış. Yoldan geçen adama "Bu ev kimin?"diye sorar. Adam, "I dont understand" diye yanıtlar. Yürümeye devam eder ve denizde büyük bir gemi görür. Yoldan geçen başka bir adama, "Bu gemi kimin?" diye sorar. Adam, "I dont understand" der. Yürümeye devam eder ve bir cenaze merasimi görür. Orada duran bir adama, "Bu cenaze kimin?" diye sorar. Adam, "I dont understand" diye cevap verir yine. Bizimkisi aynen şöyle der: "Ya, I dont understand efendi, giderken götüreceğin bir tabut, bir kefen." Anayurt Otelini de izledim be, her şey dahil değilmiş, o yüzden sevmedim

6- Cehalet-saadet ilişkisi
Cehalet ve saadet arasında yakın bir ilişki vardır. Bu tür insanlar aptal oldukları için bunu kavrayamazlar. Kavradıkları anda saadetlerinin sonu gelmiş demektir. Şu fıkra daha iyi özetler: Bizimkisi, bir horoz ve dört tavuğu yoldan geçen birine satar. Adamın hiç parası olmadığı için bizimkisi tavukları verip horozu para gelinceye kadar rehin tutar. 80'ler dizisinin romanını okudum, 1984'tü adı, çok sıkıcıydı, bö geldi!

7- Megara mantığı
Bu tür insanlar Eukleides'in kurduğu Megara ekolünün mantığına sahiptirler. Aptallığı ile ünlü bu şehrin okulunda insanlara tek bir şey öğretilirmiş: Haksız bile olsan hakkını ara. Yani bu insanlara laf anlatman mümkün değildir; o nedenle boşuna uğraşma bence. Endless love şarkısına hiç alışamadım be funda, daha ziyade endli love'ları seviyorum!

Programın adına uysanız ve keşke aranızda kalsaymış be... Durdurun dünyayı inecek var!

15 Ekim 2016 Cumartesi

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?

Son günlerdeki deprem haberleri yine herkesi tedirgin etti. Depremi haber veren bir sistemi maalesef hala hayata geçirebilmiş değiliz. Deprem korkusu evrensel bir korku olarak varlığını sürdürmeye bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Ekonomi bilimi hayatın her sorununa çözüm bulabileceği ile övünüyor. Ne dersiniz, acaba depreme de çözüm bulabilir mi?

Elbette ki!

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?

Adam Smith

Camianın "Edim" değil "Adam" Smith olarak tanıdığı modern kapitalizmin fikir babasına göre depremin tek sebebi görünmez eldir. Zaten depremin olacağı evimize bedeva ekmek ve makarna getiren iyi niyetli fırıncının gelişinden belliydi.

Karl Marx
Foucault'nun, "bu dünya insanlarının birbirleriyle şey etmesinin tarihidir," dediği Karl Marx'a göre depremin tek nedeni asgari ücretle çalıştırılan ve bir de üzerine bireysel emeklilik hesabı açtırılan işçilerdir. Zavallı işçi katkı payı ile parası buharlaşırken, katkı payı ile katı olan her şeyin buharlaşacağını da anlamış oluyor.

Ludwig von Mises
Ona göre Marx deprem işinden hiç anlamıyor. Depremin sebebi emeğin kapital ile yönetilmemesidir. Hatta bu hususta çok ciddidir: Her kim yaşamayı ölüme, mutluluğu çile çekmeye, huzuru ızdıraplara tercih etmekte ise üretim araçlarındaki özel mülkiyeti hiç tavizsiz savunmalıdır. Yani kısaca demek istiyor ki; ver malı ellere, vur popoyu yerlere!

John Maynard Keynes
Keynes'e göre depremin sebebi devletin müdahale etmemiş olmasıdır. Eğer devlet müdahale etseydi deprem olmazdı. Bu basın açıklamasının ardından kendisine, "Depremle devletin ne ilgisi var?" diyen gazeteciye de aynen şu yanıtı vermiştir: "Beğenmiyorsan, kendi teorini kendin yaz."

Milton Friedman
Bu sözden kendisine vazife çıkaran Friedman, Keynes'e tavır alarak aynen şöyle demiştir: "Depremin sebebi devletin müdahale etmesidir. Devlet müdahale etmeseydi deprem olmazdı." Bedava öğle yemeğinin olmadığını devletin müdahalesinden anlamış oluyoruz.

Thorstein Veblen
Veblen'e göre karakteri bozuk kültürsüzler, gösteriş amaçlı tüketim, özel mülkiyet ve parası bol aylaklar depremin alametidir. Veblen oldukça karamsar bir ekonomisttir. Artık küçük buhranlar olmayacak, büyük buhranlar olacak diyerek büyük bir deprem beklediğini de her fırsatta belirtmiştir.

Herbert Simon
İnsan beyninin yetersizliğini ekonomi alanında ilk fark eden oydu. "İnsan beyni kısıtlı çalışır; her şeyin cevabını bilemez; atar tutar; o zaman ben de atayım," diyerek depremin asıl sebebini şöyle özetlemiştir: "Deprem ateistler yüzünden oluyor." Neden mi? Çünkü eğer bir sofuysan böyle bir açıklamadan çıkar elde ediyorsun da o yüzden.

Nouriel Roubini
Roubini'ye göre depremin sebebi çok fazla kişinin konut kredisi alması ve sonra da taksitlerini ödeyememesidir. Hatta bu durum deprem değil kıyamettir. Beklenen İstanbul depremini şu an dünya üzerinde bilecek ikinci kişi muhtemen Roubini'dir; Allah karamsar yorumlarına zeval vermesin! İlk kişi mi? Elbette ki Ağaoğlu; evler satılmazsa depremin şiddetini sen seç artık!

Thomas Piketty

Dünyada hiç kimsenin baştan sona okuyup bitiremediği ilk best-seller ekonomi kitabını yazan ekonomisttir. Ülkemizdeki binlerce kişinin de "Şu çılgın Türkler" zannedip kitabı satın aldığı, 50 sayfa okuyup rafa kaldırdığı bilinmektedir. İşte, bu efsane ekonomiste göre depremin sebebi faiz yiyenlerdir. Neymiş, faiz oranı büyüme oranından büyükse zengin daha zengin olurmuş. Hadi ordan! İlk bir milyonu sorma, gerisini anlatayım.

Daniel Kahneman
Davranışsal finansı başımıza musallat eden bu ekonomiste göre depremin sebebi ekonomik içgüdüleri ile karar vererek sahip olduğundan daha çok harcayan insanlardır. Bu görüşünü de deneysel bir örnekle şöyle açıklıyor: "Kadın giyim reyonunu ikinci kata değil de giriş katına, erkek giyim reyonunu giriş kata değil de ikinci kata koyarsanız depreme neden olursunuz." Hamdolsun, bizde hepsi doğru yerde!

George Akerlof
Akerlof'a göre deprem asimetrik bilgi meselesidir. Çarpık arabayı yeni fiyatına satan dolandırıcı satıcılar yüzünden olur. İyi de canım abim, biz zaten geliş fiyatına bırakıyoruz. Bırak bu ayakları, olası depremin tek nedeni senin eşindir. Janet Yellen faizi arttırırsa yedi nokta sekiz ile sarsıldık demektir.

Gary Becker
Bu ekonomistimize göre deprem tahminciliği işi çok abartılmıştır. Bu hususta şöyle der: İki tip (deprem) tahminci vardır; bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler. Hatta daha da ileri gider ve şunu ekler: "Deprem tahminciliği (iktisat) mesleği, kelimeleri özenle seçiyorum, iflas etmiştir. Ya Topraam, ayıp oluyor ama!

Frederic Bastiat
Bastiat, konuya farklı bir bakış açısından bakar ve hükümete bir dilekçe yazar. Dilekçe aynen şöyledir: "Ekonomik, finansal, siyasi, ahlaki ve bilimum krizlerin üreticilerinden hükümete dilekçe; depremin sebep olduğu haksız rekabeti derhal kaldırınız. İmza, ekonomistler."

Depremsiz ve ekonomistsiz bir hayat dileklerimizle...