22 Temmuz 2017 Cumartesi

1.Göbekli Tepe stand up günleri!

Arkeologlar toplanıp bir karar almışlar. Bu Göbekli Tepe'yi biz tanıtamıyoruz bari tanıtacak birini bulalım diye. Akıllarına iRRasyonel gelmiş. Aradılar. Biz ne yaptıysak olmadı, insanlar televizyonlarda mayolu insan aktivitesi seyretmeyi tercih ediyor bu aralar. Bilgiye ilgisiz insanları etkileyemiyoruz. Acaba Stand up Ekonomi şovlarınızdan birini Göbekli Tepe'de gerçekleştirebilir misiniz diye sordular. Hedef kitle bilgiye ilgisiz kitleler olunca derhal kabul ettik teklifi ve soluğu Şanlıurfa'da aldık. Kazı alanına ziyaretçi alınmadığı için şovumuzu yine seyircisiz yapmak zorunda kaldık.

Değerli arkeoloji severler ve arkeoloji ne işe yarar ki, taşlar hep aynı yerinde duruyor işte diyen arkeoloji bilmez hödükler, hepinize bu sıcak Urfa akşamından saygılar gönderiyoruz. Bu arada Indiana Jones severleri de unutmayalım, onlar da bu mesleğin erbapları sayılır. Lisedeyken, "İş bulamazsın evladım, sakın arkeoloji yazma," diyen ebeveynleri de atlamayalım, sayıları bir hayli fazla çünkü. Ama ne olursa olsun, birçoklarının okumak isteyip de okuyamadığı bir meslektir arkeoloji. Herkesin içinde bir uktedir... Açılın ben arkeoloğum... Hanım, ver ordan kazmamı, küreğimi ve kamçımı!.. Hmm, Roma dönemine ait bir diş fırçası, milattan önce 540... Ha ha...

Buraya gelirken üniversite mezunu birçok kişiye Göbekli Tepe hakkında ne düşünüyorsun diye sordum. Maalesef %90'ı ne demek istediğimi anlamadı. Üzücü... Hani derler ya istatistik bilimi mini etek gibidir, çok şey gösterir ama asıl görünmesi gerekeni göstermez diye. Şimdi bu istatistiğe bakınca, mini eteği bırak, X-Ray gibi bir durum çıkıyor ortaya. Adamın kalçadaki platini bile görüyoruz neredeyse. İnanılacak gibi değil, tarih beş bin yıl daha geriye gitmiş, Göbekli Tepe'yi duyan yok. İstatistiği şöyle tanımlasalar daha doğru olurmuş herhalde: İstatistik babydoll gibidir, ne kadar güzel olsa da tek işlevi başka biri tarafından çıkarılıp atılmaktır!.. Ha ha...

İnsanlık tarihinin bilinen en eski toplumsal yapıtları Stonehenge ve piramitlerdi. Yazılı tarih ile okullarda çocuklara öğretilen buydu. Ta ki Urfalı çiftçinin tarlayı sürerken bulduğu o küçük heykele kadar. Çiftçi heykeli kaptığı gibi müzeye götürmüş. Müze Müdürü heykele kısık gözle bakma tekniğini kullanarak bakmış, bakmış, bakmış, arkeolog olmadığı için olacak herhalde, kireç taşından tarihi eser mi olur diye basmış fırçayı çiftçiye... Kardeşim, biz burada ciddi bir iş yapıyoruz, kireç taşından heykel mi olur, hiç mi tarih okumadın!.. Çiftçi tarih bilmemenin verdiği hüzünle köyüne dönerken müze müdürü tarih bilmenin verdiği gururla heykeli depoya atmış. Mizah yazsan daha komiğini yazamazsın herhalde ama gerçek... Canım, tarihi eser kontrolünden yeni çıktım, hiç öpmeyeyim... Ha ha... Arkeoloji okuyan öğrenci görse okulu bırakır...

İnsanlık tarihinde ilk kez Göbekli Tepe'de bir araya gelen insan grupları çakmaktaşının çıkarıldığı endüstriyel bir merkez yarattılar. Muhtemelen madenciliğe başlamadan önce şu geyikleri yapmışlardır. Ne de olsa bu toprakların evladı bu Göbekli Tepeliler... Abi, bu kireç taşı bor gibi bir şey, bizim klanın tüm borcunu siler çıkarırsak alimallah... Karşı klandakiler çıkarmamıza izin vermiyorlar kardeşim... O zaman önce İdrakyum elementini bulalım, durumu idrak edelim... Ha ha... Ve bizim Göbekli Tepeliler kiraç taşını çıkararak neolitik çağı başlatmışlar. Neolitik... Yani insan topluluklarının tarıma başlaması... O da burada başlamış, Göbekli Tepe'de... Adamlar büyük vizyon koymuşlar bu işe girerken... Abi, var mısın kendi kendisine yeten yedi ülkeden biri olalım... Ne diyosun oğlum, manyadın mı, ne ülkesi; amma neolitik oldun...

Neolitik... Sıkıysa sen de ol, ama kolay değil. Düşünsene, Göbekli Tepelisin ve tarih öncesi dönemden tarihi döneme geçiyorsun. Tarih öncesi dönem... Tarih öncesi... Boğaz Köprüsünü geçecez diye köprü trafiğe kapatılıyor saatlerce. Adamlar tarih öncesi dönemden tarihi dönem geçmişler. Hadise kolay olmamış tabi... Bir gün, ilk insanımsılardan birkaçı, biz artık burada sizinle yaşayamayız, kendi evimize çıkacağız deyip ormanı terketmişler. Ormandaki kardeşleri bu duruma çok sevinmiş tabi... Hakkı abi, bu manyaklardan kurtulduğumuz çok iyi oldu ya. Herif sabaha kadar çiftleştiği arkadaşıyla tartışıp duruyor, hiç uyutmuyordu. Hala neden bir erkek dişisiyle tartışır anlamış değilim... Oğlum, o da bir şey mi, bizim yanda bir tip var, herif başaklara su veriyor. Bir gün sordum, ne yapıyorsun diye, sularsak daha çabuk büyür dedi. Sana samimi söylüyorum, bunlarda hiç maymunluk kalmamış... Ha ha...

Tarih öncesi... Neolitik... Sancılı. Gençken saç uzatırken çektiğin çile gibi... Yeni evlerine yerleşen insanımsılar da eskiden beraber yaşadığı arkadaşlarını unutmamıştır... İyi ki çıkmışız o heriflerin arasından kanka, herifler bildiğin maymun, maymun... Kankacım, aynen öyle, aynen... Kanka, ne yapalım biliyor musun, daha fazla çocuk yapıp sayımızı arttıralım, sonra da bu hayvanları alıp eğitmeye başlayalım... Hay aklınla bin yaşa kanka, gernik buğdayı tarlalarını da bunlarla süreriz...

İşte, tarih böyle başlar. Göbekli Tepe, insanlığın ilk avlanma ve toplanma merkezi. Avcılık ve toplayıcılıktan evcilleştirmeye geçişin başlangıç yeri. İnsanlık tarihi için bundan daha mühim bir olay az bulunur. Etkisi o zamanlarda bile çok derin olmuştur... Fred Flintstone'un Göbekli Tepe vatandaşlığına geçerek Fred Çakmaktaş adını alması o günlere denk gelir. Göbekli Tepe vatandaşı olduktan sonra soyadını değiştiren Fred Çakmaktaş, adam gibi adam...

Ve böylece Göbekli Tepe'de hayat başlar. Besin zinciri içinde hayatta kalma çabası ile artan toplumsal rekabet zaman içinde daha karmaşık hale gelir. Göbekli Tepeliler av hayvanlarını öldürmek ve et elde etmek için stratejilere ihtiyaç duyarlar. Bunun sonucunda da çakmaktaşı parçalarını kullanarak bıçağı icat ederler. Artık daha uzak mesafelerden hayvanları öldürebilmektedirler. Çakmaktaşı ve obsidiyen gibi daha sert kuvarsitlerin modifikasyonuyla ilerleme devam eder... Stratejik düşünme. İşte, o da bu topraklarda bulundu... Abi, bu hayvanların üzerine atlayıp onları öldürmeye çalışmayalım, bazen onlar bizi öldürüyor... Ya ne yapalım?.. Şu sırığın ucuna kireç taşından yaptığımız sivri şeyleri takıp uzaktan onlara fırlatalım... Çok dolambaçlı düşünüyorsun ama, yani, neden olmasın... Ha ha...

Stratejik düşünme çok geçmeden kabiledeki kadınların beynine de girer... Hayatım, akşam benim evde romantik bir yemek yesek diyorum, biliyorsun, tanışmamızın birinci yıldönümü... Bildiğin erkek beyni, derdi yemek değil, daha çok yemekten sonraki biyolojik olasılıklar... Şekerim, Kaya'yla Oya'yı da mı çağırsak, ne de olsa tanışmamıza onlar sebep oldu... Hayatım, Kaya'yla Oya'nın ta... Erkek sinirlense de kadın stratejik düşünmeyi öğrenmiştir artık. Evlenmeden olmaz... Ha ha...

Stratejik düşünmeyi çok uluslu şirketlerin yarattığını sanırsın ama, bak değil işte. Göbekli Tepe. Arkeoloji okusan insanlık tarihi için önemini daha çok anlarsın. Ne diyorduk... Ha, köylünün bulduğu kireç taşından heykeller müzenin deposunda, anlayabilen beyinler tarafından yeniden gün ışığına çıkarılmayı beklerken, arkadan bir ses gelir: "Açılın ben arkeoloğum!" Kim?.. Klaus. Hangi Klaus?.. İnsanlık tarihini beş bin yıl geriye götüren insanın adını bile bilmiyoruz. Neyse, ne diyorduk, arkeoloji, arkeo yani eski bilgisi, loji yani bilim. Ne oldu, eski bilgisi bilimi. Arkadaşlar arasında ne diyoruz? Mezarcı. Ha ha...

Zor iştir arkeolog olmak. Sıcak hava, toz, toprak, kazar durursun aylarca. Sonunda ulaştığın kanıtları gururla duyurursun dünyaya. Sezar'ın karısı Culpirnia'ya ait el aynası... Hemen yorumlar başlar. Kardeşim, sen arkeolog musun paparazzi mi? Ne işin var milletin yatak odasında? Sizin işiniz gücünüz yok mu ya?.. Ha ha... Nerede kalmıştık, Klaus Schmidt. Göbekli Tepe'yi ortaya çıkaran arkeolog. Sen hala piramitleri uzaylılar mı yaptı diye abuk şeyleri tartışa dur, adam tarihi beş bin yıl geriye götürdü ve şöyle dedi: "Piramitlerden beş bin yıl önce yapılan bu eserleri bildiğin insanlar yaptı." Yani Made in Göbekli Tepe. Bildiğin tarihe kroşe!

Klaus Schmidt. Gerçek bir kahraman. Sadece Mısır piramitlerine çakmadı tabi. En acısını İngilizlere ayırdı. Adamlar Stonehenge denilen yeri dünyaya öyle bir pazarlamışlar ki, iş orayı gezenlerin hacı olmasına kadar gitmiş. Astronomi, geometri, meteoroloji ve paganizmin membaı bu anıtlar tarihin ilk bilim ve ibadet yeri sayılırken... Adamlar her yıl bu işten milyarlarca dolar kaldırırken... Klaus Baba öyle bir çakmış ki. Bak Bro demiş, senin elindeki anıtlar çakma. Orijinali altı bin yıl önce burada, Göbekli Tepe'de yapıldı. Seninkiler bunların basit kopyaları. Bu basit taşlarla dünyayı kandırmayı bırak ertık... Klaus Baba, adamın dibisin dibi... Ha ha...

Aslında bu hacı olma konusu önemli. Yazılı tarih ilk toplu ibadet yerlerini piramitler ya da stonehenge olarak anlatırken, Klaus Baba mevzuyu beş bin yıl geriye götürmüş. Göbekli Tepe'ye. Göbekli Tepe şamanlarına. Tarihin ilk ilim ve din adamları. Enteresan kişilikler. Hatırlarsın onları. Garip kıyafetleri içinde garip danslar yaparlar. Niye? Soru basit aslında: Akşama aç kalmamak için avlayacağımız bizonlar nehrin hangi yönüne gitti? İşte, bu ve benzeri soruların yanıtını bilen tek kişi şamandır. Soru basit gibi görünüyor ama aslında saçma. Ülen, milattan önce on binlerde yaşıyorsun. GPS mi var, radar mı var? Adam nereden bilecek bu sorunun yanıtını? İşte, şamanın soru sorulduktan sonra aklından geçen ilk şeyler de buna benziyordu: "Ülen, göbeğine bal döküp yaladığım... ben nereden bileyim bizonlar nereye gitti... Evliya mıyım ben... Şamanımız yok, şaman ol dediniz olduk... Daha ne yapayım dinini sevdiğim..." Şaman haklı tabi. Ama işin sorumluluğu da var. Ahali seni adam yerine koymuş, para vermiş, kadın vermiş... Liyakata uygun davranman beklenir. Muhtemelen bu şamanlar anadolu çomarı denilen türün ilk ataları olabilirler. O anda şamanın aklına güzel bir fikir gelir: "Şimdi bu geri zekalıların bu saçma sorusuna saçma bir dansla karşılık vereyim ki, benim derin düşüncelere daldığımı sansınlar..."

Şaman davula vurduğu gibi acayip acayip dans etmeye başlar. Ahali, şamana hayran hayran bakmaktadır. Tezahüratlar filan... En büyük şaman, bizim şaman!.. Her Göbekli Tepeli şaman doğar!.. Aşıksan vur saza, şamansan bas gaza!.. Ha ha... Şamanın düşüncelerine bağlanalım yeniden. Aptal aptal figürlerle dans eden şaman o esnada şöyle düşünmektedir: "Bu geri zekalılara ben bunu nereden bileyim demek olmaz. Zaten yoruldum, akşama yemek ve kadınsız uyumak istemem. Nehrin zaten iki yönü var. Şimdi aşağı yönü diyeyim. Avcılar orada bulamazlarsa bir daha ki sefere yukarı yön derim, olur biter." Ha ha... Yani aslında bildiğin CEO. Her şeyi bilir gibi yapan ama bilmesi mümkün olmayan bir tip.

Aslında Göbekli Tepeliler akılcı insanlardı. Kendi kültürlerinden kaynaklanan sorunlara cevap vermek için bu tür arayışlara girmişlerdi. Neyse, ne diyorduk, şaman haklı çıkmış ve avcılar bereketli bir avla geri dönmüşler. Vur davula şaman baba... Fakat bu bolluk bir süre sonra durdu. Çünkü ilerleyen teknoloji, yani hayvanları kireç taşından yapılan yeni aletlerle avlama, hayvan sürülerinin sonunu getirdi. İşte, Göbekli Tepe'nin inşasına muhtemelen o zaman karar verildi. Biz bir hata yaptık, bunun kefaretini ödememiz gerekiyor. Hemen meclisi topladılar. Tartıştılar, fikirler sundular ve sonunda baş şaman kararı açıkladı: "Toprak anadan hep bereket bekledik. O verdikçe biz diktik fallusu. Daha çok verdi, daha büyük fallus diktik. Ee, n'oldu sonra... Hayvanları öldür ver fallusu, ağaçları kes ver fallusu!.. Sonuç bu işte. Derhal büyük bir ibadet alanı yapmamız gerekiyor..." Ha ha...

Göbekli Tepe'nin yapımına nasıl karar verildiği bir sır. Belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ama şunu kesinlikle iyi biliyoruz. İnsanlık tarihinin ilk etik savaşı, Göbekli Tepe denilen, madenciler ve taş ocağı çalışanları arasında yaşandı ve yeryüzüne duyulan sorumluluk duygusunun bir karşılığı olarak bu eserler ortaya çıktı. Yeryüzünün ilk sanayicileri de burada yirmiden fazla tapınak inşa ettiler. Böylece bilinen tarih beş bin yıl daha geriye çekilmiş oldu.

Eğer dünyanın en eski tapınağı neresidir diye sorarlarsa artık biliyorsun: Göbekli Tepe, Milattan Önce 10.000.




11 Temmuz 2017 Salı

Nöroloji kongresinde stand up!

"Stand up Ekonomi" yaptığımızı bu kez de Sosyal Nörologlar duymuş olmalı ki, bizi kongrelerine davet etme nezaketini göstermişler. Nörolojinin sosyal durum ve davranışlara nasıl uygulanacağını araştıran bu alt bilim dalını bir de bizden dinlemek eğlenceli olur diye düşünmüşler. Katılamayacağımı üzülerek kendilerine ilettim, seyirciye gösteri yapmadığımı bildirdim. Sorun yok dediler, gösteri seyircisiz olacak, çünkü sosyal nöroloğumuz maalesef bulunmuyor. Ha bak, o zaman davetinize seve seve gelirim diyerek yola düştüm.

Kongrenin yapılacağı Phoenix Antik Kentini bulmam biraz zor oldu. Büyük tiyatrolarda gösteri yapmaktan hoşlandığımı biliyor olmalılar ki kongreyi büyük bir antik kentin tiyatrosunda yapmaya karar vermişler. Nörolog ne de olsa, zeki adam; senin benim gibi değil, üç kuruşluk nöronun hesabını yapmıyor.

Neyse, tiyatronun yerini ararken öküzlerini otlatan bir köylüye rastladım. "Phoenix Antik Kentinin tiyatrosu nerede?" diye sordum. Köylü şaşkın bakışlarla, "Burada tiyatro miyatro yok," dedi. "Kaç kilometre yoldan geliyorum, kongre yapılıyor, tiyatro olmaz mı?" diye söylendim köylüye. "Bir nörolog ne kadar yanılabilir?" Köylü umursamaz görünerek söylene söylene yürüdü gitti: "Bütün antin kuntinler de hep mi Taşlıca'yı bulur ya?.."

Köylünün son dediğinde haklı olmadığını düşünsem de ilk dediği galiba doğruydu. Antik kentin tiyatrosu yoktu. Şaşılacak şey, sen buralara şehir yap, içine bir tane tiyatro koyma. Ne biçim şehircilik anlayışıdır, hadi sen yapamıyorsun, ver bir taşerona, o da bir altına verir, elden ele... Sen Karyalısın kardeşim, biraz büyük düşün ya...

Öfkemi kısa sürede atarak gösteriyi gerçekleştirebileceğim, manzaraya hakim güzel bir kale duvarı yıkıntısı buldum. Serçe Limanına doğru güneş batmak üzereyken gösterinin başlaması gerektiği bildirilmişti. Öyleyse gösteri zamanı!

Kıymetli Sosyal Nörologlar, bu güzel organizasyon için teşekkürlerimi kabul edin lütfen. Karyalılara da sitem etmeden geçemeyeceğim. Şimdi bu güzel şehre tiyatro inşa etmeyen insanın nöronlarından şüphe ederim ben... Karya tarihine de notumuzu düştük böylece.

Nörolojinin beyni incelemesi hepimizi tatmin ediyor olacak ki beyin hakkında neredeyse hiç konuşmuyoruz. Üzerinde konuşacak bir şey varmış gibi de durmuyor birçoklarına. Beyin işte,vücudun bir ilçesi, rakım 170 santimetre... Boy biraz kısa galiba!..

Çok komik!.. Duydunuz di mi, Karyalılar da oradan laf sokuyor akıllarınca: "Kayı boyu kompleksi!" Önemli olan boyu değil Karyalı kardeşim, işlevi işlevi... Ya işte, kalırsın öyle...

Bugün size beyin hakkında, birçoklarına sıkıcı gelen, üzerinde konuşmaya gerek duyulmayan bilgileri, bir stand up ekonomistinin gözünden anlatacağım. Aslında,insan beynini belki de en iyi tanımlayan kavram esnek olabilme becerisi.

Belgesellerde görmüşsünüzdür. Yunuslar doğar doğmaz yüzmeye başlarlar. Zebralar dakikalar içinde ayakta kalmayı öğrenirler. Bunun sebebi onların bebeklerinin bizim bebeklerimizden daha becerikli olmaları değildir. Sadece beyinleri önceden proglamlanmış bir şablona göre bağlantı kurar. Belli bir ekosistem içinde bu tür bilgiler işe yarar. Ama üşüyünce karaya çıkıp havluya sarılan yunus yoktur. Ya da "Kardeşim ne biçim aslansın, işin gücün bizi yemek," diyen eleştirel düşünceye sahip bir zebra göremezsin. "Kişisel gelişim kursuna gidiyorum, yakında yoga da öğrenecem, artık beni zor yersin..."

Ne olacak bu Afrika'nın hali... Ha ha... Millet aç aç!... Aman kolestrola dikkat aslan bey kardeşim, sabah koşularını aksatmayalım lütfen... Rızkım kadar olanı yiyorum doktor bey, fazlası değil, iki gözüm önüme aksın ki!.. Gördün mü, rızkı kadar olanı yiyor zavallıcık, hadi, vejeteryanlar bunu da açıklasın...

Önceden programlanmış beyinle doğma, belli bir bölgede işe yarar ama o bölgenin dışına çıkardığınızda pek işe yaramıyor. İşte, insan böyle bir beyinle doğmuyor. Çevresine yavaş yavaş uyum gösterecek biçimde bir beyin yapısına sahip. Yani esnek. Eşek ile fingirdeşen aslan göremezsin ama erkek için aynı garantiyi veremem... Bir kadını yirmi erkek ister biri alır, bir erkeği yirmi kadın ister yirmisi de alır. Esnek yani.

Çok acayiptir insan beyni, çok... Rakım 170, Nüfus... Iıı, şizofrenin derecesine göre değişiyor... Ha ha... Esnek...

Düşünün, 1,5 kilogram ağırlığında ve yüz milyar nöron içeriyor. Her nöron, yani beyin hücresi, saniyede 100 defa diğer hücrelere elektrik sinyali gönderebiliyor. Yani şöyle: Çakar çakmaz çakan çakmak... He de!.. Çakar çakmaz çakan çakmak... Hö de!.. İşte, bunu saniyede yüz kere yapabilecek kapasite var bir nöronda... Amca, beynimizin %97'sini kullanmıyoruz ama... Acaip bir şey evlat, Allah kimsenin başına vermesin!.. Ha ha...

Çocukluktan ergenliğe geçişle birlikte beyinde yeni nöron ve sinapslar oluşmaya başlar. Nöronların bilgi iletimini sağlayan noktalarına sinaps deniyor. Mesela kız arkadaşından ayrıldın. Onu hala seviyorsun, sinaps bir. Ondan nefret ediyorsun, sinaps iki. Her an sana geri dönebilir diye bekliyorsun, sinaps üç. Yani nöronda üç sinaps var diyelim. Dolaşıyorsun ortada, geldi gelecek, döndü dönecek, sinapslara elektrik veriyorsun... Derken, o da ne, eski kız arkadaşın yeni sevgilisiyle el ele... N'oldu, dördüncü sinaps!.. Başka sinapsa gerek yok deyip durumu kabul edebilir, ya da "Ya benimsin, ya toprağın," deyip yeni bir sinaps daha ekleyebilirsin nöronuna... Ha ha... Ne de olsa %80'i su olan bir beyne sahipsin. Demek ki suyla çılışıyor melet! Ha ha...

Yani demem o ki, bu olan bitenler prefrontal korteks denilen yerde cereyan eder. Duygular, düşünme yeteneği, problem çözme ve yaratıcılık buradan yönetilir... Sevgilim, bu gece çok uzun olacak... Ay, başım çok ağırıyor, ben uyudum... İşte, baş ağrısını veren yer orasıdır, prefrontal korteks. Bilsen, sevgiline küsmezsin... Ha ha... En önemli cinsel organının prefrontal korteks olduğunu unutma, geri kalan yan sanayi. Das beyin über alles!..

Prefrontal korteks önemlidir. Ama onun kadar önemli bir başka bölge daha vardır beyinde: Hipokampus. Yani hafıza ve yön bulmada bize yardımcı olan beynin küçük bir kısmı. Yön bulma... Sesime gel... Madem sese gelinebiliyor, ses ver yanına geleyim desene. Zor, hipokampus zayıf... Ama bazı insanlarda bu hipokampus normalden büyük de olabiliyor.

Yol soranları cevap veren istekli bir insan tipi vardır. Sözlerine 'bak şimdi' diyerek başlayan google maps'ten hallice dost canlısı bir adamdır: "Bak şimdi, başkasına sormana gerek yok, beni eyi dinle. Bak şimdi, sen çok yanlış gelmişsin kardeş. Bak şimdi, Üçüncü göbekten aşağıya sallan, yirmi metre sonra ver sırtını camiye, girilmez tabelasını göreceksin, oradan içeri gir, kime sorsan gösterir..." Ha ha, gelişmiş hipokampus... Bu noktada akla gelen şu soruyu Sosyal Nörologlarımıza hemen soralım: Acaba normalden büyük hipokampuse sahip biriyle evlenirsem ileride sorun yaşar mıyım?

"Bak şimdi hemşerim, sıralı sistem tüp taktıracaz, bir de beyin tabi... Bu ekolayzır göstergelerinin beyni de hemen bozuluyor be kardeşim..." Precessor'u beyin olarak algılayan hipokampus ne kadar geniş olabilir ki?.. Rezalet puanı: 10/10... Yol tarif edeni tanırım; yol tarif etme dışında özünde melek gibi bir insandır... Ha ha...

Büyük resmi görmek gerek... Holistik parodi... Çok feci...

Beynimizin en tipik özelliği yanılabilir olmasıdır. O kadar nöronu bilgiyle doldurursun ama beyin gider bambaşka bir şey hatırlar. Tuhaftır, ama böyledir. California Üniversitesinden bir meslektaşınız var, Elizabeth Loftus, burada değil sanırım... Hanımefendi öyle bir araştırma deneyi yapmış ki, ağzın açık kalır. İnsanların hatıra yarattığını bulmuş. Yani uydurduğunu... Yok canım!

İnsanlar elbette hatıra uydurabilirler... Hayatım, dün gece bir bardak bir şeyler içtim, dokundu herhalde bana, kendimi kötü hissettim. Allahtan Ebru ile Ayşe bana yardım ettiler, beni evlerine götürdüler dinlenmem için. Sabah olunca oradan işe gittim... Öğleyin aradım, işe gitmemişsin... Sekreterle aram iyi değil biliyorsun, gıcıklığına yapmıştır... Ha ha...

Ama Elizabeth Loftus'un bulduğu şey bu değil. İnsanların durup dururken hatıra yarattıklarını bulmuş. Durup dururken... Şaşırmadın di mi?.. Zoruna da gitmedi!.. Askere gidersin, gelirsin, bir senede yaşananları yetmiş sene anlatırsın. Yahu, bir saatlik sıradan bir içtima nasıl sekiz saat anlatılır?

Bir gün yine savaşıyoruz, etrafımızı sardılar, esir düştük. Sıraya dizdiler. Ya kurşuna dizecez, ya da sizi... öpücez dediler. Ha ha... Eee, n'oldu? Hepimizi öldürdü şerefsizler.

Beyin, enteresan bir organ, gurura önem veriyor. Verileri nasıl işlediği hala bir gizem ama. Senkronizasyon sorunu var... Yüz metre koşucuları üzerinde bir araştırma yapmışlar. Start verilir, yarışçılar koşmaya başlar. Bilirsin o sahneyi. Ses gelir, koşucular fırlar. Sen öyle san. Start veriliyor, ama bizimkiler saniyenin onda ikisi kadar bir süre sonra koşmaya başlıyorlar. Bu süre böyle bir koşu için önemli bir fark. Ama beyin geç tepki veriyor işte... Oğlum nerdesin?.. Abi, çağırdın hemen geldim... Aferin, hep böyle...

Bu senkronizasyon meselesi tuhaf iştir. Beyin veriyi alır, önce motor kortekse, oradan omurilik aracılığıyla kaslara sinyal gönderir. Bu da zaman alır. Saniyenin onda ikisi. Bir şey ifade etti mi?.. Etmedi mi?.. Saniyenin onda ikisi!

Bak şimdi, kırmızı ışıkta durdun, yeşil ışığın yanmasını bekliyorsun. Öyle öküz gibi lambaya bakıyorsun. Işığın yeşil yandığını gördün ve hemen ayağını gaz pedalına doğru harekete geçirdin. O da ne! Arkadan bir korna sesi, Dddüüüüttttt!.. İşte, yeşil ışık yanması ile senin harekete geçmen arasındaki sürede arkadan kornaya basan adam var ya... Saniyenin onda ikisi... O sürücü Hüseyin Bolt'un başaramadığını başaran adamdır. Tam senkronize... Yeşil yanar yanmaz kornaya basan arkadaki o sürücü gibi olmak istiyorsan, İstanbul trafiğinde beş yıl taksicilik yapman gerekir. Kornaya yeşil ışık sensörü ya da fotosel taktırsan bile o sürücünün veri işleme hızına ulaşamazsın. Ha ha...

Beyin... Müthiş organ. Senkronizasyonu bulmak için tüm çabasını kullanır... Bey, deprem oluyor!.. Bey, sana diyorum, deprem oluyor!.. Evin reisi boş gözlerle tavana bakmaktadır: Hanım, sana elli defa söyledim, keşke avizeyi söküp şu spotları takmasaydık. Depremin olduğunu göremiyoruz...

Mesela geçenlerde şöyle bir senkronizasyon türü daha keşfettim akşam yedi haberlerinde. Övünmek gibi olmasın, boş zamanlarımda akşam yedi haberlerini seyrederek nörolojik araştırmalar yaparım... Nörolojiye meraklıysanız siz de yapabilirsiniz. Ne diyorduk, akşam yedi haberleri... Spiker kız amcaya soruyor: Amca, Resmi Gazetede yayınlandı, artık fizik tedaviden para alınacak, ne diyorsun?.. Amca şöyle yanıt veriyor: Gazetelere inanmayın kızım, onlar hep yalan dolan...

Nöronu nörüyon diye anlayan modeldir bu... Senkronizasyon büyük sorun olsa da, beyin, gününün büyük kısmını otomatik pilotta geçirir. Karmaşık konularda sorunu çözmede kullandığı yöntem, bu sorunla ilgili nöronları bütünleştirerek enerji kullanımını asgariye indirmektir. Bir nevi otomatik pilot gibi... Ben yoruldum, uçağı sen kullan!.. Ne diyor bu gavat ya?.. Ciddiye almayın efendim, kendine gelince bir şey hatırlamıyor... Başlarım onun otomatik pilotluğuna; yok mu bunun yarı otomatiği, ondan takalım...

Çalışma şekli çok enteresandır beynin. Herkesin düşündüğü gibi bilgisayara pek benzemez. Omuzüstü bilgisayar değildir yani. Montaj hattı gibi çalışmaz. Veriler A'dan B'ye oradan da C'ye taşınmaz. Eğer böyle çalışsa şu şekilde bir çıktı üretirdi: Hayatım arayan kim?.. Senden gizli buluştuğum sevgilim, canım!.. Allah belanı versin, Fikri!.. Bence de canım!.. Ha ha... Beyin omuzüstü bilgisayar değildir. Veriler C'den A'ya, oradan B'ye, oradan aynı anda hem A'ya hem C'ye, D'ye, E'ye, hatta yumuşak G'ye... Hayatım arayan kim?.. Yanlış numara herhalde canım!.. Baksaydın, belki önemlidir!.. Sanmam, bu saatlerde oluyor böyle hep...

Beyin, gerçekten mükemmel derecede iyi dizayn edilmiş. Hayat kurtarıcı. Her zaman... Beynin sol ve sağ yarımlarının senkronizasyon içinde çalışmasına yardımcı olan sinirlere karpus kallosum deniyor. Mesela üşüdüğünüzde bir eliniz ceketi tutarken diğeri fermuarı çeker. Mükemmel bir karpus kallosum uyumu. Peki ya bu bağlantı koparsa?.. Nörologların yabancı el sendromu dedikleri durum oluşur. Yani bir eliniz fermuara uzanırken diğer eliniz ona tokat atar. Yani beynin her iki yarımı da kendi kafasına göre çalışmaya başlar.

Yabancı el sendromunu aşmak kolay değil ama her şeyin bir çözümü var... Şener Şen'in oynadığı Ne Olacak Şimdi? adındaki filmi hatırlayanlar olacaktır. Kadın kocasını sekreteriyle basar. Sekreter iç çamaşırlarıyla sandalyede otururken adam da yine iç çamaşırlarıyla onun başında durmaktadır. Sonra adam patron edalarıyla konuşmaya başlar ve sekreteri de daktiloyla yazmaya: Yaz kızım, yüz torba çimento, yirmi kamyon çakıl, on beş tane kapı... Ha ha... Aklında olsun, karpus kallosum error verirse, ne yapacağını biliyorsun artık: Yaz kızım, yüz torba çimento...

Karar verme sürecini etkileyen nöronlar kadar bir diğer bileşen daha vardır: Hormonlar. Mesela onlardan biri oksitosindir. Üreme için kritik bir hormondur. Yapılan bir deneyde erkeklere oksitosin verilmiş ve kendi eşlerinin de olduğu bir grup kadın içinden hangisini en çekici buldukları sorulmuş. Erkeklerin tamamı kendi eşlerini çekici bulduklarını söylemiş. Aynı deney oksitosin vermeden yapıldığında ise sonuç hiç de aynı olmamış. Erkekler genellikle başka kadınları çekici bulduklarını söylemişler. Demek ki neymiş, çirkin kadın yokmuş, az oksitosin varmış... Ha ha...

Hayvan herif, beni nasıl aldatırsın?.. Şekerim, çok sarhoştum, hem sana çok benziyordu. Bir an için aramızdaki mesafeyi kaldırayım dedim. Neyse, onu boşver de, sen ne yaptın Paris'te, istediğin şeyleri alabildin mi?.. Aldatan erkek yoktur, az oksitosin vardır...

Beyin önemli. Güzellik kadar... Beyin yansıtma denilen elektriksel etkinliklerle çalışıyor. Mesela karşınızdaki insanın güldüğünü anlamak için gülmenizi sağlayan yüzünüzdeki kasların gerekli elektrik iletimini sağlaması gerekiyor. Aksi takdirde karşınızdaki kişinin güldüğünü anlamıyorsunuz. Hakikaten çok tuhaf.

Yüzlerine botoks yaptıranları görmüşsünüzdür. Yüz kaslarına, Botulinum denilen öldürücü zehri enjekte ettiğinizde ortaya çıkan sonuç budur. Yüz kasları felç olduğu için kırışıklıklar gider, ama aynı zamanda kişi karşısındakinin güldüğünü bile anlayamaz. Öylece bakar. Çünkü anlamayı sağlayan kaslar artık çalışmamaktadır.

Botulinum etkili bir maddedir. Eşiyle birlikte Pamela Anderson ile Gece Aerobiği programını seyreden adama bundan biraz enjekte etsen muhtemelen şöyle diyecektir: Karıcığım, yarım saattir bu saçma şeyi seyrettiriyorsun bana, sıkıntıdan uykum geldi valla!.. Etkili maddedir Botulinum. Elli yaş civarı erkeklere ver, evlilik programlarının reytingi sıfıra iner, seyredeni kalmaz.

Beyin hakkında söylenebilecekler her gün artıyor. Nöroloji her gün insan hakkında yeni şeyler keşfediyor. Gelecekte kendimiz hakkında kim bilir neler öğreneceğiz. Ama şunu da unutmamak lazım. Serdar Ortaç'ı yoran hayat taktir edersiniz ki, sizin... Neyse, kalın sağlıcakla.