28 Temmuz 2008 Pazartesi

CRM'in Geleceği

Yeni müşterilere ulaşma, onları etkileme ve elde tutmak, Müşteri İlişkileri Yönetiminin öncelikli hedefi olmayı sürdürüyor.

"Müşterileri yönetme sanatı" oldukça yeni bir bakış açısı. Bugün dünyanın tüm şirketlerinde, müşterileri anlayabilmek ve onlara önemli oldukları hissini verebilmek, müşteri sadakati oluşturulması ve sürdürülebilirliğinin en önemli göstergesi olarak kabul ediliyor.

Öte yandan piyasalar gittikçe daha global ve rakabetçi olurken, müşteri ilişkilerinde kalitenin yerini müşteri sayısı alır görünmektedir. Bu anlayışın piyasaya derinlik kazandırdığı ve şirketlerin uygulamalarını yönlendirdiği açıktır. Müşterilerin ise, satınalma güçlerinin ne kadar değerli olduğunu farketmeleri, bankaları segmentasyona yönlerdirmiştir. Artık bankalar niş pazarlara ulaşmak, müşteri ihtiyaçlarını belirleyebilmek için müşterilerini ve veri tabanlarını yeniden analiz etmektedir.

Bankaların sözlüklerine baktığımız zaman "potansiyel müşteri", alım gücüne sahip ama alım isteğine sahip olmayan müşteri olarak tanımlanmaktadır. Hesabında tasarrufu olmamasına rağmen, bankanın internet sitesindeki Vadeli İşlem Borsası seçeneklerinde sörf yapan Bayan A veya taşıt kredisi ile alacağı bir arabayla kafasındaki iş fikrini hayata geçirecek Bay B potansiyel müşteri olarak görülmemektedir. Görülse bile fırsat değerinin düşük olduğu hiçbir rasyonel değerlendirme yapılmadan tahmin edilmektedir.

Türk bankalarının CRM metodolojisine geçişte en önemli paradigmaları "ürün odaklı olmak yerine müşteri odaklı olmak" düşüncesiydi. Tüm bankalar hemen veri tabanlarını rehabilitasyona giriştiler. Çünkü hedef artık müşteriydi. Oysa dünyada yapılan araştırmalar karların tamamının müşterilerin üçte birinden elde edildiğini gösteriyordu. İlişkilerin üçte ikisi kar yaratmıyordu.

Anne kızlık soyadı bilgisi anlayışıyla toplanan işlenemez verilerin müşteri veri tabanı zenginleşmesine katkıda bulunmadığı, müşteriyi tanımanın bundan daha öte bir şey olduğu açıktır. Bunların yerini, tanımlayıcı ve öngörü geliştirebilmeye olanak veren modelleme ve veri depolama programlarının alması büyük bir zorunluluktur. Müşterinizin gerçekten kim olduğu, ne istediği, önerilerinize ne tür yanıtlar verdiğini bilmelisiniz.

Bayan A'nın VOB sitesinde gezintisi, Bay B'nin kredi kullanarak araç almak istemesi onların gelecekle ilgili planlarının bir parçasıdır. Onlar geleceğe bakarken, bankalar geçmiş başarıları ödüllendiren kredi tahsis modellerinde ısrarcıdırlar. Geleceği düşünen müşterilerin CRM uygulamalarında kaldıraç haline getirilmesi bankaların öncelikli vizyonu olmalıdır.

Bunun başarılabilmesinin bugünün teknik imkan ve yönetim anlayışıyla mümkün olmadığını düşünenler şüphesiz çoğunluktadır. Soyut gerçeklerin realize edilmesinin zaman alacağı da kesindir. Ama zoru başaranların tek mucizesi farklı bir açıdan bakabilmiş olmalarıdır. Bugün dünya 400 milyar $ real zarar, 10 trilyon $ potansiyel zarar oluşturan subprime krizinin günah keçisini Risk Yönetimi'ndeki başarısızlık olarak ilan etmiştir. Risk yönetimi gerçekten yapılmamış mıydı? Bunu söylemek çok mümkün gözükmüyor. Çünkü VaR, Monte Carlo gibi istatistiksel modeller kullanılmış, olası en kötü senaryolar için stres testleri yapılmıştı. Ama gerçek risk yönetiminin bunlardan öteye, her çalışanın zihnindeki risk algılaması olduğu, o anlayışın çalışanların kafasında yer etmiş olmasının tüm modellemelerden daha iyi sonuç verdiği sonradan anlaşıldı. Başka bir ifadeyle, somut modeller risklere karşı korurken, soyut denilebilecek algılamalar katastrofik yıkımlara karşı koruyacaktır.

CRM uygulamalarında en önemli başarı anahtarlarından birisi budur bana göre: Geleceğini düşünen bankanın, geleceğini düşünen müşteri ve çalışanlarını aynı düşünce frekansında buluşturabilmesi. Başka bir ifadeyle, planlanabilir satış modelleri günü, öngörülebilir satış modelleri geleceği kurtaracaktır.

Şirket Yönetiminde Bilgi Asimetrisinin Önemi

Asimetrik bilgi finans literatüründe şöyle tanımlanmaktadır: Bir bilginin, o bilgiye bağlı olarak karar veren taraflar arasında, biri lehine diğerleri aleyhine sonuçlar doğurabilecek biçimde, dengesiz olarak dağılımı.

Başka bir ifadeyle; bir tarafın, diğerinin bilgi eksikliğini kendi lehine kullanması, maddi veya manevi zarar verici bir durum oluşturma potansiyeli. Kısacası, taraflar arasındaki bilgi eşitsizliği.
Finansal hayatta, bir tarafın sahip olup, öteki tarafın sahip olmadığı asimetrik bilgi 2 önemli probleme sebep olmaktadır.

a) Asimetrik bilginin bir işlemden önce, ahlak dışı ve etik olmayan bir şekilde kullanılması anlamına gelen ters seçim (adverse selection) ilkesi. Örneğin, sağlığı iyi olmayan birinin hayat sigortası ödemelerini, sağlığı yerinde olana kıyasla daha istekli yerine getirmesi. Sigorta şirketinin böyle bir durumda, müşteriler üzerindeki riski tanımlayabilmesi mümkün olamamaktadır. Ya da kredi alacak birinin içinde bulunduğu finansal sıkışıklığı gizlemesi.

b) Asimetrik bilginin bir işlemden sonra, ahlak dışı ve etik olmayan bir şekilde kullanılması anlamına gelen ahlaki çöküş (moral hazard) ilkesi. Örneğin; sabit ücretle çalışan, yaptığı satışlardan prim almayan bir bankacının kritik, zor, zaman alan ve riskli satışları gerçekleştirmede daha isteksiz olması.

2001 yılında Nobel ekonomi ödülüne layık görülen G.Akerlof, M.Spence ve J.Stiglitz, asimetrik bilginin, kişisel ve algılamalara dayanır olmaktan öteye önemli finansal sorunlar doğurduğunu göstermiştir.

Akerlof ‘un 1970 yılındaki Limon piyasası problemi (The Market for Lemons) konunun önemi hakkında finansal çevrelerde ilk farkındalığı yaratan çalışmadır. Akerlof, çok basit ve dikkat edilmeyen bir davranış kalıbını Nobel ödülünü alabilecek bir ekonomi kuramına dönüştürmüştür. Akerlof modeli şöyle açıklamaktadır: İkinci el araba satışı yapan iki firma olduğunu düşünelim. Bunlardan biri kalitesiz arabaları ucuza satarken, diğeri kaliteli arabaları daha pahalıya satmaktadır. İkinci el araba almak isteyen bir müşteri; ucuz fiyattan satan satıcının, arabanın yetersizlikleri hakkında sahip olduğu bilgiye sahip olmadığından, her iki fiyat arasında bir ortalama belirleyecek ve bu da müşteriyi düşük fiyattan satan satıcıya yönlendirecektir. Bu fiyattan satış yapacak olanlar ise, kaliteli araba satıcılarını piyasa dışına iteceklerdir. Kalitenin belirsizlikle ilişkilendirilmesi esasına dayanan bu model, alıcı ve satıcılar arasındaki bilgi asimetrisinin, iki kaliteden de malın arzını durdurmaya varacak sonuçlar doğurabileceğini vurgulamaktadır.

Stiglitz ise, kredi piyasasında yaşanan olumsuzluklar nedeniyle bankaların kredi arzını daraltarak piyasayı dengeye getirmek istediklerinde, kullandıkları faizleri yükseltme formülünün doğru olmadığını, aslında bir “ters seçim” olduğunu söylemektedir. Ona göre, faiz oranı arttıkça risk almaktan çekinenler pazardan çıkacak, riskli projelere yatırım yapacak olan riskli müşteriler ise pazarda kalmaya devam edecektir.

Kredi açısından bilgi asimetrisinin önemi;

Kredi verenler, kredi alanların tüm özelliklerini bilmediklerinden ortaya bir “ters seçim” durumu çıkmaktadır. Bir yatırım kredisi alan firma, projenin beklenen getirisi hakkında bankadan daha fazla bilgiye sahiptir ve bunu objektif olarak paylaşmaya istekli değildir. Bu da risk yönetiminde banka açısından önemli sorunlar doğurabilmektedir. Buradan hareketle, kredi talep isteği ile müşteri ratingi arasında ters korelasyonun olduğunu söylemek mümkündür.

Asimetrik bilgi probleminin finansal piyasalarımızda çözümüne yönelik en somut adım şu an için Kredi Kayıt Bürosu(KKB) olarak görünmektedir. Bu kuruluşun amacı, üye bankaların veri tabanlarında yer alan müşterilerine ilişkin tarihi ve güncel kredi bilgilerini, belli bir ücret karşılığı değişimini esas alarak, kredi verenlere kararlarında yardımcı olacak şekilde sunmaktadır. Perakende kredi pazarına hız veren KKB’nin kişisel rating uygulaması, bankalar açısından en önemli kredi değerlendirme süreci olarak görünmektedir. Bankaların veri tabanlarında gerçeğe aykırı, demode ve anlamsız dataların payının yüksek olması, müşteriler hakkındaki özet rapor formatlarının, ihtiyaca uygunluklarının düşük olması nedeniyle değerlendirme süreçlerinde zaman kayıplarına sebep olması ve yorumlanamaz bilgilerin fazlalığı sistemin düzeltme gerektiren alanlarıdır.

Yönetim açısından asimetrik bilginin istismarı;

Gerek kurumsal, gerek kurumsal olmayan şirketlerde bilgiye sahip olanlar, diğerlerinin de bilmesi gereken bu bilgileri yönetim erglerini güçlendirmek için etik dışı kullanmaya meyillidirler. Ülkemiz şirket yönetim kültürü buna yöneltmektedir. Katı emir komuta iletişimiyle güçlenen fonksiyenel yönetim tarzı, gelişmesini, bürokrasiyi de varlığına ekleyerek sürdürmüş, ortaya üst-merkezli ve bize özgü bir yönetim anlayışı çıkarmıştır. Bilgiye ulaşma kaynaklarının herkese açık hale gelmesi ast’ları ulaşılabilir bilgiyle donatırken, formel bilginin değerini azaltmış; işin doğasından kaynaklanan, üst yönetim tarafından sahip olunan ve üst yöneticilerin enformel iletişimlerinin oluşturduğu teamüller, şirketin yazıla olmayan kuralları ve “know-how” haline gelmeye başlamıştır. Modern şirket yönetimi kuramı açısından açıkça bir “de facto” durumu olmasına karşın, hiçbir uygunluk prosedürü içinde bu durum sorun yaratır görünmemektedir.

Şirket yönetimleri ve hissedarlar arasındaki şirketin geleceğiyle ilgili her türlü temas, bilgiye sahip olanlar açısından güçlü bir asimetrik bilgi oluştururken, bunun ilişkili taraflar aleyhine kullanılması ortaya “şirket içi gladio” algılamalarına sebep olan bir hava yaratmaktadır.

Ben merkezci yönetim anlayışı, “insanlar korkutularak yönetilir, korkutanlar da iyi yöneticilerdir” ilkel düşüncesiyle, formel olmayan her tür bilgiyi yönetim alanlarını güçlendirmek için bir silaha dönüştürmektedir. Hissedar, hissedar temsilcileri ve üst yönetim bu de facto durumdan “gizli ve vergilendirilmeyen gelir” elde etmektedir.

Asimetrik bilgiye sahip olmayanlar, söz konusu bilgiye ulaşmanın zorluğunu bildiklerinden, yakınmalarını farklı şekillerle göstermektedir. Asimetrik bilgi paylaşımındaki yetersizlikler karşı tarafın çıkarlarını zorladığında, yöneticilerin mütevazilik ve yumuşak başlılıklarının yerini gizli ve bastırılmış bir öfkenin aldığı görülmektedir. Son yıllarda dünya finansal piyasalarıyla entegrasyonunu hızlandıran Türk yöneticileri, kendilerine yöneltilen her türlü soruya, geleneksel yaklaşımları gereği tam açıklama/açıklamama perspektifinden farklı olarak, batılı yöneticilerin, kompleks durumları kısa, manidar ve sorgulanamaz şekilde ifade etmekte kullandıkları indikatif söylem tarzını benimsemişlerdir. Asimetrik bilginin verdiği güç vasıtasıyla, karşı tarafın bilgisizliği indikatif küstahlıkla gizli bir eleştiriye tutularak, bir hareketsizleştirme tavrı güdülmektedir. “Örümcek ağı” etkisi yaratan bu iletişim şekli yöneticilerin erişilmezliğini arttırır bir rol oynarken, karşı tarafı da pasifize etmektedir. Böylelikle asimetrik bilgi, yönetim misyonunun belli çevreler tarafından devam ettirilmesi ve asla bu yapı içine “dışarıdakiler”in dahil edilmemesi gizli düşüncesini ortaya çıkarmaktadır.

Sözün özü; asimetrik bilginin paylaşılmaması sonucunda, yönetim, seçilmişlerin değil, elitlerin tekelinde tutulmaya devam edilmektedir.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Fannie Mae, Freddie Mac ve CMOs

Bugünlerde tüm Amerikalılar 2 şirket ve onları finansal başarısızlığa sürükleyen bir finansal ürünü konuşmaktalar. Bunlar mortgage şirketleri Fannie Mae ve Freddie Mac ile, portföylerinin neredeyse tamamını oluşturan Collateralized Mortgage Obligations (CMO).

Fannie mae tipik bir gayrimenkul finansman şirketi.

Bankaların müşterilere verdiği konut kredilerini Mortgage-backed Securities şeklinde menkul kıymetleştirmek için bankalardan satın alıyor. Daha sonra bu mortgage' leri paketleyerek CMO olarak yatırımcılara satıyor.

Fannie Mae'nin finansal piyasalar açısından en önemli özelliği, diğer şirketlerden daha düşük faiz oranlarıyla topladığı kredileri, bankaların aktiflerinde tuttukları konut kredilerini satın alarak piyasaya likidite enjekte etmesi.

Federal National Mortgage Association veya yaygın adıyla Fannie Mae 1938 yılında Amerikan hükümeti sponsorluğunda kuruldu. Fannie kurulduğundan 1970 yılına kadar konut kredilerinin paketlenerek satıldığı, 2. el mortgage piyasası olan CMO'da tek başına faaliyet gösterdi. 1970 yılında devlet bilançosunda bir denge yaratması ve monopol durumuna son verilmesi için yine devlet sponsorluğunda Federal Home Loan Mortgage Corporation, bilinen adıyla Freddie Mac kuruldu. Freddie Mac, hem mortgage kedilerin birincil piyasasında, hem de menkul kıymetleştirilerek satıldığı ikincil piyasasında faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor.

2008 yılı itibariyle, Fannie ve Freddie 12 trilyon $ olan mortgage piyasasının yarısını kontrol etmektedir.

Her amerikalının ev sahibi olma rüyasını gerçeğe dönüştüren bu 2 şirket, şu anda çok zor bir dönemden geçiyor. Son 12 ay içinde Fannie hisseleri %80 değer yitirirken, Freddie'nin kaybı ise aynı dönemde %87 olarak gerçekleşti.

Geçen hafta her iki şirketin kamulaştırılacağı söylentileri, şirket hisse senedi fiyatlarını, piyasa değerlerinin yarısını götürecek bir seviyeye geriletti.

Teminatlı gayrimenkul bonoları denilen CMO'ların altında yatan çalışma mekanizması kısaca şöyle. Ya da başka bir deyişle, bir konut kredisi şu şekilde bir bonoya dönüştürülüyor.

100.000$, 30 yıl vadeli, %6,5 faiz oranlı bir mortgage, 100 adet 1.000$'lık parçalara ayrılıyor ve her bir bölüm %6 getiri vaadi ile yatırımcılara satılır.

Konut kredisi kullanarak ev alan müşteri aylık ödemelerini, kredi aldığı bankaya veya o banka adına dönemsel ödemeleri toplamaya yetkili kılınan acenteya vade tarihinde yapıyor.

İlgili banka, verdiği taksit toplama hizmeti karşılığı, yukarıdaki örnekle ilişkilendirildiğinde %0,5 komisyon keserek kalan tutarı bonoyu satan şirkete gönderir. Freddie Mac, Fannie Mae gibi kuruluşlar, bu taksit tutarını daha önce CMO satın alan yatırımcılara göndererek çevrimi tamamlıyorlar.

Normal şartlar altında menkul kıymetleştirme bu çevrimde devam ederken, ne oldu da, çarka çomak sokuldu.

CMO'lar aylık kredi ödemeleri yapıldığı sürece kredi ve faiz oranı riski taşısa da, asıl tahrip edici etki subprime kredilerden geldi. Bu segmente yüksek faiz oranlarıyla verilen krediler, tahakkuklar sonrası fahiş temerrüt faizleriyle birleşince, teminat olarak alınan konutlar, %20 gerileyen gayrimenkul pazarında satıldığında borcu karşılayamaz bir getiri yaratmaya başladı. Bu tutarın içinden masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın bono yatırımcısına transferi ortaya büyük zararlar çıkardı.

O zararlar da birleşince ortaya dünyanın en öngörülemeyen krizini çıkardı.

Ülkemize döndüğümüzde, 21.02.2007 tarihinde kabul edilen 5582 sayılı Konut Finansman Kanunu ile konut kredilerine belli düzenlemeler gelse de, henüz ikinci el piyasalar oluşmadı. Bunda bankaların bu kredileri aktiflerinden çıkarma isteklerinin olgunlaşmamasının yanında, az gelişmiş finansal piyasalar da önemli rol oynamaktadır.

Tüm olumsuzluklara rağmen ilk CMO'ların yatırımcılara sunulması için fazla beklemeyecek gibiyiz.

11 Temmuz 2008 Cuma

Ölüm Bonoları

The laws of nature are the result of intelligent forces. (H.P.Blavatsky, The Secret Doctrine)

Madame Blavatsky, modern çağın ezoterik manifestosu olan "The Secret Doctrine"i yazdığında tarihler 1888 yılını gösteriyordu. İlk türev ürünler (derivatives) ise çok çok sonraları finansal sisteme girdi. Fakat ne zaman türev ürünlerin karmaşık yapısını kişisel algılamalarımla çözümlemeye çalışsam, ezoterizmin mistik ve soyut koridorlarında dolaştığım hissi içimi kaplar.

H.P.Blavatsky'nin, kozmik sistemi kastederek, "Doğanın kanunları akıllıca hamlelerin sonucudur" sözünü, bugünün karmaşık finansal araçları için ne kadar uygun bir tanımlama olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Şimdi size bu sözleri doğrulayan bir enstrumandan bahsetmek istiyorum.

Bildiğiniz en kötü, nahoş ya da antipatik yatırım aracı nedir diye sorsam, herkes risk alma kapasitesine göre değişen yanıtlar verecektir herhalde. Kimileri hisse senedi derken, kimileri A tipi bonolar vs. diyecektir.

Subprime krizinin Amerikan ekonomisini sallamaya başladığı 2007 yılı Mayıs ayında, Wall Street'in önemli aktörleri, piyasayı domine eden çarpıcı bir finansal enstrumanın geleceğini konuşmak için New York'ta bir konferansta biraraya gelmişlerdi. 3 günlük konferansın konukları Deutsche Bank, UBS, Merrill Lynch gibi büyük finans kuruluşlarıydı.

Konuştukları konuysa "Life Settlement-backed securities" adlı menkul kıymetlerdi. Ya da yaygın adıyla, Ölüm Bonoları! (Death Bonds)

Ölüm bonosu Amerikalı finans mühendislerinin son ve en inovativ ürünüydü.

Finansal mühendisler, 90 milyonun üzerindeki Amerikalının hayat sigortasına sahip olduğunu biliyorlardı. Fakat bunlardan çoğunun sigorta primlerinin yüksekliğinden şikayetçi olduğunu, geri kalanlarınsa biran önce poliçe ödemelerini tamamlayıp sigorta şirketinden alacakları toplu parayı düşündüğünü farkettiklerinde hemen pazarı derinlemesine incelemeye koyuldular. Gelecek dönemlerdeki nakit akışlarının güçlülüğü onlara ilk ölüm bonolarının senaryosunu oluşturmaya sevketti.

Hayat sigortası poliçeleri bir havuzda toplanıyor, burada paketlenerek yani menkul kıymetleştirilerek yatırımcılara satılıyor.

Sigorta poliçeleri sahipleri tarafından önce fonlara devrediliyor. Fonlar poliçe sahibinin o güne kadar yaptığı toplam prim ödemesini belli bir getiri oranıyla geri ödüyor. Devralınan poliçelerin dönemsel prim ödemeleri, tavan noktaya yükseltilerek ödenmeye devam ediyordu. Ta ki poliçe sahibi ölene kadar. Poliçe sahibi öldüğünde alınan yüksek ölüm tazminatı fona gelir kaydediliyordu.

Anlaşılacağı üzere fonun senaryosunda basit bir kumar yatıyor: Ölüm ne kadar çabuk olursa, kazanç da o kadar yüksek olacak.

Wall Street'in büyük bankaları ise şunu yapıyor. Önce poliçeleri satın alıyor, sonra bir havuzda topluyor, havuzu belli büyüklükte paketler şeklinde bölerek ölüm bonolarını yaratıyor ve en önemli müşterisi olan Emeklilik kuruluşlarına satıyor. Emeklilerin ödemelerini yapan emeklilik fonlarının, gelirlerinin bir kısmının erken ölen emeklilerden sağlanabiliyor olması, finansal ürünlerin nasıl ezoterik bir hal aldığını fazlasıyla gösteriyor sanırım.

Ölüm bonolarının etik açıdan değerlendirmesini yapmadan önce şu gerçeği bilmekte fayda var. Sigorta şirketleri, müşterilerin tüm tasarruflarını ceplerine indirmek için, dönemsel ödemeleri (premium) sürekli arttırarak, onları tahakkuka düşmeye zorladığı artık karşı çıkılmayan bir olgu haline gelmiştir. Bu bonolar müşteriler açısından bakıldığında, tahakkuklara karşı bir "hedge" aracı gibi görünmektedir. Fakat bu, sigorta şirketleri açısından önemli bir kaybı da beraberinde getirmekte. Poliçe ödemelerinin düzenli yapılması gerektiğini sürekli teşvik eden şirketler, fonlar tarafından en tepe noktadan ve düzenli olarak yapılan ödemelerden son derece rahatsızdırlar. Çünkü poliçe sahibinin ölmesi halinde yapılan tazminat ödemeleri sigorta şirketlerinin faaliyet giderlerini yüksek hızla arttırmaktadır. Şu an sistemin bu noktadaki açığı henüz kapatılmasa da, dünyanın en zenginlerinden olan W.Buffet'ın, 8 milyar $'ı sigorta poliçelerine yatırması piyasa realitesinin yönünü göstermektedir.

Organize piyasası olmayan bu bonolara, yakında Moody's tarafından rating verileceği ve pazarın yatırım fonlarına açılarak elektronik müzayedeye geçileceği son duyumlar arasında.

Subprime krizinden en az yarayla kurtulan yatırım bankası Goldman Sachs, -aynı zamanda ölüm bonolarının kaşifi, pazarı ne kadar önemsediğini bir ölüm endeksi oluşturarak göstermiş durumda. Goldman, 65 olan ortalama ölüm yaşını izleyen poliçeler üzerine yazılmış tahakkuk swaplarını (default swap) bile yatırımcılara satmaya başladı.

Sigorta sektöründeki bu derin istismara rağmen, pazarın 2007 yılında 30 milyar $'a büyüdüğü de aşikardır. Londra ve Almanya'da da hızla büyüyen sektörün diğer ülkelere sıçraması an meselesi. Ülkemizde ise sigorta sektörü henüz emekleme dönemininde. İnsan hayatına verilen önemin azlığının, hayat sigortalarının ölüm tazminatlarına da yansıması, bu tür ürünlerin oluşması için yeterli senaryoların bulunmadığını gösteriyor.

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Subprime krizinde olumlu gelişmeler...

Amerikan mortgage piyasasıyla ilgili son rakamlara baktığımızda;

Yeni ev satışları, Mart ayı itibariyle, geçen yılın %34 gerisinde.
İkinci el ev satışlarında %23 azalma.
Ev fiyatlarındaki düşüş %10.

Subprime mortgage krizinin olumsuz etkileri devam ederken, olumlu olarak algılanabilecek bazı gelişmelerin üzerinde durmamız gerektiği kanısındayım.

Option adjusted spread'ler 6 Mart 2008 tarihinde tarihi zirvesi olan 238 baz puandaydı. 3 Temmuz itibariyle 143 puanda. Bu da %1,43'e eşit. Azalma eğilimi henüz dalgalı bir trend izlese de fon maliyetlerindeki düşüş ihraççıları bir miktar rahatlatacak gibi.

Option adjusted spread nedir ve neden önemlidir?

Bir örnekle anlatmak gerekirse; 10 yıllık Amerikan hazine bonosu faiz oranının %4 olduğunu varsayarsak, mortgage kredilere endekslenmiş bir bononun faiz oranı %6 olabilecektir. Bu farklılığın nedeni, yatırımcıların risk algılamalarındaki farklılıktan kaynaklandığı hemen herkesin yorumlayabileceği bir konudur. Daha teknik olarak açıklarsak, stokastik faiz oranları ve müşteri ödeme davranışlarının yarattığı bir düzensizlik primidir.

Kriz sonrası konut kredisi faiz oranlarının ve tahakkukların artması spread'leri arttırması kaçınılmazdı ve öyle oldu da.

Bugün gelinen noktada ise, düşen spread'ler faiz oranları ve kredi tahakkuklarında bir düşüşü beraberinde getirmese de piyasaya güveni arttırıcı bir rol oynamaktadır.

İkinci olumlu gelişme CDO piyasasında.

Konut kredilerinin gelecek dönemlerdeki nakit akışları üzerine inşa edilen Collateralized Debt Obligations (CDO), şu ana kadar 400 milyar $ zarara sebebiyet verdi. Konut kredilerindeki faiz, vade ve rating farkları gözönüne alınarak inşa edilen CDO'lar, Wall Street bankaları tarafından bugünlerde yeniden paketleniyor.

2007 yılında 227 milyar$ düzeyindeki satışların bu yıl 1 milyar $'a gerilemesi, yeni oluşan şartlara göre paketlemeyi de zorunlu kıldı. Yeniden menkul kıymetleştirilmiş gayrimenkule dayalı finansman enstrumanları şeklinde çevirebileceğimiz "re-securitizations of real estate mortgage investment conduits" isminin baş harfleri olan Re-Remic, CDO'ların yeni adı olarak finans literatürüne çoktan girdi bile.

Menkul kıymetlerin yeniden menkul kıymetleştirilmesi şöyle yapılıyor.

Fiyatı 40 cent olan bir cdo'nun, yüksek ratingli ve düşük geri ödeme riskli kısımları 80 cent üzerinden satılan bir paket içine konurken, düşük rating ve yüksek ödeme riskli olanlar çok daha düşük fiyatlarda satılan ayrı bir paketin içine yerleştiriliyor. Bu da bankaların aktif kalitesini arttırıyor tabi.

Riski düşük olan Re-remic'ler % 7.5 civarlarında getiri vaat ederken, riski yüksek olanların getirisi % 20'ler düzeylerinde.

2008 yılının ilk 5 ayında satılan Re-remic miktarı 9.3 milyar $ ve giderek de yükseliyor.

Amerikan ekonomisi, hala global ekonominin en güçlü motoru. Geçen son altı ay, yükselen piyasaların Amerikadaki krizden etkilenmeden çıkacağını (decoupling) söyleyen ekonomistleri biraz yanıltmış görünüyor.

6 Temmuz 2008 Pazar

Currency Swap

Finansla ilgilenen hemen herkesin kafasında, bankaların sendikasyon veya seküritazasyon ile sağladıkları döviz kredilerini, ülkemizde TRY olarak plase ettiklerinde, ortaya çıkan kur ve faiz oranı riskinin nasıl yönetildiği mutlaka vardır. Son dönemlerde kullanılan en yaygın yöntemse Currency swap'lar.
Currency Swap, iki taraf arasında yapılan faiz veya anapara ödemelerinin, koşullarını önceden belirleyerek, değişimi sağlayan bir tür anlaşmadır. Değişime konu olan ödemeler, faiz, anapara veya hem anapara, hem faiz ödemeleri olabilmektedir.

Bir örnekle açıklamaya çalışalım.

Bir A bankası, yabancı bir bankadan 10 milyon EUR kredi kullanmış ve bu krediyi EUR/TRY=2 kur üzerinden, 20 milyon YTL olarak, 5 yıl vadeli konut kredisi şeklinde müşterilerine sabit faizle kullandırmıştır. A bankasının karşı karşıya kalacağı riskler,
1) gelecek dönemlerde YTL faizlerinin artması varsayımında faiz gelirlerinin düşmesi,
2) döviz kurunun yükselmesi durumunda, 10 milyon EUR krediden kaynaklanan dönemsel yükümlülüklerinin maliyetlerindeki artış
olacaktır.
A bankası, yükümlülüklerini yerine getirmede karşılaşacağı riski elimine etmek için Swap Bank adı verilen bir broker'a başvurur. Swap Bank, resmin aynadaki yansıması gibi, pozisyonu terse çevirir ve şu senaryoyu oluşturur: Bir B bankası, Türkiye'den sağladığı 20 milyon YTL tutarındaki krediyi, Euro bölgesinde, 10 milyon EUR olarak (EUR/TRY=2), 5 yıl vadeli olarak müşterilerine kullandırmıştır.

Böyle bir durumda B bankasının kullandığı krediden dolayı yükümlülüğü TRY cinsinden olacaktır ve tıpkı A bankası gibi, EURO bölgesindeki faiz değişimleri, yükümlülüklerini yerine getirememe riskini arttıracaktır.

Swabbank, her iki banka için kur riskini elimine eden bir Currency Swap düzenler. Yapılan şudur: Her iki tarafın anaparaları takas edilir. A bankasının borcu olan 10 milyon EUR B bankasına transfer edilirken, B bankasının 20 milyon YTL borcu da A bankasına geçmiş olur. Swabbank böylelikle, her iki banka için borç ve alacağı aynı para birimine endekslemiş, yani açık pozisyonlarını kapatmıştır.

Currency Swap'lar genellikle 30 yıla varan vadelerde yapılan uzun süreli kontratları içerir. Kontratların 3 veya 6 ayda bir faiz ödeme yükümlülüğü vardır.

3 ay sonunda; A bankası, üzerinde anlaşma yapılan tutar olan 20 milyon YTL'nin, belirlenmiş faiz oranı üzerinden 3 aylık döneme isabet eden kısmını Swabbank' a öder. A bankası için faiz oranı, TCMB tarafından belirlenen hazine bonosu gösterge faiz oranıdır. Öte yandan B bankası da, 10 milyon EURO'nın, EURO Libor üzerinden belirlenmiş dönem faizi olan kısmını Swabbank'a ödeyecektir.

A bankasının ödemesi B bankasına, B bankasının ödemesi de A bankasına transfer edilerek işlem tamamlanmış olur.

Currency Swaplar bilançolardan anlaşılamadığı için, ülkemiz bankacılık sektöründeki yaygınlığını kestirebilmek kolay değil. Fakat bankaların açık pozisyonunun önemsiz seviyelerde olması bu tür işlemlerin oldukça yaygın olduğunu göstermektedir. Gelişen Currency Swap piyasası ülkeler arasında ikili anlaşmalara da konu olmaktadır. 27 Mart 2008 tarihinde, Hindistan ile Japonya arasında imzalanan 3 milyar $ tutarındaki Currency Swap anlaşmasıyla, rupi ve yen'deki değişimin ülkeler arasındaki ticaret dengesini bozması engellenmiştir. Yani bir A ülkesinin, B ülkesinden kaynaklanan kur riski, yine B ülkesine finanse ettirilmiş olacaktır.

Japonya'nın bu tür anlaşmaları daha önce Taylant, Kore, Çin, Malezya, Filipinler, Singapur ve Endonezya ile tek veya iki yönlü şekilde yaparken, bu yönde türkiye tarafından atılmış bir adım henüz bulunmamaktadır.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Mark to Market

102 yaşına gelmiş adama uzun yaşamanın sırrı sorulduğunda şöyle yanıtlamışdı: "Her sabah uyandığımda, pencereden dışarı bakar ve bugün tam istediğim gibi bir gün diye aklımdan geçiririm."

Asyalılar, her krizin beraberinde fırsatlar getirdiğine inansalar da, Amerikalı finans uzmanlarının inanç ve düşüncelerden öteye birşeyler yapabilme yeteneğine sahip oldukları ortadadır.

Mark to market, muhasebe ve finansla ilgilenen herkesin çok iyi bildiği, bilançodaki kalemleri cari(piyasa) değerlerine dönüştürme yöntemidir. Tekdüzen muhasebe sisteminde, ihtiyatlılık ilkesiyle birlikte değerlendirildiğinden sınırlı bir kullanım alanına sahip olsa da, uluslararası raporlamada (IFRS) kullanılması zorunlu bir muhasebe kuralıdır.

Basit bir örnekle açıklayalım. Mali tablolarını UFRS'ye göre düzenleyen bir firma; 10 YTL'den aldığı, 100 adet X hisse senedini, defterlerine 1000 YTL maliyet değeriyle kaydeder. Yıl sonu bilançosu hazırlanırken, x hisse senedinin borsa değeri 110 YTL'ye çıktıysa, değerleme işlemi sonrası (mark to market) hisse senetlerinin toplam tutarı bilançoya 1100 olarak aktarılırken, 100 ytl de gelir tablosuna kar olarak yazılır. Benzer bir karşılaştırmayla, X hissesinin fiyatının 90 YTL'ye düşmesi halinde ise, hisse senetleri kalemi 900 olarak düzeltilirken, gelir tablosuna 100 YTL zarar aktarılır.

Değerlemeye tabi tutulacak kıymetin bir future kontrat ya da opsiyon sözleşmesine bağlı olması halinde, fiyat düşüşlerinde, değerleme işlemine ilaveten teminat tamamlama çağrısı (margin call) sonucu meydana gelecek nakit çıkışları ayrı bir düzenleme konusu olduğundan burada dikkate alınmamıştır.(SPK, Seri:5, No:51)

Başka bir ifadeyle; işlerin iyi gittiği, fiyatların yükselme trendi içinde olduğu bir piyasada (Bull Market) Mark to Market mali tablolarda karı arttırırken, kriz durumlarında (Bear Market) zararınızı ikiye katlar. Hele ki, bahsettiğimiz kriz şu ana kadar 400 Milyar $ şirket zararına sebep olan Subprime'sa, yapabilecek çok fazla şey de kalmıyor.

Fakat krizlerin içindeki fırsatları kara dönüştüren finansçılar; ( ki onlara finans mühendisleri demek daha doğrudur ve büyük bir ihtimalle çok yakında kompleks türev ürünler ve getirdiği krizler üzerine eleman yetiştiren okullar açılacaktır) Amerikanın dev şirketlerinin zararlarını kara dönüştürecek dahiyane bir yöntem bulmuşlardı.

Aslında bulmuşlardı demek pek doğru olmayacak, probleme farklı bir bakış açısıyla bakabilmişlerdi demek daha uygun.

Mortgage krizinin, aktiflerinin %47'sinden fazlası mortgage kredilerine bağlı türev enstrumanlardan oluşan Wall Street'in büyük finans kuruluşlarına sıçraması fazla uzun sürmemişti. Söz konusu bu türev ürünlerin çoğunun değerini belirleyecek fiyatlama modellerinin ve benchmark oranlarının bulunmaması, işlemlerin organize olmayan piyasalarda yapılması, değerleme işleminde fiyatı belirleyecek tek mekanizma olarak arz-talep dengesini bırakmıştı.

Bu ürünlere olan talebin durması sonucunda da, şirketler 3'er aylık dönemlerde bu varlıkları kademe kademe silerek cari değeri olan sıfıra doğru yaklaştırmaktadır. Bugüne kadarki varlık silme 400 milyar $ seviyesinde olup, ulaşacağı boyutlar hakkında yapılan yorumlar pek de iyimser görünmemektedir.

Değeri düşen varlıklar şirketleri büyük zararlara sokarken, rating kuruluşları ikinci darbeyi vurmakta geçikmedi ve dünya ekonomisinin lokomotifi bu dev şirketlerin ratinglerini düşürmeye başladılar. Düşen ratingler şirketlere güveni yatırımcılar gözünde azaltırken, şirketlere ait bonolarının fiyatları düşüşe geçti. İşte bu noktada Wall Street firmaları finansal sıkıntılarını kara dönüştürmeye başladılar. Citibank ve 4 büyük Amerikan finans şirketi, basit bir muhasebe kuralını yeniden yorumlayarak, kendi bonolarındaki düşüşü 12 milyar $ kara dönüştürdüler.

Yaptıkları şey basitti: Bilançolarının pasiflerinde yer alan bonoların fiyat düşüşlerini kar olarak gelir tablolarına aktarmak.

Bu yeni muhasebe matematiği, kurallara uygun olsa da, genel kabullere aykırıydı. Amerikanın 3. büyük yatırım şirketi olan Merrill Lynch, son 3 çeyrek, borçlarının piyasa değerindeki 4 milyar $ düşüşü gelirlerine eklemeyi bilmiştir. Merrill'in kriz başladığından bu yana, varlıklarındaki 38 milyar $ azalmanın 4 milyar $ gelir getirmesi herhalde muhasebenin altın çağına(!) girdiğimizin bir göstergesi oluyor.

Amerikanın 4. büyük yatırım şirketi Lehman Brothers, yine aynı yöntemle, kendi bonolarının spread'lerini genişleterek 1.9 milyar $ gelir yaratırken, aktif büyüklük olarak dünyanın en büyük bankası Citibank 1.7 milyar kar elde etti.

Türkiye'de, firma ratinglerinin ülke ratingiyle birlikte düşünüldüğünde düşük düzeylerde kalması nedeniyle, firmaların yabancı kaynak temin etme yöntemleri arasında bono ihracı arka sıralarda yer almaktadır. Bilançolardaki yükümlülüklerin sabit veya ihbarlı faizli banka kredileri ve satıcı borçlarından oluşması, cari fiyatlara getirme işleminin sadece varlıklar için yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu da "mark to market"in tartışılır yönlerinden bir süre daha uzak kalacağımız anlamına geliyor.
Mark to market hakkında ayrıntılı bilgiye Finansal Krizin Gizli Doğası: Maça Kızı Efekti adlı kitabımdan ulaşılabilir...

Anapara Korumalı Fonlar

Finansal piyasalarda çok önemli bir ağırlığa sahip ve hatta tüm finansal başarı ve krizlerin en önemli sorumlusu olarak görülen Hedge Fonlar (Hedge Fund)'ın ilk örnekleri, Türk yatırımcılara sunulmaya başlandı.

25.05.2007 tarih, 26532 sayılı resmi gazetede yayınlanan Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri:VII, No:33) ile "Garantili Fon" ve "Koruma Amaçlı Fon" kavramlarıyla tanışmış olduk.

Hedge Fonları, yatırım fonlarıyla karşılaştırarak çok kısa olarak tanımlamak gerekirse; Yatırım fonları (Mutual Fund), katılımcılardan topladığı her 100 YTL ile 100 YTL tutarında bir yatırım yapar. Hazine Bonosu, hisse senedi veya kıymetli maden alabalir. Yapılan yatırımın değerinin %10 arttığı varsayımında, teknik olarak sizin portföyünüzde %10 değer kazanır. Tersi durumda da aynı oranda azalır. Hedge fonlar ise topladıkları her 100 YTL ile, kaldıraç oranı başta ikili anlaşmalar veya yasalarla belirlenen, 10,20,30 veya daha yüksek oranlı yatırımlar yapabilir. Kaldıraçlı işlemler türev piyasalar, future ve opsiyon borsalarında yapılır. Bu piyasalarda sözleşmeye konu kıymetler fiziki olarak el değiştirmediği için, belirli bir teminatla misli işlemler yapabilme olanağı mevcuttur. Örneğin Hedge fonun, 100 YTL ile 1000 YTL yatırım yaptığını varsayalım. Yapılan yatırımın değerinin %10 arttığı varsayımında, portföyünüzün getirisi %100 artacak; yatırımın değeri %10 azaldığında ise 100 YTL olan portföyünüz %100 değer kaybedecek ve 0 olacaktır. Yatırımın kaldıraç oranı aynı oranda portföyünüze yansıyacaktır.

Bizdeki ürünlere baktığımızda ise, son düzenlemelerle, anaparayı koruma garantisi veren, bunun yanında da yatırım yapılan sözleşmeye bağlı olarak sınırlı bir yüksek getiri imkanı sağlayan fonlar piyasaya sürülmüştür. Anaparanın korunması, kanunun 5/A maddesi gereği, kamu borçlanma senetleri veya ters repoya yatırımı zorunlu kıldığından, fon büyüklüklerinin %90'ı bu enstrumanlara yatırılmaktadır. IMKB30 endeksine yatırım yapan bir anapara korumalı fona 100 YTL yatırdığımızda, 90 YTL hazine bonosunda değerlendirilirken, 10 YTL ile VOB'tan IMKB30 endeksi üzerine yazılmış bir Call opsiyonu alınacaktır. Yatırılan 10 YTL teminat olarak kabul edilip, 50 YTL büyüklükte işlem yapılabilecektir. Yatırımın kaldıraç oranının 5 düzeylerinde olduğu görülebilmektedir. İMKB30 endeksinin vade sonu değerinin, vade başına göre %100 arttığı varsayımında, 10 YTL'lik yatırımınız 100 YTL olacaktır. Yatırımınızın kaldıraç oranı ise 10 olarak gerçekleşecektir.

Anapara koruma amaçlı fonlar 100 YTL olan başlangıç yatırımınızın sadece %10'unu opsiyon sözleşmesine yatırarak, elde edilecek % getiriyi, sanki yatırımınızın tamamını kullanmış gibi portföyünüze % olarak yansıtacaktır. Yani 10 YTL ile elde edilen 100 YTL getiri (%1000) , 100 YTL'lik portföyünüze %100 artış olarak yansıyacaktır.

Bu fonların yatırımcılar tarafındaki algılamasına değinmek istiyorum. Eğer ki vade sonunda, opsiyon sözleşmesinde alınan pozisyonun tersi yönünde bir durumla karşı karşıya kalındığında, anaparanın korunma garantisi olduğundan yatırımcının kaybı olmuyor. Evet, nominal olarak değerlendirildiğinde, 100 YTL'yi 100 YTL olarak geri alıyorsunuz, fakat reel olarak bakıldığında fırsat maliyetiniz enflasyon oranına eşit oluyor. Bu da demektir ki, paranız enflasyon oranında değer kaybediyor.

Pazarlamada bir kural vardır. Piyasaya yeni bir ürün çıkarıyorsanız, önce pazarın kaymağını almalısınız. Şu anda anapara koruma amaçlı fonların yaptığı budur: Pazarın kaymağını alma!

Açıkca söylemek istediğim şudur: Bu tür fonların yatırımcılara sağladığı garanti, sağlayabileceğinden çok düşük tutulmaktadır.

Ülkemizdeki fon piyasasına baktığımızda, Emeklilik ve Exchange-Trade Fon (ETF) haricindeki fonların toplam büyüklüğünün 26 milyar YTL seviyesinde olduğunu görmeketeyiz. GSMH'nin %4'ünü işaret eden bu oranın, gelişmiş ülkelerde %90'lar düzeyinde olduğu bilinmektedir. Bir başka şaşırtıcı oransa, 20 milyar YTL'den fazla kısmın likit fonlarda değerlendiriliyor olmasıdır. Bu da toplam fon büyüklüğünün %80'i demektir.

Henüz 4 adet finansal kuruluş tarafından arzedilen Anapara Korumalı Fonların portföy büyüklüğü ise 100 milyon YTL gibi çok çok düşük seviyelerdedir. Bunun en önemli sebebi, yukarıda da belirttiğim gibi, yatırımın alternatif maliyeti olan hazine bonosu getirisinden yatırımcıların mahrum bırakılmalarıdır.

Gelişmiş piyasalarda kullanılan Principal-Protected Note (PPN) adlı finansal ürünlere benzeyen Anapara korumalı fonların, olumsuz senaryolarda bile anaparanın üzerinde getiri sağlayan türevleri oluşmuştur. Örnek olarak Lloyds TSB tarafından bu ay çıkarılan Equity-Linked Offshore Deposits (OLEDs), anaparanın üzerinde getiri garantisi verebilmektedir.

Sektörün zamanla ülkemizde de gelişeceği, belli benchmark'lara bağlı ilave getirileri anaparaya ekleyen türevlerin oluşacağı olası görünmektedir.

3 Temmuz 2008 Perşembe

CRM ve Kredi Kararları

Türkiye perakende kredi pazarının cezbedici büyüme potansiyeli son zamanlarda giderek artmakta ve global finansal kurumları etkilemektedir. Bu da yeni ürünlerin geliştirilmesinden, müşteriyle ilişki kuracak kanalların çoğaltılmasına ve satış ekiplerinin oluşturmasına kadar birçok alanda önemli yatırımlara neden olmaktadır. Perakende kredi pazarındaki organizasyonun güçlendiği açık olmakla birlikte, kredi değerlendirme süreçlerindeki çeşitlilik ve verimsizlik tüm piyasanın odaklanması gereken anahtar faktör olarak öne çıkmaktadır.

Kredi Kayıt Birliği (KKB)’nin kurulmasıyla asimetrik bilgi paylaşımında önemli mesafeler alınsa da, kredi karar süreçlerinde organizasyon içi dikey bilgi akışını iyileştirecek sistemlerin hayata geçirilmesi henüz görmezden gelinmektedir. Kredi piyasasında, şube ağlarını kullanarak etkili olmaya çalışan bankalar, müşteri temas ve iletişimleriyle ilgili kayıtları bilgisayar veri tabanlarına kaydedememeleri, asimetrik bilgi paylaşımındaki içsel risklerin devam ettiğini göstermektedir.

Müşteri İlişkileri Yönetimi (CRM) uygulamasıyla segmentlere göre kurulan line’lar üzerinden iş süreçlerinin yenilenmesinde, çoklu kaynaklardan gelen bilgileri toplayıp işleyen ve ana sisteme yönlendiren Enterprise resource planning (ERP) proseslerinin yetersizliği ve satış süreçlerindeki tüm aşamaları kaydeden Sales force automation (SFP) uygulamalarındaki verimsizlik, fırsatları avantaja dönüştürmede önemli engeller olarak varlığını sürdürmektedir.

Ağırlıklı olarak yaygın şube ağları kullanılarak toplanan kredi talepleri, KKB tarafından sağlanan ratingler baz alınarak, yargısal değerlendirme süreçlerinden geçirildikten sonra karara bağlanmaktadır. Asimetrik bilgi paylaşımı sorunu giderilsede, bu bilgilerin sağlıklı bir şekilde işlenememesi riski, yargısal yönetici kararlarıyla devam etmektedir.

Burada Millenium Bank'ın bireysel müşterilerine kullandırdığı kredilerdeki değerlendirme ve karar mekanizmasını belirtmek faydalı olacaktır. Millenium Bank, ratingi prime sınırının üzerinde olan kredi taleplerini, kullandığı yazılımla karara bağlamakta; programın verdiği kredi kararları, herhangi bir yönetici veya üst makam tarafından kontrol edilip gözden geçirilmeksizin onaylanmış kabul edilmekte ve müşterilere tahsis edilmektedir. SFP süreçlerinin başarıyla işletilmesi bankaya hız, güven ve standardizasyon getirmiştir. Kullanılan program aracılığıyla otomatik olarak tahsis edilen kredilerdeki tahakkuk oranının, yöneticilerin yargısal değerlendirmeleriyle verdikleri kredi kararlarındaki tahakkuk oranından daha düşük olduğu ölçülmüştür.

Millenium Bank, sadece ratingi prima'ın altında kalan müşterilere ait kredi taleplerini yöneticilerin yargısal kararlarıyla sonuçlandırmaktadır.

Banka, bu iş modeliyle, Teleperformance International tarafından, CRM Grand Prix 2007'de "hizmet kalitesi" altın madalyasına layık görülmüştür.

Ülkemizdeki bankalar spesifikleşmiş kredi değerlendirme modellerini müşterilere sunmakta henüz tam anlamıyla başarılı olmuş görünmemektedirler. Bazı bankalar tüm kredi kararlarını, şubelerdeki yöneticilerin prosedürlere uygunluk etiğiyle birleştirdikleri yargısal kararlarıyla sonuçlandırırken, bazıları otomatik değerlendirme programlarını kullanmaya başlamışlardır. Her iki uygulamanın melez türevleri de sıklıkla kullanılmaktadır.
Önümüzdeki dönemlerin ne getireceği ise pek de tahmin edilebilir değildir.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Öldükten sonra ödeyin!

Ülkemizde 60 yaşını gelen veya geçen kişilerin kredilendirilebilme değerleri bankalar tarafından oldukça düşük görülmekte, hatta yüksek riskli sınıfında algılanmaktadır. Sigorta şirketlerinin hayat sigortası yapmadaki isteksizlikleri veya primlerin aşırı yüksek oluşu bu segmentteki müşterilerin kredilendirilmesini güçleştirmekte, bankalar açısından da bu pazardan faydalanamama sonucunu doğurmaktadır.

Müşteri ilişkileri yönetiminin (CRM) evrimi içinde oluşan segmentasyon ülkemiz bankaları tarafından teoride anlaşılsa da, uygulamada iş akışlarındaki tutuculuk ve rotasyon eksikliği nedeniyle başarılı olamamaktadır. Farklı özellik ve davranışlara sahip müşteri gruplarına, farklı ürünler sunabilmek olarak tanımlanan segmentasyon; uygulamada, farklı müşteri gruplarına aynı ürünlerin aynı şekilde pazarlanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı ürünlerin, farklı segmentlere, aynı şekilde sunulması gelirlerin ve pazarın genişleme hızını yavaşlatmaktadır.

Reverse Mortgage, biyolojik kriterler kullanılarak belirlenen segmentler içinde yer alan yaşlı müşterilere sunulan bir kredi ürünü olarak, 10 trilyon $'lık Amerika konut kredisi pazarında önemli bir paya sahiptir.

Reverse kredilerin temel çalışma prensibi şöyledir:

62 yaşından büyük müşteriler, sahip oldukları evi bankaya teminat göstererek, evin değerine göre kredi alırlar. Kredi tek seferde kendilerine nakit olarak ödenebileceği gibi, dönemsel ödemeler şeklinde veya dilenildiğinde kullanılabilecek bir kredi limiti şeklinde de tahsis edilebilir. Buraya kadar normal kredilerden bir farkı yoktur. Belki de tek fark, bu kredilerde hayat sigortası yapılmamasıdır. Üstelik böyle bir krediyi almak için, gelirinizin olmasına bile gerek yoktur. Sizden bankanın istediği tek şey bir evinizin olmasıdır.

Müşteri aldığı krediyi dilediği şekilde kullanabilir; tatile gidebilir, sağlık giderlerine harcayabilir ya da yeni bir iş kurabilir...

Peki ya, ödemeler diyorsanız, reverse kredilerin en önemli farkı da burada saklı. Ödemeler siz öldükten sonra başlıyor. Yaşadığınız sürece kullandığınız krediyle ilgili herhangi bir faiz veya masraf ödemiyorsunuz.

Öldüğünüzde, eviniz banka tarafından satılarak borcunuz kapatılıyor. Evin değeri borcunuzdan fazlaysa, üste kalan tutarlar mirasçılarınıza ödeniyor, azsa borcunuz siliniyor, asla yakınlarınıza herhangi bir çağrıda bulunulmuyor.

Örneğin Palm Beach'de 200.000 $ değerindeki eve karşılık alanabilecek reverse kredi tutarı bugün itibariyle 114.787 $'dır. Faiz oranları, Hazine Bonolarına ya da LIBOR'a endekslenerek, faiz yönlü kaygılar da elimine edilmiştir.

Ülkemiz finans kuruluşlarındaki ürün geliştirme birimleri bu tip kredileri hayata geçirememekte birçok haklı sebeple karşı karşıyadırlar. Veri kalitesindeki yetersizlikler, konut piyasasında fiyatların şahsi algılamalarla belirlenmesi, icra kanunlarının borçlu ve alacaklıya karşı şüpheli yaklaşımı yeni ürünlerin doğma süresini ertelemektedir. Ama unutulmamalıdır ki, birgün bu ürünler içinde gerekli altyapı sağlanacak ve talep oluşacaktır.

Bugün için böyle bir ürün, ürün geliştiriciler için vizyon olmaktan başka bir şeye yaramayacak gibidir.

1 Temmuz 2008 Salı

Negative Amortization Krediler

Türk bankacılık sektörü 2000’li yıllardan sonra dönemsel anapara artı faiz ödemeli kredilere giderek daha bağımlı hale gelmeye başlamıştır. Perakende bankacılık yaklaşımıyla gerçek kişilere, küçük ve orta boy tacir ve kurumlara verilen bu kredilerin toplam gelirler içindeki payı %60 seviyelerine yaklaşmaktadır. Sektördeki tüm bankaların aynı pazara odaklanmaları kar marjlarını giderek daraltırken, kayıtlı çalışan sayısının yetersizliği de pazarın gelişmesi önündeki en önemli dezavantaj olarak görülmektedir.

Sektörle ilgili rakamsal verilerin istatistiki kayıtları, karşılaştırmalı analizleri ve dönemsel raporlamalarındaki yetersizlikler analizleri soyutlaştırsa da, pazarın geleceğiyle ilgili bazı gözlemlerin yapılması faydalı olacaktır. 60 milyar YTL'yi bulan toplam bireysel krediler portföyündeki artış tatmin edici seviyelerde olsa da, artışın yeni müşterilere kullandırılan kredilerden mi, yoksa mevcut müşterilerin kredi limitlerinin genişletilmesinden mi kaynaklandığı veri yetersizliği nedeniyle tespit edilememektedir. Kuvvetle muhteliftir ki, yeni kullandırımların payının giderek azalan bir seyir gözterdiği müşteri davranışlarından algılanmaktadır.

Öte yandan, benzer ürünler satan bankaların çokluğu ve açlığı nedeniyle, tahakkuka düşen müşterilerin rakip bankalarca kredilendirilerek mevcut borçlarının tasfiyesi yöntemi de, sistem açısından yeni müşteri kazanılması anlamı taşımadığından, bankaların müşteri sarmalı sıkıntısına girmeleri riskini yaratmaktadır.

Yapılan sosyal araştırmalar, müşterilerin yükümlülüklerini yerine getirmede giderek artan bir isteksizlik gösterdiklerini ortaya koymuştur. Buna tüketicilerin gelir-gider dengelerindeki cari açığın giderek artması ve bankaların dönemsel ödemelerde esnek olmayan yaklaşımı da eklendiğinde tahakkuka düşme riski büyümektedir.

Negative Amortization Krediler (NegAms) bu noktada, tahakkuk ve müşterinin başka bankaya kaybı arasında tampon oluşturacak bir türev kredi ürünü olarak devreye girmektedir. Borçlunun yapabileceği ödeme, ödenmesi gereken taksit tutarından daha azsa, kalan kısım anaparaya eklenerek ödeme planı yeniden oluşturulur. Böylelikle hem müşteri tahakkuka düşmekten korunur, hem de faize esas ana para bakiyesi belli ölçüde devam ettirilmiş olur.

Basit bir örnekle açıklayalım. %10 fazi oranı ile 12 ay vadeli, 12.000 YTL kredi kullanan müşterinin aylık taksit ödemesi; eşit anapara ödemesi varsayımıyla, 1000 YTL anapara, 100 YTL aylık faiz olmak üzere 1100 YTL olacaktır.

Müşterinin aylık ödemesi için 500 YTL getirdiğini düşünürsek; 100 YTL faiz ve 400 ytl anapara ödenerek, kalan 600 YTL (1000-400) anaparaya ilave edilecek ve ödeme planı yeniden oluşturulacaktır. Müşteri taksit tutarı olan 1100 YTL'yi tam getirmiş olsaydı, faize esas anapara 11.000 YTL'ye düşecekken, bu durumda 11.600 YTL'ye gerileyecektir.

Kredi bakiyesi korunarak faiz geliri sağlanırken, 600 YTL ilave kredi bakiyesinin operasyon ve satış maliyeti de sıfırlanmış olacaktır.

Bankalar, anapara tahsilatlarında konvansiyonel paradigmalarının etkisiyle esnek bir yaklaşım sergileyememektedirler. Anapara tahsil edilmediği sürece tahsilinin güçleşeceği, borç alan açısından özsermayeye dönüşeceği düşüncesine inanmaktadırlar. Anapara akışkanlığının kredi riskini düşürdüğünü ispat eden matematiksel modellere sahip olmasak da, 1-2 yıl gibi kısa dönemlerde borç tutarının azaltılmasının borçlularda yaratacağı psikolojik etkiyi yok saymamalıyız. Fakat artan rekabet bankaların pastadan aldığı payı azaltırken, psikolojik algılamaların yerini realistik risk yönetim tekniklerinin alması gerekliliği kaçınılmazdır.