28 Eylül 2016 Çarşamba

Deutsche Bank'ın Bankası, Deutsche Land'ın Kankası!

Deutsche Bank adını duymayan yoktur herhalde. Almanya'nın en büyük bankası. Hikayemiz boyunca kendilerine Banka diyeceğiz. Deutsch Land adını da duymayan yoktur herhalde. Almanya'nın almanca adı. Hikayemiz boyunca Kanka diyeceğiz.

Son günlerin en önemli gündem konusu Deutsche Bank'ın belirsiz gidişi. Banka hakkında olumsuz görüşler giderek artıyor. Olası bir finansal başarısızlıkta Almanya'nın ne tür tepki vereceği de belirsiz. Neler olup biteceğini yakında göreceğiz.

Birazdan anlatacağımız hikaye Banka ile Kanka'nın bir altın gününde bir araya geldiklerinde yaptıkları sohbeti içeriyor. Duyacaklarınız size o kadar saçma gelecek ki, gülmekten kendinizi alamayacaksınız. Öyleyse gelin hep beraber biraz eğlenelim.

Kanka: Aşkoşum, on yıl olmuştur görüşmeyeli, nerelerdesin ayol?
Banka: Ah şekerim, uzun hikaye, ama kısaca anlatayım. 11 Eylül krizinden sonra Amerika'ya gittim. İnanmayacaksın, krizden sonra borsaya ilk beni kote ettiler. Yatırımcılar hemen üşüştüler tabi. Herkes önümde kuyrukta. Çok heyecanlandım. Bilirsin düzenli ilişkileri severim. Kalıcı bir ilişki kurmak için mortgage piyasasına gireyim istedim. Baktım herkes subprime veriyor, e ben de vereyim dedim. Fakir, fukara, Afrikalı, göçmen demedim, yapıştırdım mortgage'i.
Kanka: Sevinsin garibanlar! E, sonra?
Banka: Herkes mortgage'ini verdikten sonra kredileri üçüncü taraflara sattı ama ben satamadım. Benimkiler elimde kaldı kız. Ben de düşündüm taşındım, mortgage'leri bir araya getirip tahvil (MBS) yaptım. MBS piyasası çok iyi gidiyordu ama benimkilere yine talep gelmedi bebişkom.
Kanka: Deme kız!
Banka: Ben de ne yaptım, biliyor musun, hepsini CDO yaptım. Moody's adlı şirket de hepsine 3A rating verdi. 32 milyar dolarlık CDO sattım tatlım. Herkes bana CDO piyasasının kaptan pilotu demeye başladı. Ama işler 2007'nin Eylül ayında bozuldu. Zaten falımda da kısmetimin kapandığı yazıyordu.
Kanka: Ay yazık ama!
Banka: Çok üzgündüm o aralar, gözüm hiçbir şey görmüyordu. Derken karşıma o çıktı, G.Lippman. (Michael Lewis'in Büyük Açık adlı kitabında bahsedilen Deutsche bank traderı.) Görür görmez kaptırdım kendimi. Bizim çıkardığımız CDO'lara batacak diye tam 5 milyar dolarlık karşı bahis oynadı. Şeytanın aklına gelmez kız. Ordan biraz kazandım ama işler iyi gitmiyordu. Hep zarar yazdım ayol.
Kanka: Yazık kııııızzzz!
Banka: 2009'da karbon piyasasına girdim. Karbondioksit sertifikası pazarladım. Ayy, Avon satmak gibi, havadan para kazanıyorsun. Güya vergi kaçırmışım diye 246 milyon dolar ceza verdiler bana.
Kanka: Havanın vergisi mi olur, canım, elleri kırılsın inşallah!
Banka: Bankalar bişeysi var (British Bankers Association), her gün beni arıyor, Mibor mu, Libor mu bir şey soruyor. Moralleri bozulmasın diye ben de az söylüyorum hep. Ay neymiş, ben Miboru ayarlamışım. 2,5 milyar dolar ceza verdiler bana.
Kanka: İyilik yap, denize at kız! Ocaklarına ateş düşsün inşallah!
Banka: Çok üzüldüm ben de. Kendimi hayır işlerine verdim o aralar. Burma, Libya, Suriye ve İran'daki fakirlere yardım edeyim dedim. Ay, bir de ne duyayım, güya Amerika'nın ambargosunu delmişim. Kara para aklamaktan 258 milyon dolar ceza verdiler.
Kanka: Ambargo da ne, ne ayıp şey, argo bir sözcük herhalde! Kem gözlere gelmişsin tatlım!
Banka: Kafam dağılsın diye Ukrayna'ya gittim. Oradan da Rusya'ya geçtim. Oraları hep görmek isterdim zaten. Ne deseler beğenirsin, Ukrayna'da kriz çıkarmışım, Rusya'da 10 milyar dolar şüpheli işlem yapmışım.
Kanka: Ay, yok artık!
Banka: Kafamın tası attı tabi. Acaba dedim biri benim evime büyü mü yerleştirdi? Birini tutup araştırayım istedim. Bir de ne okuyayım gazetede, skandal. Neymiş, yönetim kurulu üyelerini ve üst yönetimi izlemek üzere detektif tutmuşum, escort kadın göndermişim.
Kanka: Utanmaz, ahlaksızlar!
Banka: Öyle kız, utanmaz bunlar. Şimdi de kalkmışlar, 14 milyar dolar verirsem, hakkımdaki davalar düşer diyorlar. Güya hatalarını böyle düzeltecekler. Hepsini Allah'a havale ediyorum artık.
Kanka: Allah bunlara uyuz versin, kaşınacak tırnak vermesin inşallah. Sen merak etme kız, ben hep senin yanındayım.

Yukarıda geçen diyalog birçoklarına yabancı gelmemiştir. Deutsche Bank'ın son on yıldır dünya finans piyasasında patlayan skandal ve başarısızlıklarının kısa anektodları. Tamamı gerçek. Merak edenler detayları haberlerden öğrenebilir.

Gelelim son günlerin merak konusuna. Almanya Deutsche Bank'ı kurtaracak mı? Bankanın 1,8 trilyon euro düzeyindeki büyüklüğü Almanya'nın milli gelirinin yarısından fazla. Yani aslında şu an izlediğimiz ağır çekim bir uçak kazası. Almanya yardım etmezse önce Banka, sonra Euro, sonra Merkel ve sonra da Kanka batar.

Kısacası Banka ile Kanka daha çok altın günü yaparlar.

25 Eylül 2016 Pazar

Para burda!

Yatırım yapılabilir ülke notunu kaybetmiş olmamız muhtemelen yabancı yatırımcıyı düşünmeye sevk etmiştir. Analistlerimizin beklentisi olumsuz. Yabancı yatırımın ivme kaybedeceği öngörülüyor. Neler olacağını bekleyip göreceğiz. Biz basit bir düşünce oyunu tasarlayarak yabancı yatırımcının düşünce şeklini biraz daha berraklaştıralım istedik.

Yabancı yatırımcının Türkiye yatırımı hakkında ne karar vereceğini merak ediyorsanız, yabancı yatırımcı ile danışmanı arasında geçen aşağıdaki konuşma yol gösterici olabilir.

Bu konuşma tamamen uydurmadır.

Yabancı Yatırımcı (YY): Hacı, söyle bakalım, nereye yatırım yapalım?
Danışman (D): Amerika'ya öneriyoruz. Borsa son yıl %5 getirmiş. On yıllık tahviller de %1,71 getiriyor. Ülkenin ratingi de 3A.
YY: Zaten bütün parayı Amerika'ya yatırdık, oğlum. Daha ne kadar yatıracağız. Geçelim.

D: İngiltere olabilir. Borsa son yıl %18 getirmiş. Rating mükemmel.
YY: Oraya da yatırdık yeterince. Borsa %18 getirecek diye bir yıl bekliyoruz. Sonra bir referandumla tüm para gidiyor. Geçelim.

D: Almanya iyidir. Rating 3A. Borsa son yıl %10 getirmiş. 30 yıllık tahvillerin getirisi ise %0,6.
YY: 100 milyon euroyu Alman tahviline yatıralım. 30 yıl bekleyelim, 600 bin euro kazanalım diyorsun yani. Enayi misin oğlum sen? Direk geçelim.

D: Japonya oldukça istikrarlı bir ülke. Yalnız tahvil getirileri ekside bu aralar. Borsa da son yıl %4,5 kaybettirmiş. Enflasyon eksi 0,5 seviyelerinde. Ama rating 3A.
YY: Yani diyorsun ki, 100 milyon dolarlık malı yığalım Japonya'ya. Bir sene içinde satar, 99,5 milyon dolar kazanırız. Bir yılda %0,5 kaybederiz ama rating iyi. Geç kardeşim, sinirlendirme beni Pazar akşam akşam.

D: Kuzeyin ülkelerinin herbiri birbirinden güvenilir. Ratingler hep 3A. İsveç borsası bir yılda %5, Norveç borsası %6 getirmiş. Gerçekten çok güvenilir yerler her açıdan. %5'ler risksiz güzel para.
YY: Bir yıl bekleyip %5 kazanalım diyorsun yani. Ben parayı sokakta mı buldum? Hissedarlara ne diyeceğiz? Demokrasi vardı, ondan %5 kazandık bu yıl, seneye arttırırz mı?.. Yarın sabah Türkiye'ye parayı indirin...

D: Ama efendim ülke yatırım yapılabilir seviyede değil.
YY: Başlatmayın lan ratinginize! Sabah shortlayın, akşama kadar oradan %5 kazanırız, akşama doğru da longlayın, verin vatansever küçük yatırımcının eline. Oradan da %5 kazanırız. Bir günde %10. İşte, yatırım dediğin böyle bir şeydir evladım.

D: Ama efendim özel sektörün dış borcu çok. Ya ödeyemezlerse?
YY: Oğlum ne özel sektörü. Zaten şirketlerin %70'i, bankaların tamamına yakını bizim elimizde değil mi? O borç Türklerin değil ki, bizim borcumuz. Avanak Türk analistler kendi borçları zannediyorlar. Aman sessiz ol, çaktırma!

D: Ama efendim, siyasi riskler çok yüksek.
YY: A benim salak evladım, serbest köle ticareti meselesi yüzünden Amerikan iç savaşı çıkmadı mı? Teleskopa tersten bakma, siyaset siyasi bir şey değildir, siyaset ekonomik bir şeydir. Kullanalım işte, ne güzel.

Konuşma böyle sürüp gidebilir. İşin özü, banka soyguncusu Willie Sutton'un neden banka soydunuz sorusuna verdiği cevaptadır aslında: "Para burda!"

24 Eylül 2016 Cumartesi

Bir rating düşürme hikayesi!

Her şey rating notunun büyük bir rating şirketi tarafından düşürülmesi ile başladı. Aslında görünümün negatif olduğunu daha önce belirtmişti şirket. Yani bu her an notunu düşürebilirim anlamına geliyordu rating literatüründe. Demek ki o zaman pek ciddiye alan olmamıştı. Fakat şimdi herkes çok kızmıştı.

Zaten bu rating şirketi önceden de mimliydi. Ülkeyi krize soktuğundan şüphelenmişti yöneticiler. Ondandır araları pek soğuktu.

Bakanlar, milletvekilleri ve diğer yorumcular hemen kararı eleştirdiler. Herkes ağzına geleni söylüyordu. Vatana ihanet etmişti bu şirket. Sen kim oluyorsun da bizim gibi güçlü bir ülkenin notunu kırıyorsun, şerefsiz!

Rating şirketi kararını şöyle savunuyordu: "E kardeşim, ben sana daha önce demedim mi, bütçe açığın yüksek, orta ve uzun vadeli planların yetersiz, zayıfsın diye."

Hükümetten yanıt gecikmedi: "Ülen, sen bizi batırmaya mı çalışıyorsun, dürzi?"

Sağdan soldan milletvekilleri de rating şirketini kınadı. Ülkenin bu kadar birlik olduğu başka an zor bulunurdu.

Cuma akşamı 8 gibi Başkan da şirketi kınamasın mı. Milli birlik ve beraberlik tamamen sağlanmıştı artık.

Ama çok geçmeden ilk çatlak ses muhalif bir vekilden geldi. Başkanı uyarıyordu. Ekonomik büyümeyi sağlayamadığı ve işsizliği azaltamadığı için aynen şöyle diyordu Başkana: "Beceriksizsin!"

Bir diğer muhalefet milletvekili de ondan gaz almış olsa gerek, o da Başkana yüklendi: "Sende liderlik eksikliği var!"

Başka bir muhalefet vekili "Maliye Bakanı derhal istifa etmeli!" diye seslendi Başkana.

Muhalefete yakın bir yorumcu ise bakın Başkana nasıl yüklendi: "Sen şimdi bir yakalama kararı çıkarırsın bu şirket hakkında!" Ahali bile şaşırmıştı. Tamam, kayyum geliyor yorumları yapılıyordu.

Piyasa analistleri kaygılıydılar: "Bu iş Merkez Bankasını faiz artışına zorlayabilir!"

Başka bir analist şöyle dedi: "Bizde son on yıldır açık hep yüksek zaten; bu karar fazlasıyla politik!"

Borsa hemen düştü tabi. Devlet tahvilleri hiç etkilenmedi, hatta değer kazandı. Ülke parası da euro ve pound karşısında değer kazandı. Piyasalar rating indirimini pek önemsememiş gibiydi.

Ama dananın kuyruğu birkaç gün sonra koptu. Adalet Bakanlığı rating şirketi hakkında inceleme başlattı.

Çok geçmeden hükümetin tazminat davası geldi: Ülkeyi zarara uğratmaktan 5 milyar dolar...

Hikayenin geri kalanını merak edenler eski haberleri açıp okuyabilirler. Ekonomiye uzak olanlar için hemen bir hatırlatma yapalım. Tüm bunlar ülkemizde yaşanmadı. ABD'nin 2011'de notunun düşürülmesi sonrasında ABD'de yaşandı. Anlatılan hikaye ve aktörler tamamen gerçektir. Hatta söylenilen sözler ve yapılan yorumlar bile hemen hemen bu kıvamdadır.

Bizdeki yorumların da benzer olması dikkatinizi dağıtmasın. Bu rating işi dünyanın her yerinde maalesef böyle. Fazlasıyla çığırtkanlık içeriyor ve gerçeklikten kopuk. O nedenle gereğinden fazla abartmaya hiç gerek yok.

22 Eylül 2016 Perşembe

İstatistik babydoll gibidir...!

Son günlerde ekonomistlerin en büyük takıntısı istatistikler. Rakamlarla kafayı yemiş bir ekonomist topluluğuna sahibiz. Sosyal medya ve basına ne zaman baksanız mutlaka karşınıza birkaç rakam çıkıyor. Bir görüşü desteklemek ya da eleştirmek için başvurulan yeni silah artık istatistikler. Mesela şöyle şeyler oldukça yaygın: "OECD'nin gelişmişlik sıralamasında Trinidad Tobago, Andorra ve Belize'nin hemen ardından 56. olduk ve El Salvadoru'u geride bıraktık." Bu tür rakamlara meraklıysanız her yerde karşınıza çıkacak birçok rakam görebilirsiniz. Biz de merak edenler için ülkemizle ilgili dikkatlerden kaçan birkaç istatistiği bir araya getirdik ve küçük bir hikaye oluşturduk.

Ülkemizde 100 kişi yaşıyor.
50'si erkek, 50'si kadın.

3 erkek ve 4 kadın okuma yazma bilmiyor.
28 kadın ilkokul mezunu.
6 kadın üniversite okumuş.

28 kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
18 kişiye içme suyu sağlanamıyor.
25 kişi sigortalı bir işte çalışıyor.
12 kişi asgari ücretli çalışıyor.
42 kişi son bir yıl içinde borç almış.
3 kişi bankadan icralık.
9 kişi kredi kartı borcunun sadece asgari tutarını ödeyebiliyor.
34 kişi faturalarını düzenli ödemiyor.
80 kişi ev alırken deprem dayanıklılığına bakmıyor.

13 kişi akraba evliliğine onay veriyor.
20 kadın yaşamının bir döneminde eşinden fiziksel şiddet görmüş.
13 kadın gördüğü şiddete alttan alarak ve susarak karşılık vermiş.

Geçen yıl 8 kişi tiyatroya gitmiş.
Opera ve bale izlemeye giden hiç kimse olmamış.
Kitap okuyan kimse de olmamış.

6 kişi cemaat üyesi.
5 kişi dinlenmiş.
13 kişide silah var.

3 kişi psikoz, 1 kişi şizofren.
70 kişi sabah kalkınca yüzünü yıkamıyor.
58 kişi tuvaletten çıkınca ellerini yıkamıyor.
9 kişi tuvaletten çıkınca sifonu çekmiyor.

15 kişi TV yarışmalarına başvurmuş.
71 kişi Otizm diye bir şey duymamış.

Tüm bunlardan sonra;
Eğitimin kalitesinden memnun olanlar 65 kişi.
Güvenlik güçlerinin toplumsal olaylarda vatandaşa muamelesinden memnun olanlar 77 kişi.
Sağlık hizmetlerinden memnun olanlar 65 kişi.
Kendisini mutlu hissedenler 90 kişi.

Aslında işin özü şudur. Ne kadar istatistik okursanız okuyun hiçbir şey ifade etmez. Önemli olan onları yorumlayabilmektir.

İstatistiğin mini etek gibi gibi olduğunu her kim söylediyse doğru söylememiş. Doğrusu şu olmalıymış: "İstatistik babydoll gibidir, ne kadar güzel olsa da tek işlevi başka biri tarafından çıkarılıp atılmaktır!"

17 Eylül 2016 Cumartesi

Türk futbolundaki başarısızlığın asıl nedeni!

Dünya Küba'nın kanser aşısını bedava dağıttığı konusuna odaklanırken biz günde sekiz saat futbol muhabbetindeyiz. Resmi verilere göre, 600 bin lisanslı futbolcu, 11 bin lisanslı antrenör ve 6 bin lisanslı hakeme karşın (resmi olmayan kesin tahminlere göre!) 60 milyon taraftar, 11 milyon civarı lisanssız antrenör ve 6 milyon dolaylarında hakeme sahibiz. İlgi bu kadar yüksekken bile ortada maalesef somut bir başarı yok. Tek somut başarı başarısızlığın yarattığı gerginlik ve aşağılama kültürü. Peki ama sorun nerede?

Türk futbolunda başarısızlığın sebepleri üzerine çok şey söylenebilir. Ama biz bunların hiçbirini yapmayacağız. Çok daha farklı bir noktaya dikkat çekerek cevabı okuyucuya bırakacağız.

Dikkat, anlama, öğrenme, muhakeme, problem çözme ve karar verme gibi bilişsel süreçleri içeren futbol oyununda başarı bilginin işlenmesi gerçeğine dayanır. Bu tüm bilimsel otoritelerin kabul ettiği bir futbol gerçeğidir. Yani bir futbolcunun (futbolcu olduğuna göre fiziksel özelliklerinin uygun olduğunu varsayarsak) başarılı olabilmesi için, işiyle ilgili olan bilgiyi anlayıp muhakeme ederek sonunda en doğru karara bağlayacak yeteneğinin gelişmiş olması gerekiyor. Yani başarı için ayak tenisini iyi oynamak yeterli değil. Öngörülemez bir futbol oyununun her anında ortaya çıkan bilgiyi işleyip karara bağlayabilmek gerekiyor. İşte Türk futbolundaki başarısızlığın temel sebebi budur: Bilişsel yetersizlik!

Türk futbol tarihinin iRRasyonel'e göre belki de en önemli bilimsel araştırması 2014 yılında yapıldı. Sosyologlar E.Afacan, H.Bal, H.Gümüşdağ ve G.Çobanoğlu, Manisa'da yer alan 5 futbol kulübünün sporcularının katıldığı bir araştırma yaptılar. Yeni Salihlispor, Yeni Turgutluspor, Akhisar Belediyespor, Soma Linyitspor ve Vestel Manisaspor'un 111 futbolcusu ile yüz yüze görüştüler ve bulgularını "Sosyolojik açıdan futbol ve profesyonellik" adındaki makaleleri ile yayınladılar. Sporun entelektüel yönüyle ilgilenilmeyen bir ülkede yaşadığımız için makale elbette ki kimsenin dikkatini çekmedi. Ama ortaya çıkardıkları gerçekler son derece çarpıcıydı.

111 futbolcuya kendi işleri yani futbolu hangi düzeyde algıladıkları ile ilgili basit bir soru soruldu. Acaba futbol yönetmeliğini kaç futbolcu okumuştu? 12 yıldan daha uzun süredir profesyonel futbol oynayan futbolculardan sadece %17'si okuduğunu belirtmişti. Daha düşük profesyonellik seviyesine sahip olanlarda yönetmeliği okuma oranı daha da düşüktü. Kabaca bir hesaplamayla her on futbolcudan sadece biri futbol yönetmeliğini okumuştu. Buradan şu sonucu çıkarmak oldukça mümkün. Profesyonel olarak (emek karşılığı para) yapılan bir işte, işinin yazılı kurallarının ne olduğunu futbolcuların sadece %10'u merak ediyor. Buna kendi işine saygısızlık, bilinçsizce davranma ya da nasıl olsa biri biliyordur yanılsaması diyebilirsiniz elbette ama ortaya çıkardığı sonuç bilişsel yetersizliktir.

Sosyologlar daha sonra futbolculara başka bir soru yönelttiler. Bir futbol maçının başlayabilmesi için en az 9 oyuncusunun olması gerektiği kuralını biliyor muydular? 111 futbolcu içinde üniversitede okuyan ya da mezun olmuş küçük bir azınlığın sadece %19'u bu kuralı biliyordu. Diğerlerinin böyle bir kuraldan haberleri bile yoktu. Kabaca bir hesaplamayla yine her on futbolcudan sadece biri maçın başlaması için böyle bir kural olduğunun bilincindeydi.

Profesyonel olduğunu iddia eden futbolcuların kendi işlerinin en temel kurallarını bile öğrenmeyi gerekli görmemiş olmaları bilişsel yeteneklerinin nasıl bir gelişme trendi izleyeceği konusunda herhalde yeterli fikri veriyordur. Futbolun en basit kurallarını bile bilmeyen, onları okumaktan aciz kalmış insanlardan maçın en kritik anında doğru karar vermesi bekleniyor. Böyle bir vizyona sahip olmadıkları her yönüyle ortadayken. Şerefli mağlubiyet denilen oyun üstünlüğünün olduğu maçlarda skor üstünlüğünün oluşmaması olgusunun sebebinin bilişsel yetersizlikler olduğunu bile hala fark edemiyoruz. Oyuncusu, yorumcusu ve seyircisi için "bilişsel pasolig" gerektiren gerçekten büyük bir futbol piyasasına sahibiz.

Futbolcu kardeşim, bu veriler tek bir şeyi işaret ediyor, alınma ama bilişsel yetersizsin. Bilgiyi alma, anlama, dikkat gösterme, muhakeme etme, problem çözme ve karar alma yeteneğin maalesef yetersiz. Sözü fazla uzatmayacağım. Hani maçtan sonra diyorsun ya, "çok güzel ortaladı, bana sadece dokunmak kaldı, dokundum gol oldu," diye. İşte, bu sosyologlar da aynısını yapmış. Bana sadece dokunmak kaldı.

14 Eylül 2016 Çarşamba

Ekonomist kaçan danayı nasıl yakalar?

Bayram tatillerinde televizyonlarda "kaçan dana" haberi izlemek artık bir gelenek. Her yıl yeni teknikler eklenerek kaçan dana yakalanmaya çalışılıyor. Ekonomi bilimi de her konudan kendine bir pay çıkarmayı son zamanlarda fazla kafaya taktı. Ekonomistlere göre hemen her sorunun iktisadi bir çözümü varmış... Ne diyelim öyle olsun. Daha kendi yarattığı sorunları çözemeyen bir bilim dalı hayatın ger kalan problemlerini nasıl çözecekse...

Neyse, bu sorunun yanıtını şimdilik boş verelim ve iktisadın hayatın tüm problemlerini çözeceği masalına kendimizi kaptıralım. Mesela soru kaçan danayı yakalamak olsaydı, acaba ekonomistler sorunu nasıl çözerlerdi?

İşte yanıtı:

Ekonomist kaçan danayı nasıl yakalar?

1- Keynesyen Ekonomist
Eğer Keynesyen bir iktisatçı iseniz kaçan dana görünmez el vasıtasıyla dönüp size gelecektir. Eğer gelmediyse küçük bir devlet yardımı danayı size getirecektir. Polis kaçan danaya ateş eder ve dana birkaç dakika sonra yanınızdadır. Tabi ölü olarak.

2- Marksist Ekonomist
Bu tür ekonomistlere göre emek kutsaldır ve ne olursa olsun sermaye karşısında mücadelesine devam etmelidir. Eğer Marksist bir ekonomist iseniz, dananın peşinde koşmaktan yorulsanız bile durmamalısınız, dana yorulana kadar peşinden koşup yakalamanız gerekiyor.

3- Davranışsal Ekonomist
Bu tür ekonomistlere göre dana, sahibinin irrasyonel davranışları nedeniyle kaçmıştır. Öyleyse doğru bir irrasyonel davranışla da geri gelecektir. Eğer bir davranışsal ekonomist iseniz yapmanız gereken danadan kaçmak. Çünkü bu ekonomistlere göre kaçan kovalanır mantığı tek çözümdür. Er geç dana size dönüp gelecektir.

4- Anarko-kapitalist Ekonomist
Anarko-kapitalistler, piyasanın dinamiklerinin devlet kontrolü olmadan özgürce işlediği bir toplum arzularlar. Bu tarz bir ekonomist iseniz işiniz çok kolay. Akşam birkaç bardak içip danayı arayın. Gelirse gelir, gelmezse dünyadaki tek dana o değil ya. Aşkın da repo gibi tek gecelikmiş!

5- Mikro İktisatçı Ekonomist
Bu ekol ekonomiyi tüketiciler, firmalar ve endüstriler düzeyinde inceler. Bu türe ait ekonomistlerin dana kaçtığında buldukları çözüm, "Alo dana yakalama hattı"nı aramaktır. Danayı üreten şirket kaçan dananın nasıl yakalanacağını da hesaba katmıştır mutlaka.

6- İşletme İktisatı Ekonomisti
Bu ekole göre dana ile ilgili tüm sorunların işletme çatısı altında çözülmesi rantabl değildir; Muhasebecilik yapan şirketin bilgisayar üretmeyip dışarıdan alması gibi. Eğer siz de bu ekole ait bir ekonomist iseniz yapmanız gereken İspanya'dan bir matador "outsourcing etmek".

7- Neo-keynesyen Ekonomist
Bu ekole göre ekonomi yoldan çıktıysa yola sokmak için devlet her yolu denemelidir. Son yaşadığımız küresel kriz uygulanan çözümlerin nasıl vatandaşın sırtına atıldığını fazlasıyla gösteriyor. Eğer bu tarz bir ekonomist iseniz yapmanız gereken dana geri dönene kadar her beş dakikada bir bir adam öldürmek. Likidite ile parasal gevşekliğin kimde olduğu belli olmaz!

8- Teknik Analizci
Son dönemin favori ekonomistleri olan Teknik Analistlere göre gelecekteki veriler geçmiş veriler kullanılarak bulunabilir. Öyleyse yapmanız gereken dananın kaçarken geçtiği sokakların grafiğini çizmek. Sonra grafiğe bakarak dananın beş dakika sonra hangi sokaktan geçeceğini görür ve danayı hemen yakalarsınız. Ne demişler, dananın ölümü artan Vix'ten olsun!

9- Piyasa Analisti
Bir ekonomi kanalında gün boyu yorum yapan bir piyasa ekonomisti iseniz dananın geleceği Fed'in faiz arttırımında saklıdır. Fed faizi arttırırsa dana tıpış tıpış gelir, arttırmazsa güvercin gönderip yerini öğrenmeniz gerekiyor. Nakit akışına kurban olduğum!

10- Küçük Yatırımcı
Tüm bu bilgi kirliliği ve piyasa karmaşasından yorgun düşmüş küçük bir yatırımcı iseniz ve tek sermayeniz de kaçan danaysa, yapabileceğiniz tek şey danadan hızlı koşup, birazdan geçeceği yere bir engel (stoploss) koymaktır. Yoksa danaya elveda demeniz gerekiyor. Ama yine de panik yapmayın, pozisyonu veren Allah stopunu da verir!

Biz yöntemleri açıkladık. Artık kaçan danayı istediğiniz yöntemle yakalayabilirsiniz. Yalnız şunu hatırlamakta fayda var; yirmi yıldır piyasayı izliyoruz, daha kaçan danayı yakalayan bir ekonomist hiç görmedik.

İyi bayramlar...

10 Eylül 2016 Cumartesi

Ekonomiyi Matrix'e çeviren 4 ekonomi yorumcusu türü!

Merrill Lynch adındaki yatırım bankasında görevli ekonomistler %20-50 ihtimalle Matrix'te yaşadığımız sonucunu ulaşmışlar. Bir süredir karmaşık matematiksel denklemlerle kafayı bozan ekonomi biliminin kafayı üşütme noktasına gelmesi aslında pek de şaşılacak bir şey değil. Peki ama dünyanın en önemli yatırım bankasını böyle bir rapor yayınlama noktasına getiren kafa yapısına nasıl geldik dersiniz?

Piyasaların gelişmesiyle ekonomi bilimi de farklı bir algılamaya sahip oldu. Son otuz kırk yıl içinde Nobel Ekonomi Ödülü verilen hemen hemen tüm projelerin piyasa tarafından başarısız kılınmasında da gördüğümüz bu algılama ekonomiyi son derece sanal bir hale getirdi. Son yıllarda ülkemiz de bu gelişmelerden fazlasıyla nasibini aldı ve biz de gelişmiş finansal piyasalar gibi ekonomiden anladığımız şeyi bu algılama seviyesine indirdik.

Bu algılama şekli 4 ayaktan oluşuyor ve ekonomistler tarafından pazarlanıyor. Ekonomist ve analistlerin, ekonomi ve piyasalardan anladıkları bu olunca, ahali de bir süre sonra gerçeklerden uzaklaşıp Matrix bir dünyada yaşadığı yanılsamasına kapılıyor. Ekonomiyi, gerçeklikten çıkarıp sanallığa sokan ve ekonomi yorumcuları tarafından pazarlanan bu dört düşünce şeklini gelin yakından tanıyalım.

Ekonomiyi gerçeklikten Matrix'e çeviren 4 ekonomi yorumcusu türü:

1- Bilineni bilen bilmişler
Ekonominin yıllardır anlatageldiği ya da aktörlerinin algılama şekilleri ekseninde yarattığı hikayeler üzerine kurulan ekonomiyi anlama modelidir. Bu tür düşünen ekonomi yorumcuları ahaliyi sürekli tarihin ve olayların kurgulanma şekli üzerinden ekonomiyi anlamaya zorlarlar. 500 yıl önce Lale Çılgınlığında da aynı şey oldu, sizi borsada kandırıyorlar... Rothschild ve Rockefeller var ya sizin paranız onlara gidiyor... Bu borsadaki brokerları ben iyi tanırım, sizinle hep keriz diye dalga geçiyorlar... Ya da, ABD tarımdışısı arttı, işsizlik oranı düştü, Merkez faizi indirdi gibi hergün gelişen binlerce veriyi haber diye sunarlar. Sonra da ortaya bilgiden aptallaşmış bir toplum çıkar.

2- Bilineni bilmeyen bilmişler

Bu tür ekonomi yorumcuları tam bir Matrix içine sokarlar insanı. Mesela gün boyu yorum yaparlar. Konu Fed'in faizi akşam 9'da arttırıp arttırmayacağı üzerinedir. Bilgi bilimi açısından bakıldığında, Fed'in akşam faizi arttırıp arttırmayacağı bilinen bir bilgidir. Yani bu konuda yetki sahibi olan kişiler bu bilgiyi bilmektedirler. Ama sanki bu bilgi hiç bilinmiyormuşçasına, sanki henüz oynanmamış bir futbol maçıymış gibi saatlerce arttıracak mı arttırmayacak mı diye yorumlanır. Aslında aklı başında insanlar için bu tartışma dangalaklıktır. Ama Fed'in bile tam olarak ne olduğunu bilmeyen milyonlar için, ya da epistemolojik gerçeklikten haberi olmayan milyarlar için dinlenmeye değerdir. Muhtemelen başka bir yatırım bankası analistinin dediği gibi: Nobody died when Clinton lied!

3- Bilinmeyeni bilen bilmişler

Ekonomi yorumcuları içinde en büyük kısmı bunlar oluşturur. Doların ne olacağını, borsanın nereye gideceğini bilgi bilimi açısından hiç kimsenin bilebilmesi mümkün değilken bunlar bilirler. Destek şurası, direnç burası diyerek de saçmalığı soslandırırlar. Ekonominin tüm bilinmezliklerinin bilinebileceği yanılsamasına insanları inandırırlar. İşin içine bolca rakam ve grafiksel analizler ekleyerek geleceği görürler ve insanların yatırım kararlarına yön vererek ahaliyi zengin ederler. Ortak özellikleri ise tamamının fakir olmalarıdır.

4- Bilinmeyeni bilmeyen bilmişler
Bu tür yorumcuların analizlerinden örnekler vererek saçmalığın boyutunu anlamaya çalışalım. Mesela şu: "Ptesi Brainard konuşması kritik olacak." Bak yorumcu kardeşim, gerçekçi olalım: "Hiçbir b.k olmayacak!" Bu yorumumu unutma. Ekonomi senin algıladığın şey değildir. Ya da şu: "Orta vadede Çin açısından problemli bir gelişme olur." Bak yorumcu kardeşim, şu yorumuma da kulak ver: "Bir b.k olmaz!" Anneannen üşütüp hasta olur da ilaçlarını almazsa o zaman yap o yorumu da göreyim seni: "Orta vadede Anneannem açısından problemli bir gelişme olur." Gerçekliğin tahribatıdır işte bu. Ekonomiyi gerçeklikten çıkarmanın sonucudur. Ne demişler, Arap zeytinyağını bol buldu mu...

İşin kısa özeti şudur. Ekonomi gerçeklikten koparılmıştır. Bunun sonucunda Matrix'te yaşıyoruz diyen yatırım bankası raporu gelmeyecek de ne gelecek!

Sevgili Merrill Lynch, son sözüm de sana gelsin: "Writing report for Matrix is like f..king for virginity!

8 Eylül 2016 Perşembe

Büyük şeere geldik garik, garik demeyek garik!

Geçenlerde kahvede bizim köylüler kendi aralarında konuşup dururlardı. Bu Standart&Poors bizim notumuzu düşürmüş diyerekten. Yanıma geldiler. Mehmet Ağa senin ekonomi bilgin iyidir dediler. Bu Standart&Poors nedir allasen?

Evvela dedim bu Standart& Poors ne anlama geliyor onu bilmek lazım. Standart bildiğin standarttır. Poors ise yoksullar anlamına gelir. Yani standart yoksullar demek oluyor ama bizim Ege dilinde karşılığı iç güveysinden hallice olur bunun anlamı. Yani bu şirket iç güveysinden hallicedir, abartıp durmayın garik.

O zaman Mehmet Ağa dedi bizim Yanığın oğlan. İç güveysinden hallice olan şu şirket bizim notumuzu kırarmış. Şunlara bir mektup yazsan, bizimle uğraşmasalar, zaten badem bu yıl para etmiyor. Duman olcez valla.

Siz hiç merak etmeyin dedim ve aldım kağıdı kalemi elime.

Sevgili haS&Pi'cim,

Naapıp durun, iyimin? Ben küçük bir Ege köyünden yazıp dururum sana. Bizim ülkenin notunu kırmışın diye duydum. Köylü çok üzgün. Bu rating işlerinden bizim köyde anlayan tek kişi ben olduğum için sana bir mektup yazıp sitemlerimi sunayım dedim.

Amerika'nın notunu bile indirmeye cesaret edebildiğine göre sen de benim gibi ağasın. O nedenle sana bundan sonra haS&Pi Ağa (Haspi Ağa) diyeceğim. Haspi Ağa, ben badem üreten bir köyün ağasıyım. İlkokul mezunuyum. Bizim köye öteden beri iRRasyonel adında biri gelir. Belki tanırsın. Piyasaların nasıl işleyip durduğunu, psikoloji ve sosyolojisini gele gide ondan öğrendim. Biz aslında ekonomiye çok meraklı bir aileyiz. Benim kız kardeşim Ayşe vardır. Onu da duayen ekonomi gazetecisi Güngör Uras'ın yanına yerleştirdik. Ekonomi öğrenip durur onun yanında. Ayşe Teyze diye tanınır, duymuşsundur belki.

Neyse Haspicim, çok uzattım. Bizim notu indirirken yazdığın raporu okudum. Eline sağlık. Hemen diyim, köylü sana çok kızdı. Yakacak bizi bu deli oğlan dedi. Hatta bir söylenti yayıldı. Güya California bademine pazar yaratmak için yapmışın bu alavere dalavereyi. Neyse uzatmayayım, benim de sana bir çift lafım olcek. Beni bak, iyi anla diye tane tane anlatacam.

1- Senin ne anasının gözü bir yürütücü işlevin varmış!
Haspicim, psikologlar yürütücü işlev diye bir şeyden bahsedip durur. İyi yalan söylemek için kilit öneme sahiptir bu işlev. İleriyi düşünme, strateji kurma ve akıl yürütmeye ilişkin kıvraklıktır. Valla sende öyle bir yürütücü işlev var ki yalan üstüne yalan söylüyorsun. Siyasi görünüm daha parçalı olacakmış, dış borçları çevirme kabiliyeti azalmış, hani nerde. Herkes birlik oldu, borçlar da tıkır tıkır ödeniyor. Haspicim, bari bana yapma, sen gerçeğin çok iyi farkındasın ama yanlışa tutarlı bir yorum getirmek için sürekli atıyorsun. Sanki kafanda alternatif bir gerçeklik varmış gibi geliyor bana. Yoksa sen bu darbe tezgahına California bademinin fiyatını arttırmak için destek vermiş olmayasın?

2- Browne Yasasına nasıl da takıldın öyle!
Haspicim, 17.yüzyılda yaşamış İngiliz düşünür Thomas Browne seni ne güzel tarif etmiş öyle. Senin yalanının kaynağı doğuştan gelen doğruculuk içgüdünün zayıflığı değil sosyal yaşamın çarklarının dönmesi için yürüttüğün çabadandır. Notu düşürdün, baktın ki bizim köyde işler bozulmadı, 15 gün geçmeden risk düzeyimizi orta derece yüksek riskten yüksek riske döndürdün, Türk varlıklarından kaçın dedin. İstersen şimdi de çok yüksek hatta çok çok yüksek riske çıkar. Valla bizim köyde durum aslında yıllardır aynı. Bence sen yalanını sürdürerek kendini haklı çıkarmaya çalışır gibisin.

3- Sahte uzlaşma teklifini yemezler!
Bak Haspicim, notu düşürdün, sonra riskin arttığını söyledin ama bizim borsa daha da yükseldi. Demek durum tam olarak senin gördüğün gibi değilmiş. Ülkeyi teröristlerden temizlemek iyi bir şeymiş. Geçenlerde Mısır'ın notunu da bizimle aynı seviyeye çektiğini gördüm. Haberi de bize servis ettirmişin. Ne yapmak istediğini hemen anladım. Psikologlar R.Byrne ve A.Whiten buna sahte uzlaşma teklifi derler. Sosyal manipülasyon, aldatma ve kurnazlığa dayanan işbirliği ile suçunu örtpas etme ve dikkat dağıtma içindesin.Yemezler Haspicim. Sadece önyargılarınla hareket ediyorsun. Rating dediğin kredi kalitesi ve temerrüt riskini ölçerek verilir. Senin bu fikirlerinle ancak lisede münazara yapılır.

4- Zekanın sosyal işlevi nerede peki!
Haspicim, kararın modern dünyanın karar alma şekline de pek uymuyor. Darbe girişimi oldu, notu düşürelim demişsin. Güzel de, sadece o mu oldu. Darbe engellenmiş, suçlular yakalanmış, halk kenetlenmiş, demokrasi kazanmış, ülke tek yürek olmuş, vesaire vesaire. Sen bu tabloya bakınca sadece darbe olduğunu görüp notu düşürme kararı alıyorsan N.Humprey'in Zekanın Sosyal İşlevi teorisine de karşı geliyorsun. Senin zekan tarih içinde hiç mi evrilmedi. Bu halinle adada tek başına kalan Robinson'un Cuma'yı yönetmesi gibisin. Allahtan sadece Cuma gelmiş; ya Bay Pazartesi, Salı, Çarşamba da gelseydi, Bayan Perşembe ve Pazar'ı hiç saymıyorum. Haspicim, kızma ama sosyal zekan da çok düşük kalmış senin. Sen ancak Cuma'yı yönetirsin.

5- Konfabülasyona tutulmuşsun!

Haspicim, sana bir tavsiyem olacak. Ne de olsa ikimiz de ağayız. Birbirimizi anlarız. Sende aşırı düzeyde konfabülasyon var. Yani beynindeki boşlukları masallar uydurarak dolduruyorsun. Türkiye'nin siyasi görünümünün daha parçalı olması ile dış finansman ihtiyacının artacağı arasına nasıl bir hikaye yerleştirdiğini gerçekten merak ediyorum. Nörolog A.Damasio, uydurma hastalığına (konfabülasyona) yakalanmış bir kadının Falkland Savaşıyla ilgili tüm ayrıntıları anlatmasına çok şaşırır ve kadına sorar ya Falklanda hangi dil konuşuluyor diye. Kadının cevabı şudur: Falklandca. İşte, senin bu Türkiye'yi çok yakından tanıyormuşun gibi anlattığın raporun üzerine Kıbrıs'ta nece konuşuluyor diye sorsam, muhtemelen Kıbrısca diyeceksin. Haspicim, alınma ama senin hastalığın çok ilerlemiş, hemen bir hasteneye yatman gerekiyor.

Haspicim, mektubuma burada son veriyorum artık. Senin bu yazdığın raporlara ve verdiğin ratinglere bakınca senin taammüden aptal olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Yoksa bizim bademin fiyatını düşürüp California bademinin fiyatını bilerek arttırmak için bu tezgahın içine girdiğini düşüneceğim ki; senin gibi ağaya yakışmaz. Bizim köyün şu sözünü sakın aklından çıkarma e mi: Büyük şeere geldik garik, garik demeyek garik!

7 Eylül 2016 Çarşamba

Adriana Lima'nın aldatıldığı bu dünyada seni harcarlar Hatçee!

Tüm piyasa sistemini "beklenti" denilen bir zamazingonun üzerine inşa etmeyi çok güzel başardık. Artık gerçekler beklentilerin üzerine monte ediliyor. Her gün onlarca yeni beklentiyle uyanıyoruz. Enflasyon beklentisi, işsizlik beklentisi, borsa beklentisi... Hikaye hemen hemen şöyle cereyan ediyor. "Enflasyon ne çıktı; %10'mu; oh oh mühim değil; beklenti %12'ydi; beklentiden düşük geldi; hiç sorun yok; saldır borsaya!" Ya da şöyle: "İşsizlik oranı ne oldu; %12'mi; aman ne ala; beklentilerin altında; hemen borsaya!" İyi de canım kardeşim, fiyatlar %10 daha artmış, garibanın maaşı artmadı ki, nereden bulup yiyecekler? Ya da halkın %10'u işsiz kalmış, neyine seviniyorsun, kuş beyinli! 10 kişi yerine 9 kişi öldü diye sevinmek mi gerekiyor? Piyasa yorumcuları neredeyse herkesi somut gerçekliğin dışına iterek gerçeküstü bir dünyada yaşamaya zorluyor. Bir akıllı da çıkıp, "Ülen, dalga mı geçiyorsunuz?" demiyor. Gerçekten tuhaf.

Beklentilerin gerçeklerden önemli sayıldığı bu piyasa dünyasında asıl hatayı nerede yapıyoruz dersiniz? Bu sorunun yanıtını düşünen olduğunu sanmıyoruz ama biz yine de merak edenler için açıklamaya çalışalım.

1- Beklentilere göre hareket yanılsaması
Ekonomi ve piyasaların beklentilere göre hareket etmesi gerektiği gibi bir yanılsamaya sahibiz. Beklentiler paralelinde gelen gerçekleşmeler sonrasında ekonominin iyi gittiğini düşünmek gibi bir saflığımız var. Psikologların Plasebo Etkisi dedikleri durumdur bu. Hiçbir kimyasal etkisi olmayan ilaçların insanları iyileştirmesi durumu gibi. Muhtemelen ekonomi de Zeki Müren gibi bir şey; bizi görüyor!

2- Beklenti altında kaldı diye altına teneke muamelesi yapmak
Beklentiler dahilinde gelmediyse değer, altına teneke muamelesi yapılır en akıllı insanların olduğu piyasalar denilen şu garip dünyada. 31 Aralık 2006 tarihi verilerine göre Google'ın cirosu %97, karı %82 artmıştı. Ama veriler açıklandığında borsadaki değeri %31, piyasa değeri 20 milyar dolar düşmüştü. İnsanlar Google hisse senetlerinden vahşi bir hayvandan kaçar gibi kaçmışlardı. Ne mi olmuştu? Wall Street analistleri daha iyi bir sonuç bekliyorlardı. Demek o yıllarda bu motorların meal ve hadis de aradığını yatırımcılar bilmiyormuş!

3- Suçluyu değil kendini cezalandıran yatırımcı kitlesi
Piyasalardaki en aptal adam bile ekonomik verileri tahmin etmenin imkansız olduğunu bilir. Fakat gerçeklerin altında ya da üstünde gelen bir beklentinin ardından herkes akıl dışı davranmaya başlar. Beklentiyi yapan kişi, "Kötü tahminde bulundum, hata bende!" demesi gerekirken hiç böyle bir tavra girmez. Yatırımcı ise, "Bu aptal piyasaları tahmin edebilse zaten zengin olurdu, analist olmazdı!" demesi gerekirken, adeta önce kendini sonra tüm yatırımcıları cezalandırır gibi davranır. Hisse senetlerini gelecekte daha yüksek fiyata satmak varken ucuz fiyattan satıverir.

4- Kontrol edilemeyecek şeyi tahmin etme aptallığı

Hisse senedi fiyatlarını birileri tahmin ediyordu da bizim analistler mi yapamadılar? Bu kadar basit bir soruyu bile yatırımcılar kendilerine sormadan hemen atağa geçerler. 2006'da Juniper Networks hisse başına analistlerin beklentilerinin cent'in onda birinin altında bir kar açıkladığında, hisse fiyatı %21 düşmüştü. Böyle bir kitleye ne deseniz fayda etmez herhalde. Son derece akıl dışı.

5- Düşünmek hissetmekten daha zahmetlidir
Akılcı şekilde tartıp biçmek, sezgilere göre hareket etmekten çok daha fazla bilinç gerektirir. Başka şekilde söylersek, sezgileriyle hareket edenler daha az ince eleyip sık düşünür. Daha da açık söylersek, beklentide bulunanlar düşünerek değil uydurarak beklerler. Bunu öngörülemez bir durumun düşünerek öngörülemeyeceği gerçeğinden de çıkarabiliriz. Analist kardeşim, sen kendini yorma, salla gitsin!

Kısaca özetlersek, beklentiler piyasaların lezzet ikizidir; ketçap yoksa pizza lezzetsizdir, beklenti yoksa getiri azdır. Ama hepsinden önemlisi, kamyon arkasında yazan şu söz piyasa yatırımcıları için de aynen geçerlidir: Adriana Lima'nın aldatıldığı bu dünyada seni harcarlar Hatçee!

6 Eylül 2016 Salı

TED Konferansları ile 5 adımda kendini kandırma!

Son dönemlerin popüler konularından biri TED Konferansları (Tedtalks) denilen yaratıcı konuşmalar. İnternetten bir video açıyorsunuz ve karşınıza size ilham, cesaret, hayat görüşü vs. veren popüler bir kişi çıkıyor. Dersine iyi hazırlandığı için akıcı bir sunumla anlatıyor da anlatıyor. "Bugün geri kalan hayatımın ilk günü" diye düşünen milyonlarca kişi için artık yeni bir hayat başlıyor diyebiliriz. Yoksa diyemez miyiz?

Artık büyük bir pazar haline gelen TED Konferansları aslında kendini aldatmaktan öteye pek de bir işe yarıyor gibi görünmüyor. Motivasyonlarımıza ilişkin iyimserliğimiz ile kendimizi olduğumuzdan daha yeterli görme eğilimlerimizi geliştirmekten başka somut bir faydası olduğunu söylemek oldukça güç. Bu konferansları izleyerek geliştirebileceğiniz tek özelliğiniz kendinizi kandırabilme beceriniz. TED Konferansları ile kendini nasıl daha iyi kandırabileceğini merak edenler için küçük bir kullanım kılavuzu oluşturduk. İnternetten bir TED Konferansı açarak siz de uygulamalı olarak eğitimimize katılabilirsiniz.

TED Konferansları ile 5 adımda kendini kandırma:

1- Kendi becerilerinize aşırı güven duyun!
Psikolog S.Taylor, gerçekçi olmayan iyimser inançlara pozitif yanılsamalar diyor ya işte başlangıç noktamız tam da burası. Kendi beceri ve niteliklerinize duyduğunuz aşırı güven sizin pozitif yanılsamanızdır. Konuşmayı dinlemeye başladığınızda aklınıza ilk gelen şey, "başkaları bu yanılsamaya kolay düşüyor ama ben düşmem" ise kendinizi kandırmaya başlıyorsunuz demektir. Hata verdiğinde bilgisayarı açıp kapamak dışında bildiğiniz başka bir şey olmaması bir yazılım devi olmanıza engel değildir. "Benim neyim eksik kardeşim!". Artık aldığınız ilhamla kendinizi dünyayı değiştiren insanlarla eşit seviyede görebilirsiniz.

2- Hayali iyimserliğinizi oluşturun!
İkinci aşama da tam burada başlar. Kendi yeteneklerinize olan aşırı güveniniz geleceğinizin nasıl olacağına dair hislerinize de yansır. Kendiniz hakkında iyimser, başkaları hakkında kötümser düşünmeye başlarsınız. Geçmişte ne kadar sıradan bir kişi olursanız olun iyimser düşünceler zihninizi sarmaya başlamıştır. Zihninizin sadece sizle meşgul olması, sahip olduğunuz potansiyeli de abartma algınızı güçlendirir. "Ahi Evran Üniversitesinde iki yıl boş yere okumadım herhalde!" Dünyayı değiştirecek yeni lider sizsiniz artık.

3- Abartılı kontrol algınızı arttırın!
Başaramayacağımız çok açık olan şeyleri becerilerimizi kullanarak başarabileceğimize eğilimli zihnimiz performansını bulmuştur artık. Kararlarımızın dünyayı şekillendireceğini düşünmeye başlayabiliriz. Psikolog E.Aronson'un, sıradan insanın "kendime hakimim" demesi için en çok zorlanacağı yer burasıdır işte. Kişi artık kendini faydalı ve etkin bir kişi olarak görmeye başlamıştır. Başaramayacağı açık olan şeyleri başaracağına emindir. "Amcaoğlunu, enişteyi, halamgillerin işsiz kızlarını da koyarım şirkete!" Her şey kontrol altındadır, panik yok!

4- Kendinizi aldatma becerinizi yükseltin!
Şu an en kritik aşamadasınız. Aslında hala geri dönüş için yeterli algıya sahipsiniz. Devam etmek mi istiyorsunuz; öyleyse konferansı dinlemeyi sürdürün. Şu an gerçekle aranızdaki irtibatı kopartmak üzeresiniz. Yeteneklerinizin, geleceğinizin nasıl olacağı ve dış faktörler üzerindeki kontrol gücünüzün gerçekle hiçbir ilişkisinin kalmadığı noktadasınız. Psikiyatriste giderseniz klinik depresyon teşhisinin konulacağı aşamadır burası. Kendinizi gerçekliğin katılığından korumak için yüksek bir aldatma duvarının arkasına sakladınız. Psikologların "depresif realizm", spor antrenörlerinin "şampiyon gibi düşünme", iş gurularının "lider gibi düşünme" dedikleri mahalledir burası. Kendinize, dünyaya ve geleceğinize yönelik en isabetli düşüncelere sahip olduğunuz zamanları yaşıyorsunuz. Dünyayı değiştirecek yeni lider sizsiniz ve dünyayı değiştirmeye çok yakınsınız. "Bekle beni, geliyorum Amerika!" Sadece tek bir aşama kaldı öyleyse.

5- Enkaz bırakma kabiliyeti!
Ve eğitiminizin son aşamasındasınız. İlk dört aşamadaki çabaların karşılığını alacağınız aşama. Halka iyi hitap eden kişinin iyi bir başbakan olacağını düşünen milyonların yanıldığı o kritik aşama. Hani Psikolog E.Lenger'in bilimsel verilerle ortaya koyduğu aşama: Pozitif bir yanılsama ile kendine güven duyguları artan insanlar arkalarında her zaman büyük bir enkaz bırakırlar. İşte sonuç tam olarak budur. Her yıl kendine yüksek hedefler seçen milyonlarca kişi ve firmanın arkalarında bıraktıkları büyük enkaz. "Kısmet değilmiş!"

Peki ama TED konferansları kendini kandırmaktan başka bir işe yaramıyorsa neden yapılıyorlar? İşte tüm hikaye bu sorunun yanıtında saklıdır. Bu yanıt aynı zamanda yaşadığımız kapitalist dünyanın da kısa özetidir. Hayatını ekonomi tarihini araştırmaya adayan Ekonomi tarihçisi John V.Nye'nin yanıtıyla son noktayı koyalım: "İş adamlarının fazla akılcı ve duyarlı oldukları zamanlarda ülke ekonomileri durgunluk yaşar. Dinamik bir ekonomi, "şanslı aptallar" diyebileceğimiz sorumsuzca risk almaya hazır olan aşırı iyimser girişimcilere ihtiyaç duyar. Bu şanslı aptalların, hayalini kurdukları, dünyayı değiştirecek türden başarıları elde etme şansları ise neredeyse sıfırdır."

4 Eylül 2016 Pazar

Her konunun uzmanı olmak için gerekli 5 kriter!

Dünyada artık bilge insan bulmak neredeyse imkansız hale gelmişken ülkemizde en kolay şey. “Her Konunun Uzmanı” diyebileceğimiz bu kişiler hemen her yerdeler. TV, gazete, sosyal medya ve diğer mecralar bu insanlarla dolu. Her konuda bilgi ve fikre sahipler ve kendilerinden de son derece eminler. Bu insanlardan ne kadar kaçsanız boşa. Bir arkadaşınız mutlaka epostanıza birkaçının fikirlerini içeren yazılar gönderecektir. Giderek her konunun uzmanı kabusu bir ülkeye dönüyoruz.

Bu konuda yapılan ender bilimsel çalışmalardan biri Yrd.Doç.Dr.Onur Dursun’un “Köşe Yazarlığından Medya Filozofluğuna” başlıklı makalesi. Hürriyet Gazetesi yazarları Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan’ın 2014 yılı Temmuz ve Eylül arasındaki yazılarını içerik analizine tabi tutan O.Dursun çarpıcı sonuçlara ulaşmıştır. Yazarların popüler olma, takipçi sayılarını arttırma gibi amaçlar ve siyasi-iktisadi baskılar sonucunda, gündemle ilişkisiz, toplumun çeşitli sosyokültürel alanlarına ilişkin yazılar kaleme aldığı sonucuna ulaşılan makalede ortaya çıkan veriler son derece ilginçtir. Ertuğrul Özkök’ün, bu dönem içinde yazdığı 76 köşe yazısında 170 farklı konuya değindiği, bunların sadece %46’sının uzmanı olduğu Gündem-Siyaset konusunda olduğu belirlenmiştir. Değindiği diğer konular dinden cinsel konulara, modadan teknolojiye kadar farklı alanlardadır. Ahmet Hakan için de sonuçlar benzerdir. 76 köşe yazısında 309 farklı konuya değinilirken eğlence hayatından biyografiye, spordan yemeğe kadar birçok farklı alana dokunulmuştur. Peki ama nasıl?

Neden böyle olduğu üzerinde durmaya gerek yok sanıyoruz. Çünkü O.Dursun’un da belirttiği gibi nedenler çok açık. Asıl düşünülmesi gereken şey nasıl olduğu. Yani yazarları veya diğer insanları bu hale getiren bilişsel sebepler. İnsanlar nasıl oluyor da bir anda “Her Konunun Uzmanı”na dönebiliyor. Sosyal Psikoloji ve Ekonomi biliminden de destek alarak kişiyi “sıradan bir ölümlü”den “Her Konunun Uzmanı”na çeviren sebepleri açıklamaya çalışalım.

Her konunun uzmanı olmak için gerekli 5 kriter:

1- Bolluk Paradoksu
Bu ekonomi teorisi basitçe şunu der: Malı çok üretirsen değeri düşer. Bu paradoks günümüz bilgi toplumu için de geçerlidir. Nicelik, konuyu daha iyi öğrenmek için gösterdiğimiz çabanın niteliğini zayıflatır. Herhangi bir Avrupa ülkesinde günde sadece 3 haber okuyarak gündemi takip edebilirken ülkemiz için bu sayı en az 300’lerdedir. Bu kadar çok haberi okuduktan sonra kişinin insanlar ve olaylar eksenini aşıp kavramlara ulaşması bile neredeyse imkansızdır. İşte, gündemi takip edeyim derken insanlar ve olaylar arasına sıkışan beynin yapabileceği en iyi üretim olaylar ve insanlar arasında ilişki bulmak, bulamayınca da yaratmaktır. Bu da insanı konudan konuya zıplatır durur. Sonra bir de bakmışsınız ki her konunun uzmanı oldum!

2- Metaforlarla düşünmek
Sosyal medya herkesi metaforlarla düşünen yaratıklara çevirdi. Bağımsızlık, insan hakları, basın özgürlüğü, sosyal devlet denildiğinde iki kelime akıl yürütemeyen milyonlarca insan “hayat bir yolculuktur”, “en büyük Fener”, “dere geçerken at değiştirilmez” denildiğinde rahatlıkla hayat, spor ya da politika uzmanına dönüşüyor. Evrensel kavramlar üzerinden hayat hakkında düşünmek zorken metaforların sizi bazı sonuçlara ulaştırdığını sanırsınız. Zemini olmayan hiçbir düşünce gerçek düşünce olamaz. Her konunun uzmanına insan hakları ile basın özgürlüğü arasındaki ilişkiyi sorduğunuzda muhtemelen size mantık sıçraması şeklinde bir akıl yürütme, bozuk bir iyi-kötü merceğinden konuya bakış ve en az bir metaforla yanıt verecektir.

3- Karşılıklılık ilişkisi
İnsanlık tarihinin bu en eski altın kuralı her konunun uzmanı olabilmek için de gereklidir. Halk toplumundan kitle toplumuna evrilen toplumlarda bu ilişki kaçınılmazdır. Belli kitlelerin düşüncelerini savunarak diğerlerine saldırmak uzmanlığa uzmanlık katar. Çünkü sizi ahmakça savunanları gördükçe “vay be, ne kadar haklıymışım” deyip göbeğinizi kaşırsınız. Sen benim sırtımı kaşı, ben senin sırtını kaşıyayım döngüsü başladı mı bir daha sonu gelmez.

4- Bir tartışmada haklı çıkma zorluğu
Sürekli başkalarına saldıran bu tür uzmanların hiç fikrini değiştirip uzlaştığını gördünüz mü? Elbette hayır. Çünkü çürütülen argüman, her konunun uzmanı olan kişinin tutumunun nedeni değil, çok daha önceden oluşturduğu önyargısının sonucudur. Yani bu tür uzmanların bilgiyle oluşturulmuş fikirleri değil, önyargılarla oluşturulmuş fikirleri vardır. O nedenle onların fikirlerini değiştirdiklerini ya da uzlaştıklarını hiç göremezsiniz. Tam da şu fıkrada anlatıldığı gibi: Sokak lambası altında arabasının anahtarlarını arayan sarhoşa polis sorar, “Onları burada mı düşürdün?” “Hayır,” der sarhoş, “Arka sokakta düşürdü ama burada ışık daha iyi.”

5- Yabancı el sendromu
Normal insanların beyni bölünmüş değildir ama bu uzmanlarda böyle bir sendrom fark edersiniz. Tıpkı kişinin bir eliyle raftan aldığı bir şeyi diğer eliyle rafa koyması rahatsızlığı gibi. Uzmanlar, birkaç gün önce savunduğu fikri hiç savunmamış gibi ret ederler. Normal beyinler savundukları yeni fikirle eski fikir arasındaki boşluğu dolduracak argümanlar yaratırken her konunun uzmanları savundukları eski düşüncenin ne olduğunu bile hatırlamazlar ve çoğu zaman da karşı çıkarlar. Bölünmüş beyin tedavisi zor bir hastalıktır.

Özetle, medyaya ve sosyal medyaya baktığımızda artık gördüğümüz tek şey her konunun uzmanları. Yani aşırı bilgiden herkes aptallaşmış!



3 Eylül 2016 Cumartesi

Ülkemizdeki en acayip 10 kandırılma şekli!

Sosyal hayatımızı meşgul eden en önemli gündemlerden biri hiç şüphesiz kandırılmak. Yıllardır kandırılanların haberleri basında hep en önde sunulur. Evlilik vaadiyle kandırılan kız haberleri artık toplumsal bir olgu seviyesine gelmiştir. Neredeyse kandırılmayı insani bir erdem olarak kabul edeceğiz. Neden sürekli kandırıldığımızı öğrenmeye bir türlü yanaşmıyoruz. Hakikaten çok tuhaf.

Kandırılma sorununu aşmanın ilk aşaması öncelikle problemi açık şekilde tanımlayabilmektir. Halkımızın nasıl kandırıldığını anlayabilirsek sorunun nerede olduğunu daha iyi görür ve çözüm için gerekli adımları atabiliriz. Peki öyleyse sorun nerede?

Ülkemizde bu konu üzerine çalışan ender akademisyenlerden biri Dr.Abdurrahman Yılmaz. Yılmaz’ın “Türkiye’de Dolandırıcılık Tipolojileri” adlı makalesi kandırılmanın ekonomik ve sosyal nedenleri üzerine hiç şüphesiz elimizdeki en önemli bilimsel çalışma. 2010 ila 2014 yılları arasında Jandarma sorumluluk sahasında meydana gelen 9.779 dolandırıcılık vakası tek tek incelenerek insanların nasıl kandırıldığı araştırılmış ve sonuçlar rakamlarla ortaya konmuş. Makaleyi okurken insan gerçekten hayretler içine kalıyor.

Makalede yer verilen kandırılma yöntemlerini inceleyerek en tuhaf 10 tanesini sizler için derledik. Nasıl aldatıldığımızı merak edenler için bir liste oluşturduk ve “yok artık” seviyesine göre sıraladık. Vakit kaybetmeden geri sayıma başlayalım isterseniz.

Ülkemizdeki en acayip 10 kandırılma şekli:

10- Kazadan sonra kasko

Trafik kazası geçiren vatandaş kazadan hemen sonra bir kasko şirketine gider ve kaza yaptığı araç için bir kasko sigortası yaptırır. Birkaç gün sonra sigorta şirketine başvurur ve kaza yaptığını söyler. Cana geleceğine mala gelsin!

9- Anlaşarak boşanma
SGK'dan yetim maaşı alabilmek amacıyla anlaşmalı olarak boşanılır ama aynı evde yaşamaya devam edilir. Çünkü boşanma geçimsizlikten değil maaş içindir. Evlilik aşkı da öldürmemiş olur böylece.

8- Senaryolu yüksek fiyattan satış
Dini içerikli kitap, sınava hazırlık kitapları ve tıbbi cihaz gibi ürünleri değerinin çok üstünde satabilmek için Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı veya Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan gelindiği beyan edilir. Bakanlıktan toptan fiyatına perakende!

7- Olmayan yerin satılması-kiralanması

Genellikle cep telefonuna gönderilen mesajlar, internette verilen ilanlar, tanıtımlar ve sözde uygun fırsat kampanyaları ile gerçekte var olmayan genellikle tarla, ev, otel, pansiyon, günlük kiraya verilen villa vb. yerin satılması veya kiraya verilmesi şeklinde yapılır. Bu çağda! Üçüncü köprüyü satmazlar inşallah!

6- Büyü
Halk dilinde “bohçacı” olarak bilinen kadınların kılığında mahalle mahalle gezerek güya satış maksadıyla evlere girip, genellikle evde “büyü” olduğunu, bazen de “evin bereketinin artması” için evdeki altın ve paraların bir araya toplanıp okunması gerektiği söylenmekte bu sayede el çabukluğu ile altın ve paralar yürütülür. Bazen ev sahibine, çocuğu ya da yakınında büyü olduğu, 13 büyü bozulmazsa gün içerisinde öleceği söylenerek de ev sahibi belirtilen altın ve paraları getirmeye ikna edilir. Biraz büyü be anam!

5- Evlendirme vaadi
Evlenmek isteyen, genellikle yaşlı bir erkeğin evlendirileceği vaadiyle bir miktar para alınması, ardından imam nikâhı yapılması ve birkaç gün sonra gelinin kendisini gelinin ağabeyi, dayısı vb. yakını olarak tanıtan aracı ile birlikte takı ve paraları alarak kaçması şeklinde yapılır. En azından “one night stand” var, buna da şükür!

4- Alkollü şoförün değiştirilmesi
Şoförün kaza sırasında alkollü olması nedeniyle kaskodan yararlanabilmek amacıyla kaza sırasında bir başkasının sürücü olduğu beyan edilir. Şoför koltuğunda durduğu gibi durmuyor meret!

3- Hayvancılık

Hastalanan veya ölen hayvanın kulak küpesinin sigortalı olan hayvanınki ile değiştirilmesiyle sigortadan para alınması suretiyle yapılır. Kulağınıza küpe olsun!

2- Ölenin maaşını alma

Bu tür olaylarda vefat eden yakının maaşı, bankamatik veya daha önce verilmiş vekâletname yoluyla alınmaya devam edilir. Ölüm hak, bankamatik helal!

1- Üfürükçülük
Karı-koca vb. kişiler arası sorunun giderilmesi veya kanser, bel fıtığı gibi hastalıklar ile şizofreni vb. psikolojik rahatsızlıkları bitkisel tedavi, masaj veya dini inançların istismarı (muska yazılması vb.) yoluyla tedavi edilebileceğinin vaat edilmesi yoluyla yapılır. Seni düzenbaz illüzyonist seni, sufi tenefüs ha!

Bunları okuyunca sağlıklı bir beynin toplum hakkında düşünebileceği tek şey var: Sen kandırıldığın kadar kandırıyorsun da…