30 Aralık 2020 Çarşamba

Finansal kuruluşlarımız Davranışsal Finansı neden ciddiye almıyor?

 Davranışsal Finans son dönemlerin populer konusu. Akademisyenler, sivil toplum örgütleri, finans yöneticileri ve hatta sosyal medya fenomenleri konu hakkında görüş bildirip öneriler sunuyor. Tamamı klasik ders kitaplarından alınmış metinler, yani "bilinen bilinmişlikler" diyebiliriz. Hal böyle olunca anlama, algılama, çıkarsama, örnek gösterme ya da yol gösterme imkanı ortadan kalkıyor. Populer bir eğlencelik olmaktan öteye gidemiyor ve finansal kuruluşların dikkati çekilemiyor. Açık kaynakları incelediğiniz zaman neredeyse hiçbir davranışsal finans projesine rastlamıyorsunuz. Peki ama neden?


Şüphesiz burada en büyük rol üniversitelerimize düşüyor. Bilimin iş dünyasının önünden gittiği artık su götürmez bir gerçek. Peki ama üniversitelerimizde durum nasıl? Davranışsal finans alanında yapılan çalışmalar finansal kuruluşların dikkatini çekecek seviyede mi? Merak ediyorsanız gelin birlikte bakalım.


Ekonomi Bakanlığının, Davranışsal Finans ile ilgili, “Senin Kararın! (mı?) Kamu Politikası Tasarımında Davranışsal Yaklaşım" adında, ayrıntılı bir dökümanı yer alıyor internet sitelerinde. Konuya meraklı olanlar için faydalı bir çalışma. Broşürün üçüncü bölümü “Davranış bilimleri alanında Türkiye’deki akademik çalışmalar” başlığını taşıyor. Davranışsal Finans alanında ülkemizde yayınlanan önemli bilimsel makalelerin özetleri ve sonuçları sunuluyor. Gelin isterseniz bu makalelere biraz daha yakından bakalım. Bilim insanlarımızın Davranışsal Finans bilimine yaptıkları katkıları ve bu bilimsel yaklaşımların finansal kuruluşlarda ne kadar işlevsel olabileceğine anlamaya çalışalım.


Makale 1

Risk ve belirsizlik durumlarında davranışlar (Ö.Özdemir)

Makale yapılan birkaç anket sonrasında özetle şu sonuca ulaşıyor: "Bir kadına trafik kazası, yangın, deprem, sel, sağlıkla ilgili o olaya mahsus gerçekçi bir senaryo sorusu sorduğunuzda, tedbir olarak sigorta alımı konusunda erkeklerle aynı davrandıkları saptanmış ve risk tutumları arasında bir farklılığa rastlanmamıştır."

Şimdi düşünelim, bir sigorta şirketi için bu bilginin bir değeri olabilir mi? Bu bilgi ile hangi faaliyetine artı değer katabilir? Makale kısaca sigorta alacak kişiler için cinsiyet fark etmiyor demek istiyor. Peki ama ülkemizde sigorta satışının nasıl yapıldığı, acentelerin kimlere bu poliçeleri sattıkları, yasal düzenlemeler, süreci hangi tarafın tetiklediği gibi birçok konu göz ardı ediliyor. Sonuç olarak yapılan bu araştırma kendine bile faydası olacağı izlenimi vermiyor.


Makale 2

Pazarlıkta performans bilgisi, üretim belirsizlikleri ve öznel hak sahipliği algıları (E.Karagözoğlu, A.Riedl)

Makalede birkaç öğrenci ile deney yapılarak şu sonuca ulaşılıyor: "Elde edilen verilerinin analizi göstermektedir ki performans verisine erişimin olmadığı durumlarda tarafların hakediş algıları birbiriyle uyumludur, pazarlıklar nispeten kısa sürer ve çoğunlukla eşit-bölüşüm üzerinde anlaşmaya varılmasıyla sonlanır. Performans verisine erişim olduğunda ise -tam tersine- taraflar güçlü hakediş algılarına sahip olmakta ve bu hakediş algıları çoğunlukla birbiriyle çatışma içerisinde olmaktadır." Yani kısaca diyor ki pazarlık ve bölüşüm gibi konular tarafların birbirini tanıyıp tanımamasına göre değişir. 


İnsanlık tarihinin kuruluşundan beri bilinen böyle sıradan bir bilgiye bir şirket neden yatırım yapsın? Bu bilgi o şirketin faaliyetlerine nasıl bir ivme kazandırabilir? Kuru laftan ibaret bir bilimsel araştırma. Tarafımızca çöp ama yine de son kararı okuyucuya bırakıyoruz.


Makale 3

Zamansal-Mekansal davranışsal veri analitiği yöntemleriyle finasal risk analizi ve tahmini (V.K.Singh, B.Boztepe, A.Pentland)

Makalede kredi kartı ekstreleri incelenerek finansal zorluk çekme ihtimali olan müşterileri tespit eden bir model geliştirildiği söyleniyor. 


Bankalar böyle bir modeli neden kullansın ki? Kredi kartı büyümesi, karlılık artışı, ciro artışı ya da en önemlisi büyük sayılar kanunu gibi kredi kartı modellerinin özünü oluşturan bankaların temel kaygılarını göz ardı edip finansal başarısızlığı izlemek hangi bankanın işine gelir?


Makale 4

Davranış analitiği yöntemleri yardımıyla müşteri fatura ödeme tahmini (M.Bahrami, B.Bozkaya, S.Balcısoy)

Makale, bir firmanın çalıştığı müşterileri içinde borcunu ödememesi ihtimali olanları araştırıyor. SMS gönderilen müşteriler ile gönderilmeyenler gibi kriterler ile hangi müşteri borcunu ödemez tespit ediliyor.


Böyle bir modele bir firma neden ihtiyaç duysun ki? Satış hedefleri, alacak sigortaları, teminat yönetimi gibi en temel kriterler göz ardı edilmişken neredeyse yüz yıldır kullanılan mesaj göndererek kişileri hedefe yöneltme gibi basit bir yaklaşıma neden yatırım yapsın ki?


Makale 5

Kentsel alışveriş davranışını açıklama sosyal köprülerin rolü (X.Dong, Y.Suhara, B.Bozkaya, V.K.Singh, B.Lepri, A.Pentland)

Veriye dayalı kentsel planlama çalışmalarına ışık tutacağı düşünülen araştırmada mahalleler arası alışveriş benzerlikleri tespit edilmiş.


Yeterince düşündük fakat böyle bir bilginin iş hayatında kime ne fayda sağlayacağına kanaat getiremedik. Kentsel planlamanın dünyada birkaç kentte yapıldığını duyuyoruz ama onların da mahallelerin alışveriş benzerlikleri ile ilgileneceklerini pek sanmıyoruz.


Makale 6

Davranışsal piyasa ve mekanizma tasarımı (S.Küçükşenel, Ü.B.Urhan)

Gönüllülük çalışmalarının temelde sosyal fayda içeren bir duruma toplumsal katılımı ve bu katılımın hangi durumlarda ne şekilde gerçekleşebileceği sonucuna ulaşan bir makale. 


Gönüllülük faaliyetleri ile ilgili yapılmış milyonlarca çalışmadan biri. Hiçbir özel sonuca ulaşmayan bir makale. Kimin işine yarar anlamak zor.


Makale 7

Enflasyon algısını etkileyen faktörlerin davranışsal iktisat yaklaşımı ile analizi (Ş.Gündüz, M.B.Durukan, S.Yıldırım)

Makale öğrencilerin enflasyon algısını ve bu algının arkasında yatan faktörleri araştırıyor. Buna göre, maddi sıkıntı çeken öğrencilerin enflasyon algısının diğerlerine göre daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Geçim sıkıntısı çeken öğrenciler alışveriş yapacakları zaman daha fazla satıcının fiyatını araştırıp ondan sonra satın alma kararını vermektedirler diyor.


Bir tüketicinin enflasyon algısını merak eden bir şirket gördünüz mü acaba. Bilinenin ötesinde hiçbir önemli sonuca ulaşmayan bu makale hangi kuruluşun işine yarar dersiniz; bulmak güç.


Makale 8

SMS mesajı ile kredi kartı borç bakiyesi bildiriminin kredi kartı ile harcama davranışı üzerine etkisi: Bir uygulama önerisi (B.Ö.Dönmez, S.A.Aksoy, İ.Özkan)

Anket yapılarak kişilere şu soru sorulmuş: “Her alışverişten sonra kredi kartı borçlarınızın toplam tutarının, telefonunuza gönderilecek bir mesaj ile hatırlatılması, kredi kartını daha kontrollü kullanmanızda yardımcı olur mu?” Katılımcıların %72’si her harcamadan sonra kredi kartı bakiyesinin telefon mesajı ile kendilerine bildirilmesinin kredi kartı harcamaları üzerindeki kontrollerini artıracağını ifade etmiş.


Finansal kuruluşlar kredi kartlarını kendileri gelir elde etsin diye verirler: Gelir elde etmek istemeseler ya da daha az gelirle yetinecek olsalardı o kartları vermezlerdi. Umarız anlatabilmişizdir.


Davranışsal Finans ile ilgili yayınlanan bilimsel makalelerden önemli olanlarının seçildiği resmi bir kaynaktan derlediğimiz özet bilgileri sizler de okumuşsunuzdur. Elinizi insafınıza koyarak söyleyin, bilimsel olduğu söylenen bu makalelerde sunulan bilgiye bir şirket neden kaynak ayırsın ki? Veya başka bir ifadeyle söylersek bir şirket bu bilimsel veriler ışığında kendisine fayda sağlıyabilecek ne yapabilir?


Çiçero yüzyıllarca önce "Ortalık çok bozuldu; çocuklar ebeveynlerine kötü davranıyorlar ve herkes kitap yazıyor," demişti. Muhtemelen şimdi yaşasa şöyle derdi: "Ortalık çok bozuldu; herkes bilimsel makale yazıyor."

28 Aralık 2020 Pazartesi

Paranın tarihindeki kayıp halka: Yağmuru Poseidon yağdırmıyor!

Paranın nasıl bulunduğu ile ilgili tatmin edici tarihsel kanıtlara sahip olsak da Ege Denizi kıyılarından tüm Akdenize nasıl bu kadar hızlı yayıldığı hakkında tatmin edici bir açıklamaya maalesef sahip değiliz. Nasıl olmuştu da MÖ 480 yıllara gelindiğinde, yani paranın icadının üzerinden yüz yıl geçmeden, Anadolu kentlerinde 100'ün üstünde darphane oluşmuştu. Paranın inovatif yönünün güçlü olması mıydı sebep, yoksa bu yayılmanın arkasında başka bir düşünce mi hakimdi?


Paranın yaratılışının arkasındaki itici gücü "Way to Wisdom" adlı eserinde Alman filozof Karl Jaspers tüm otoritelerin kabul edeceği bir açıklama ile ortaya koyar. Ona göre Pisagor, Buda ve Konfüçyüs'ün aynı dönemde yaşamaları paranın icadındaki en önemli sebeptir. Septisizmden materyalizme, sofizmden nihilizme neredeyse tüm önemli felsefi akımların aynı anda dünya düşünce sahnesine çıkması ticari hayatı da etkilemiştir. Bilginler hayatın tüm önemli alanlarında, siyasetten ticarete entellektüel rüzgarlar estirmişlerdir. İşte, para böyle bir iklimde ortaya çıkmıştır. İngiliz filozof Henry B.Parkes'in "Gods and Men" adlı kitabında belirttiği gibi, belki de o zamandan beri hiç kimse gerçekten yeni bir fikir ilave etmemiştir. 


Görüldüğü gibi paranın icadı için gerekli ortam hazırdır. O nedenledir ki paranın Çin, Hindistan ve Anadolu'da aynı zamanlarda ortaya çıkması son derece akla yatkındır. Peki ama para farklı coğrafyalarda aynı zamanlarda tedavüle girmesine rağmen neden bir tek Anadolu'da hızlıca yayılmış ve tüm Akdeniz'e hakim olmuştur?


Bugüne kadar paranın tarihi üzerine yazılmış hiçbir kitapta fark edilmemiş bir ayrıntıyı ortaya koyarak paranın kayıp halkalarından birini aydınlatmaya başlayabiliriz artık. Karl Jaspers'in aynı zamanda yaşadığını söylediği Pisagor, Buda ve Konfüçyüs ile aynı dönemde yaşayan üç önemli filozof daha vardı. Bu üç adam paranın icat edildiği Sardes kentinin hemen yanıbaşında yer alan Miletos kentinde yaşıyorlardı. Modern bilimin kurucuları sayılan bu üç adam hepimizin bileceği üzere Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes'ti. Saatten haritaya, yerkürenin pozisyonundan evrimin temellerine kadar bilimin en önemli keşiflerinin tamamını yapan üç filozof. Ama paranın yönünü çizen bu buluşları değildi. Bunlardan çok daha farklı birşeydi. Düşünce tarihini kökünden değiştiren bir düşünce vardı ki Anaksimandros'un aklına gelmişti. İşte paraya yön veren de o düşünceden başka birşey değildi.


Anaksimandros bir gün hocası Thales'e gider ve insanlık tarihinin akışını değiştirecek düşüncesini açıklar. Anaksimandros Thales'e şunu söylemişti: "Yağmuru Poseidon yağdırmıyor." Evet hepsi buydu, yağmuru Poseidon yağdırmıyor.


Bunu duyunca Thales'in Anaksimandros'a ne karşılık verdiğini bilmiyoruz. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu," dediğini sanmıyoruz çünkü muhtemelen bu gerçeği Thales de fark etmişti. Yağmurun Poseidon tarafından değil doğanın kanunları nedeniyle yağdığını o da biliyordu. Ama bunu ifade etmeye cesaret edememşti belki de. Fakat zamanı gelmiş bir düşünce kadar güçlü birşey yoktu ve o an gelmişti.


Thales, Sardes kentinde iyi bilinen bir kişilikti. Para bolluğu içinde yüzen şehrin altyapı mühendisliğini yapan kişiydi. Kanalizasyon ve termal su sistemleri bugün tarihin en eskisi olarak hala yerli yerindedir. Adeta şehrin bilimsel danışmanı olan Thales ve arkadaşlarının fikirleri de o ölçüde biliniyordu şehirde. Muhtemeldir ki yağmuru Poseidon'un yağdırmadığı düşüncesi de şehre kısa zamanda ulaşmıştı. İşte, tarihin döndüğü an o andı.


Altın ve gümüş külçeler olarak saklanan zenginliğin önemli kısmı manastırlardaydı. Muhtemelen rahipler yağmuru poseidon'un yağdırmadığı fikrini duyduklarında pek şaşırmamışlardı. Çünkü bu gerçeği muhtemelen onlar da fark etmişti ama kitleleri bu şekilde yönetmenin konforundan vazgeçememişlerdi yüzyıllardır. Fakat Anaksimandros'un düşüncesi her yana yayıldıkça buna daha ne kadar karşı koyabilirlerdi. Yüzyıllardır yağmuru Poseidon'un yağdırdığına inandırılan halkın bir ayaklanma ile ellerindeki varlıkları yağmalamayacağını kim garanti edebilirdi. O anda keşişler kararlarını verdiler. O ana kadar tüm işlerini borç ve kredi ekseninde hiç bir ücret ödemeden hatta tam tersine yaptırdıkları işler karşılığı ücret alarak yapan bu keşişler, altın ve gümüşü küçük birimlere bölerek dağıtmanın kendilerini koruyabileceğini düşündüler. Ve sikkeleri basarak piyasaya sürmeye başladılar. Manastırlar bir anda darphaneye dönüştü ve para büyük bir hızla tüm Ege ve Akdeniz coğrafyasına yayıldı. 


Bundan 2500 yıl sonra, 1940'ların Bodrum'unda, Sardes'in biraz güneyinde, emsalsiz düşünce insanı Azra Erhat, 8 adet "Mavi Yoculuk" kitabı karşılığında bir adet 2500 yıllık amfora satın aldığını söylese de para artık en etkili değişim aracı olarak tüm dünyaya yayılmıştı. İşte, bunu sağlayan düşünce Anaksimandros'un dediğinden farklı birşey değildi: "Yağmuru Poseidon yağdırmıyor!"


Paranın tarihini araştıranların bundan sonra bu gerçeği de göz ardı etmemelerini temenni ederiz. Anaksimandros'un şu sözlerinin para için söylenmiş olabileceğini de göz ardı etmeyerek: "Her şey kaynağını birbirinde bulur ve birbirinde yok olur, zorunlulukla. Her şey birbiriyle adil kılınır ve gayriadilliği birbiriyle dengeler, zamanın düzenine uygun olarak."


27 Aralık 2020 Pazar

Tercih Çarpıtması: Tasarruf Etmenin En Önemli Engeli

 Finansal okuryazarlık programlarına katkı sağlayan en önemli araştırma hiç şüphesiz ING Bank'ın üç ayda bir yayınlanan "Türkiye'de Bireysel Tasarruf Eğilimleri" adlı kapsamlı raporu. Tasarruflarla ilgili veri ihtiyacına cevap veren araştırma ile halkımızın tasarruf konusuna yaklaşımını görebiliyoruz. Ankete katılanlar neden tasarruf yapmadıklarını açıklıkla dile getiriyorlar. Tasarruf oranının neden düşük olduğunu öğrenmek için biz de üç ayda bir yayınlanan bu rapora yakından bakmaya karar verdik. Acaba halkımız neden tasarruf etmediğine ne cevap vermiş? Ve verdiği bu cevap neden tasarruf etmediğinin gerçek sebebi mi?


2020 yılının 3. çeyreğinde yayınlanan raporda, tasarrufu olmayan insanlara neden tasarruf etmedikleri sorusu yöneltilmiş. Ankete katılanların yaklaşık %80'i şu cevabı vermiş: "Tasarruf edecek yeterli gelirim olmadığı için." İlk bakışta kulağa son derece gerçekçi gelen bir neden. Peki gerçekten öyle mi? Yani halkımız gerçekten geliri yeterli olmadığı için mi tasarruf yapamıyor?


Bu sorunun yanıtını bulmak için bir meta analiz yapalım diyoruz. Rakamları fazla bulandırmadan bazı basit verilere yakından bakalım. Ülkemizde bireysel kredi ve kredi kartı borcu olan kişi sayısı 32 milyon. Kabaca bir hesaplamayla çocuklar ve çalışmayan ev hanımları haricinde hemen herkes kredi borcu içinde. Daha farklı bir ifadeyle, yeterli geliri olmadığı için tasarruf edemeyen kişilerin neredeyse tamamına yakını yeterli olmayan gelecekteki gelirlerini de harcamış durumda.


Ülkemizde yaklaşık 20 milyon ücretli çalışan ve 12 milyon emekli olduğu düşünülürse tamamının borçlu olduğu söylenebilir. ING Bank'ın araştırmasına katılan kişiler de geliri olduklarını ama yeterli geliri olmadıklarını söylediklerine göre çalışan veya emekli olmaları gerekiyor. Öyleyse şu soruları artık rahatlıkla sorabiliriz: Yeterli geliri olmadığını söyleyen bu insanlar kredi borcu içinde yüzüyorlarsa tasarruf yapmama nedenleri gerçekten gelirin yetersizliği midir? Yeterli geliri olmadığını düşünen bu insanlar borçlanırken gelirlerinin yeterli olmadığını düşünmezlerken tasarruf yaparken neden düşünmektedirler? Ya da daha basit bir şekilde söylersek ankete verdikleri cevap gerçekliktan uzak mıdır?


Duke Üniversitesinde görevli Ekonomist Timur Kuran, 1995 yılında yayınlanan çığır açan kitabı "Private Truths, Public Lies"ta (Yalanla Yaşamak, 2018, YKB) çarpıcı bir teori ileri sürer. Tercih Çarpıtması (Preference Falsification) adındaki bu teoriye göre kişiler, toplumsal baskıdan çekindikleri durumlarda sahip oldukları düşünceleri açıklamaya çekinirler ve toplumun kolaylıkla kabul edeceği düşünceler ileri sürerler. Yani basitçe yalan söylerler. İşte, ING Bank'ın araştırmasında da ortaya çıkan durum budur. Ankete katılanlar, neden tasarruf yapamadıkları sorusuna borçlu oldukları cevabını veremedikleri için yeterli gelirlerinin olmadığı düşüncesini ileri sürmüşlerdir. Çünkü borcu olmak toplumsal açıdan bir dışlanma faktörü olarak görülmektedir ve kimse yaşadığı yoplumdan dışlanmak istemez.


Tasarrufla ilgili temel teori aslında basittir: Harcamalarından geri kalanı tasarruf etme, tasarruflarından geri kalanı harca. Oysa yukarıdaki rakamlar kişilerin gelirlerinden öncelikle harcamalarını yaptıkları, eksik kalan kısım için de krediye yöneldiklerini göstermektedir. Sonrasında da gelirleri yeterli olmadığı için tasarruf yapamadıklarını belirtmişlerdir. Gerçeği ise her zaman olduğu gibi yine bilim söylemiştir: Tercih çarpıtmas!


Faydalı olması amacıyla onca emek ile oluşturulan bir raporun gerçekliğine düşürülen bir leke... Ya da Latince söylersek, "amici diem perdidi"; dostlar, bugünü de harcadık!


Açlık Şiirleri

Hani diyordu ya şair;

Ekmek herkese yetecekti aslında.

Birleşmiş Milletler de teyit ediyordu bir raporunda; 

Dünya nüfusunun birbuçuk katına yetecek kadar gıda üretildiğini her yıl.


Ama,

Tarlaya karga dadandı,

Sulamaydı ilaçlamaydı hasattı derken gıdanın yüzde otuzunu kaybettik,


Ambara fare,

Depolarken yüzde beşini,


Fırına hırsız,

İşlerken öteki yüzde beşini,


Memlekete harami.

Dağıtırken de yüzde onunu.


Şiir gibi okusaydık sorun olmayacaktı,

Ama araştırınca üretilen gıdanın yarısının sofraya ulaşamadan kaybolduğu çıktı ortaya.


Kısacası şairin peşisıra gitti bilim bir kez daha;

Ekmek yetecekti gerçekten ama dünya nüfüsunun yarısı aç kaldı.


7 Aralık 2020 Pazartesi

Asgari ücreti 3 katına çıkarmak kapitalizmi gümletir mi?

 Asgari ücretin ne olması gerektiği şu aralar tartışma konusu. Sizce asgari ücret kaç lira olmalı?


Soru tartışmaya sebep olacak türden. İşverenler, ücretliler, sendikalar, devlet ya da kamuoyu tarafından farklı rakamlar öne sürülebilir. Biz konuya daha değişik bir açıdan bakarak çalışanların aldıkları ücretin ne olması gerektiğini değil, olası artışın hayatımızı nasıl değiştireceğini ortaya koymaya çalışacağız. Bugüne kadar gözden kaçan bir yaklaşımla kapitalizmin sınırlarını zorlayacağız.


İngiliz gazeteci Tansy E.Hoskins, moda dünyasının ipliğini pazara çıkaran kitabı "Foya"da (Ütopya, 2015) bu çarpıcı teoriyi ilk kez ortaya koyar. Teori Amerikalı eşitlikçi (egalitarian) ekonomist Robert Pollin'e aittir. Oldukça basittir. Çalışan ücretlerini iki katına çıkarırsanız satılan ürünün fiyatı bundan pek etkilenmeyecektir. Nasıl yani? Ekonominin en önemli teorisi hatalı mı öyleyse?


Bu teoriyi test etmek için Borsa İstanbul'da yer alan bazı şirketlere yakından bakalım istiyoruz. İlk firmamız bir alışveriş mağazası olsun. Diyelim ki bu alışveriş mağazası çalışan ücretlerini 3 katına çıkarmak istiyor. 2 değil tam 3 kat arttırsın yani. Bu durumda aynı karı elde edebilmesi için satış fiyatını ne yapması gerekiyor dersiniz?


Borsada kote alışveriş mağazamızın 2019 yılı mali verileri üstünden yaptığımız çalışmada, eğer şirket çalışanlarına 3 kat maaş verirse, (buna geliri yüksek olan üst düzey çalışanlar da dahil), sene sonunda aynı karı elde edebilmesi için, sattığı ürünlerin fiyatını %2 arttırması gerekiyor. Basit bir ifadeyle anlatalım. Tuvalet kağıdına 9,80 değilde 9,99 lira ödememiz gerekecek. Sizce fark edilebilir bir fark mı?


Peki ya pantolona ne kadar öderiz dersiniz? Borsaya kote bir tekstil şirketinin mali verileri üzerinde yaptığımız çalışmada, maaşların üç kat artması pantolon fiyatını %18 arttıracak görünüyor. Yani pantolona 100 lira yerine 118 lira ödeyeceğiz.


Son olarak benzin fiyatlarına bakalım. Eğer bir rafineride çalışan tüm personelin maaşlarını üç katına çıkarırsanız, firmanın aynı karı elde etmesi için fiyatları %3,6 arttırması gerekir. Yani benzine 7,20 lira değil, 7,46 lira ödememiz gerekir. Ne dersiniz, yarattığı fayda göz önüne alındığında, sizce önemli bir fark mı?


Artık tekniği öğrendiniz. Farklı senaryoları deneyerek satış fiyatının personel maaşları ile aslında pek ilgili olmadığını siz de görebilirsiniz. 


Sığ bir kapitalizm eleştirisiyle son noktayı koyalım. Bir şeye kötünün iyisi olduğu için alkış tutmak kaygan bir zemindir: "Kölelik, ölmekten daha iyidir." O halde yaşasın kölelik mi?