31 Ocak 2011 Pazartesi

What a wonderful wooorld!!!


Mısır’da yükselen tansiyonun arttırdığı kaygılar, ABD hisse senedi vadeli işlemlerinde, fena bir performans göstermeyen şirket karlarının sıcak rüzgarını soğutarak hafif bir yükselişle yetindi bugün. Aralık ayında artan gelir ve harcamalar da Mısır’dan gelen soğuk havayı dağıtmaya yetmedi. Fakat ne olursa olsun hisse senedi piyasaları gücünü koruyor.

Mısır’daki olaylar bir kere daha göstermiştir ki hisse senedi piyasalarının gerçek dünyayla pek ilişkisi yok. Gerçeklerden, datalardan ve hayati değişimlerden maalesef pek etkilenmiyor. Arap dünyası belki de tarihinin en karışık virajına girmiş durumda. Fakat hisse senetleri piyasası bu tarihi dönemeçle yakın bir korelasyon göstermiş değil.

Anlamsız kabullenmeler ve çözümler ekonomiye hakim olmuş durumda. Zaten karmaşık bir yapıya sahip piyasalar, ekonomi-politik oyuncuları tarafından daha da karmaşık hale getiriliyor. Eurozone’da enflasyonun euro için iyi olacağı söyleniyor. Pervasızca basılan dolar’ların ABD doları için faydalı olduğu savunuluyor. Ne, nasıl anlaşılmalı ve yorumlanmalı, tarif etmek çok zor.

Finansal piyasalar, politikacılar ve medya yarattıkları halüsünasyon haleleri içinde huzurla yaşarken matrisin dışında kalan geniş çoğunluk hayatta kalma savaşı veriyor. Bankalar batmamak için, yarattıkları bu pembe dünyada, hisse senetlerini zavallı yatırımcıların ellerine tutuşturmak için büyük bir mücadele içindeler. Gerçek dünyaya kimse itibar göstermiyor. Arap dünyasındaki karışıklığın tırmanma ihtimali bu kadar yüksekken kimse bu ihtimali göz önüne almıyor.

Neden mi? Çünkü piyasa denilen kimsenin fiyatları tek başına etkileyemediği varsayımıyla çalışan mekanizma tamamıyla birkaç büyük bankanın eline geçmiş durumda. Onlar da eforik bir modla piyasaları diledikleri gibi manipüle edebiliyorlar. Öküz piyasası son hızıyla koşmaya devam ediyor. Öküz yaralansa da henüz ölmüş değil!

Enflasyon yok! Tüm savaşlar iyidir! Hisse senetleri daima yükselmeli! Anlaşılmaz bir hay huy. Ağaçların içinden ormanı görmek ne kadar zorsa manipülasyonun içinden de mantıklı yatırımları görmek o kadar zor artık.

Bakalım bu peri masalı daha ne kadar devam edecek. Louis Armstrong'un şarkısında olduğu gibi: What a wonderful world! (Ne harika bir dünya!)

28 Ocak 2011 Cuma

Merkez Bankaları faizleri ne zaman yükseltecek?

Önce gelişmiş ülkelerde başlayan ardından gelişmekte olan ülkelere sıçrayan faiz indirme çılgınlığı acaba devam edecek mi? Son günlerde faiz indirimlerine karşı verilen depresif tepkiler piyasaları nereye getiriyor? Giderek kusursuz bir fırtınaya dönen ekonomide yatırımcı olmayan insanlar tasarruflarını nerede değerlendirmeli?

Bu soruların cevabını bildiğini sananlara bile inanılmaması gereken bir noktadayız artık. Daha önce krizi gördüklerini söyleyenler krizin içinde yaşanan krizleri neden göremiyorlar? Peki, bundan sonrası için piyasalar bir sinyal vermiyor mu?

Merkez Bankalarının yakında faizleri yükseltme yarışını girdiklerini görürsek şaşırmayalım öncelikle. Çünkü iyi anlaşılması gereken ama bir türlü anlaşılamayan şey düşük faizin de yüksek faiz kadar tehlikeli olduğu gerçeğidir.

Faizlerin neden yükseleceğine gelince; piyasalarda yaşanan son hareketlenmeler ve Avrupa gibi gevezeliğin hakim olduğu ortamlardaki rafine edilmiş yorumlardan, kaçınılmaz sona doğru yaklaşıldığını çıkarabiliyoruz. Fakat bunlar üzerlerine değer atfedilebilecek analitik sonuçlar vermiyor. Öyleyse piyasalara biraz daha dikkatli bakalım.

Faiz oranı piyasalarını yakından takip etmiyorsanız Eurodollar kavramını bilemeyebilirsiniz. Eurodollar vadeli işlemleri, kısa vadeli faiz oranlarının gelecekte ne yöne hareket edeceğine dair güçlü sinyaller veriyor.

Öncelikle eurodollar ve eurodollar vadeli işlemlerin ne olduğunu anlatalım. Eurodollar ile başlayalım. Kısaca açıklamak gerekirse, ADB dışındaki bankalarda yer alan dolar cinsinden vadeli mevduata Eurodollar deniyor. Kavramın başındaki euro sözcüğünün neden konduğunu bilmiyoruz fakat kesin olan şey euro para birimi veya euro bölgesiyle eurodollar’ın herhangi bir ilişkisinin olmadığı.

Eurodollar vadeli işlem kontratları ise Chicago Mercantile Exchange’te (CME) işlem gören eurodollar’a endeksli kontratlardır. Bu kontratlar, eurodollar hesabı olan bankaların faizlerden korunma için kullandıkları bir enstruman. Ya da başka bir deyişle eurodollar’ın gelecekteki fiyatı. CME’nin en aktif ve likiditesi yüksek kontratlarından olan eurodollar future’larının FED’in faiz politikalarıyla da yüksek bir etkileşim içinde olduğu da açık.

Kontratların fiyatları 3 aylık LIBOR ile belirlenir. Basit bir örnekle anlatmaya çalışalım. Yatırımcı herhangi bir günde 95 $ fiyattan aldığı kontrat LIBOR’un %5 olduğunu ifade eder. Buna göre kapanışta kontratın değeri 96 $ olduysa LIBOR’un %4’e düştüğünü söyleyebiliriz. Ya da tam tersi kontratın değeri 94 $ olduysa LIBOR %6’ya çıkmış demektir.

Görüldüğü gibi eurodollar kontratlar kısa vadeli faiz oranlarının gelecekte alacağı değerlerden etkilenmektedir. Eğer yatırımcı FED’in faiz oranlarını arttıracağını düşünüyorsa kontratların fiyatı düşecektir demektir.

FED uzun bir süredir faiz oranlarını yükseltmeyeceğini açık açık söylüyor. Yatırımcılar da buna epeydir inanıyorlardı. Fakat sanıyoruz şimdi inançta değişim zamanı.

Eurodollar kontratların, faiz indirimlerinin başladığı 2009 yılının Haziran ayından geçen aya kadar yükseldiğini gördük. Bu yükseliş kısa vadeli faiz oranlarının 2011 yılında da düşük kalacağı inancını arttırıyordu. Fakat geçen ay kontratlar aniden düşmeye başladı ve hala da devam ediyor. Bu durum piyasaların faiz oranlarına açık cevabı gibi görünüyor. Yani kısa vadeli faiz oranlarının artık yükselmesi gerekiyor. Bu da FED’in üzerindeki baskıları arttırıyor.

Birbirinden ekonomik olarak ayrışamayan bir dünyada yaşadığımız için diğer merkez bankaları da kısa sürede ABD’ye ayak uyduracaklardır. ABD’nin enflasyon endişesi bulunmuyor fakat aynı şeyi yükselen piyasalar için söyleyemiyoruz. Peki, AB ve yükselen piyasalar faiz artırımına başlayacaklar mı?

Bir kısmı başladı bile…

Hindistan faiz oranını üst üste 7.kez arttırarak %6,5’e çıkardı.
Çin son iki ayda faizleri iki kere arttırdı.
Polanya geçen hafta üç yıldır ilk kez faizleri arttırdı.
Macaristan son üç ayda üç kere arttırdı.

Faiz artışına başlayan Merkez Bankalarının sayısı giderek artıyor. Şu an için azaltan yok, Türkiye’yi saymazsak tabi.

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet’te faiz yükseltmeyi düşündüğü sinyallerini vermeye başladı. Görünen o ki faizlerin artık bu seviyelerde kalması mümkün gözükmüyor.

Eurodollar, Merkez bankalarına faizlerin yükseltilmesi için açık bir mesaj veriyor. Zaten piyasalar da aynı tepkiyi vermeye başladılar. Altın sürekli yükselme beklentileriyle yorgun düşmüş durumda. Diğer emtialardan petrol aşağı yönlü büyük bir kırılganlık içinde. Tahviller sürekli kan kaybediyor. Hisse senetleri ise uzun bir yükseliş koşusunun ardından geri çekilme sinyallerini güçlendirmiş görünüyor.

Yatırımcıların bir süre risk almayacağı ve bu düzeltmenin sonunu göreceği artık anlaşıldı. Faizlerin yükselme beklentisi ise piyasalar üzerindeki baskısını arttırıyor. Bakalım piyasalar mı yoksa Merkez Bankaları mı kazanacak?

27 Ocak 2011 Perşembe

Japonya'nın sorunu dünyanın sorunu!


Beklenen oldu ve Standart & Poor’s Japonya’nın uzun dönem kredi notunu düşürdü. Beklenen diyoruz çünkü Japonya’nın kırılganlıklarını 2009 Şubat ayından bu yana bu blogda değişik yazılarda vurgulamıştık. Japon ekonomisinin zayıf yönleri son iki yıl içinde düzelme göstermediği gibi gelecek yıllarda da düzelme gösterecek gibi durmaması sebebiyle kararın geç açıklanmış bir karar olduğunu söyleyebiliriz.

S&P Japonya’nın bütçe açığının önümüzdeki yıllarda da azalmayacağını ve açığın esnekliğinin de giderek zayıfladığını vurguluyor. Ülkenin borçlarının milli gelire oranı gelişmiş ülkeler içinde en yüksek olanlardan biri. %205 seviyelerindeki oran ABD’yi strese sokan %95 ile karşılaştırıldığında son derece yüksek bir oran.

Bütçe üzerinde gerekli tedbirler alınmaya çalışılsa da ülkenin demografik yapısı riskin azalmasına engel oluyor. Yaşlanan nüfus ve toplumu belli bir seviyede tutacak genç kuşağın olmaması bir diğer aşılamaz sorun olarak öne çıkıyor. Demografik yapıyı normalleştirici politikalar ve göçmen prosedürleri de maalesef şimdiye kadar hayata geçirilmiş değil. Belki de sorunu robotlarla aşmayı planlıyorlardır.

Yükselen borç seviyesi sadece Japonyanın sorunu değil elbette. Krizin başından bu yana dünyada yaşanan en önemli global ekonomik değişikliğin ne olduğu sorusu sorulsa herhalde büyük çoğunluk özel sektörden kamu kesimine artan borç tutarlarıdır diyecektir. Derinleşen krizi yavaşlatmak için hükümetler tüm dünyada bail out denilen bir mekanizmayı çok fazla kullandılar. Şirketlerin bilançolarındaki borçları alarak (yani şirketlere ortak olarak) o şirketlere nakit para enjekte ettiler. Kısa vadede stabilizasyon getiren bu uygulama uzun vadede hükümetler üzerine tahakkuk bulutlarını getiriyor.

Dünyanın 2 büyük ekonomisi Avrupa Birliği (16 trilyon dolar) ve ABD (14 trilyon dolar) devletlerden şirketlere kredi transferinin 2 lideri. ABD neredeyse ülkenin tüm banka, sigorta ve mortgage şirketlerinin borçlarını üstlenmiş görünüyor. Aynı durum AB için de geçerli. Bu yüksek borç seviyeleri dolar ve euro’da volatiliteyi artırıyor şüphesiz.

Borçlar giderek artarken hükümetler ve halkın bu borç stokuna duygusuzluğu da giderek artıyor. Borçlar sosyalleştiriliyor. Dünyanın toplam dış borç yükü 41.6 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Böyle bir ortamda insanların altın ve gümüşe sarılmaktan başka bir çözüm bulamamaları son derece normal sanırız.

26 Ocak 2011 Çarşamba

FCIC Raporu ve Finansal Krizin Gerçek Nedeni

Finansal Krizi Araştırma Komisyonu (The Financial Crisis Inquiry Commission, FCIC) 19 gün süreli mülakat, 700 tanık ve binlerce sayfa dökümanı inceledikten sonra finansal krizin nedenlerini ortaya koyduğu 576 sayfalık raporunu nihayet yarın yayınlıyor. ABD Hükümeti tarafından geçen yılın Ocak ayında atanan komisyon o günden bu yana finansal krizin kimsenin bulamadığı (!) nedenlerini araştırıyordu!

Yarın yayınlanacak ve daha yayınlanmadan bayat bir konu olarak algılanan FCIC raporunun satırbaşlarını bugünden verelim. Öncelikle rapor yaşanan finansal krizin kaçınılabilir bir kriz olduğu sonucuna ulaşmış. Yasal düzenlemelerin başarısızlığı, kurumsal yanlış yönetim ve risk yönetiminde fütursuzluk bu krizin mimarları olarak gösteriliyor raporda.

Raporun en anlamlı kısmı sonuç bölümü. Yaklaşan krizi kimsenin göremediği ve böylece hiçbir şey yapılamadığı düşüncesini kabul etmek en büyük trajedidir deniyor. Katilin kim olduğu sonunda anlaşılsa da cinayete neyin sebep olduğu tam olarak ortaya konamamış görünüyor bu raporda.

Öncelikle rapordan krizi yaratan sebepleri maddeler halinde sıralayalım.

· Eski FED Başkanı “Maestro” Greenspan’in görevi kötüye kullanması. Düzenlemeleri askıya alan politik yaklaşımı balonun şişmesine ve ev fiyatlarının sürdürülemez seviyelere ulaşmasına sebep oldu.

· Yeni FED Başkanı Bernanke’nin yaklaşan krizi görememesi.

· Bush yönetiminin uyumsuz kriz yönetimi. Bear Stearnes’in kurtarılıp Lehman Brothers’ın çöküşüne izin verilmesi belirsizlik ve paniği arttırdı.

· Bush yönetiminin Hazine Bakanı Paulson’un krizin ilk dönemlerinde önemli bir kriz olmadığını kanaat getirmesi.

· Clinton yönetiminin türev tezgah üstü piyasasını düzenleme dışı bırakması.

· Düşük faiz ve kolay para anlayışının hakim olduğu kredi sistemi.

· Bir tek bu krizin ratingini ölçemeyen rating şirketleri.

· SEC’in 5 büyük yatırım bankasına sınırsız kaldıraç jesti yapması.

İşte raporun ana başlıkları bunlar. Peki, krizin gerçek nedeni hangisi sorusuna bunların hiçbiri yanıt vermiyor maalesef. Yani cinayet nasıl oldu sorusu bu raporda yanıt bulmuyor kanımızca.

Daha önceki yazılarımızda krizin asıl nedenini farklı şekillerde birçok kereler anlatmaya çalışmıştık. Bu vesileyle bir kere daha ve yine farklı bir bakış açısıyla yeniden anlatmayı deneyelim.

Peki bu kriz neden çıktı?

Belki içinizde seyredenler olmuştur The Best Years of Our Lives (Hayatımızın En Güzel Yılları) filmini. 1946 ABD yapımı bu filmde, 2.Dünya Savaşı sonrasında evlerine dönen üç eski Amerikan askerini ve onların yeniden sivil hayata ayak uydururken karşılaştığı sorunlar anlatılır. 1989 yılında ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar verilmiş bir filmdir Hayatımızın En Güzel Günleri.

Üç askerden biri kolunu kaybederek dönmüştür savaştan. Savaş pilotu olan diğeri bir eczanede iş bulabilmiştir sadece. Bankacı olan üçüncüsü ise eski işine geri dönebilen tek veterandır.

Filmin bir yerinde şöyle bir sahne vardır. Emekli bir asker bakaya gelir ve bizim veterandan bir çiftlik evi almak için 15.000 USD kredi ister. Bizimkisi emekli askerin kredi geçmişine bakar ve kredi alamayacağını görür. Hem kredi puanı kötüdür, hem de kredi alacak teminata sahip değildir. Bizim bankacı bu duruma çok üzülür. Eski meslektaşına kredi verememesi onu derinden etkiler. Fakat yine de bu durumu hazmedemez ve krediyi emekli askere yetkilerini aşarak verir. Birkaç sahne sonra banka müdürü bizim veteranı odasına çağırır ve bu kredi kararını nasıl verdiğini sorar. Çünkü bu kredi tamamen yasa ve kurallara aykırıdır. Müdür, böyle bir kredinin kumardan farklı olmadığını ve mevduat sahiplerinin paralarının çöpe atılması anlamından başka bir anlama gelmeyeceğini anlatır. Bizimkisi bu durum karşısında özür diler ve böyle büyük bir hatayı bir daha tekrarlamayacağı üzerine söz verir.

Bu kadar küçük tutarda bir kredi için bile sorgulanabilen moralite bugün acaba nerelerde?

İşte bize göre FCIC raporunda söylenemeyen krizin gerçek nedeni budur.

25 Ocak 2011 Salı

Türevler dayanak varlığın fiyatını nasıl değiştiriyor?


Basit bir soruyla başlayalım: Getirisi başka bir kıymetin ya da terminolojik adıyla dayanak varlığın getirisinden türetilen finansal enstrumanlara ne denir? Finansla uzaktan ilgisi olanlar bile bunun Türev Ürünlerin tanımı olduğunu rahatça söyleyebilir. Kavramsal olarak değerlendirildiğinde bu tanım son derece mantıklı ve kabul edilebilir gözükmektedir. Hatta birçokları için son derece anlamlı olarak da bulunabilir. Peki gerçekten öyle mi? Yani türev finansal araçların değerleri dayanak varlıklarına mı bağlı? Yoksa tam tersi bir durum mu geçerli. Yani dayanak varlığın fiyatını artık türev enstrumanlar mı belirliyor?

Emtialara bağlı türevlerin, hem fiyatlar seviyesi hem de volatilitesi üzerinde önemli etkisinin olduğu artık kabul edilen bir düşünce. Üstelik türevler ve emtia fiyatları arasında kaydedilen ya da görülen bir ilişki de henüz tespit edilmiş olmamasına rağmen. Fakat her nedense, görülen bir ilişki olmadığı halde Commodity Futures Trading Commission (CFTC) geçenlerde türev işlem limitlerinde kısıtlamaya gitti. Görülemeyen hissedilmiş oldu herhalde.

2008 yılı yaz ayında petrol fiyatlarının 145 doları aştığına şahit olmuştuk. Bu çarpıcı rakam emtia türevlerinin popülaritesini ve niteliksiz yatırımcılar tarafından da bir yatırım aracı olarak görülme tutkusunu oldukça arttırmıştı. Düzenleyici kuruluşlar belki de ilk kez petrole bağlı türev ürün (future) fiyatlarıyla petrol fiyatları arasında ters bir etkileşim olduğunu fark etmişlerdi. Fark ettikleri şuydu: Türev yatırımcılar petrol fiyatını yükseltebiliyorlar!

2008 yazı türev ürünlerin değerinin altındaki dayanak varlıktan değil, varlığın değerinin, altında durduğu türev enstrumanlardan kaynaklandığının bu kadar yakından anlaşıldığı belki de ilk yıldı.

Peki bu ilişki nereden kaynaklanıyor? Bunu anlamak için öncelikle emtiaya endeksli bir future kontrat alarak emtianın satın alınmış olunmayacağını anlamak gerekiyor. Bu tür kontratları alarak emtianın fiyatına bağlı olarak gelir elde etme şansı yaratılıyor. Başka bir deyişle satın alınmayan emtianın fiyatı üzerine kumar oynanıyor.

Şu çok açık olarak görülmektedir ki, türev kontratlara para giriş ve çıkışlarından emtianın fiyatı etkilenmektedir. Örneğin yatırımcılar daha fazla altın kontratı satın aldıklarında fiziki altının da fiyatı artacaktır. Şimdi yukarıda sorduğumuz soruyu yeniden soralım. Türev kontratların fiyatları tüketicilerin satın alacakları altının fiyatını nasıl değiştiriyor? Ya da başka bir deyişle altın fiyatının ne yöne gideceği üzerine oynanan bahis altın fiyatını nasıl etkiliyor?
Futbol Maçı ve Türev Ürün İlişkisi

Şimdi bir futbol maçı düşünelim. Bir futbol maçının skoru üzerine oynanan bahis futbol maçının sonucunu etkiler mi? Hepimiz biliriz ki bir futbol maçına oynanan bahis, maçın sonucunu değiştirmez. Bunun tek istisnası vardır. O da maçın sonucu üzerine oynanan bahsin oyuncuları etkilemesidir. Eğer oyuncular oynanan bahisten etkilenirlerse oynanan bahis de maçın sonucunu değiştirecektir. Bu nedenle futbolcuların kendi maçları üzerine bahis oynaması hoş bir durum olarak kabul edilmez.

Şimdi hikayeyi biraz daha geliştirelim. Türev piyasasındaki oyunculara bakalım. Emtia üreticileri ve tüketicileri bu piyasaların en önemli iki oyuncusu olarak görünmektedir. Çünkü bu pazarda bu iki kritik oyuncunun olması pazara önemli bir hacim ve doğallık vermektedir. Sanıyoruz türev ürünlerin emtia fiyatlarını nasıl etkilediğini hikayenin sonunu anlatmadan çıkarmışsınızdır. Evet, tıpkı futbolcular gibi emtia piyasasının oyuncuları, kendi maçları üzerine bahis oynadıkları için maçın skoru oynanan bahisten etkilenmektedir. Yani emtia piyasası oyuncuları tarafından türev piyasalarda alınan pozisyonlar emtia fiyatlarını dalgalandırabilmektedir. Bu da emtia fiyatlarının aşağı veya yukarı yönlü manipüle edilmesi anlamına gelmektedir.

Şimdi gelelim hikayenin daha görünmeyen bir yerine. Peki, oynanan bahis futbolcuları nasıl etkiliyor? Eğer bir takımın bir maçı kazanma ihtimali %10 olarak belirlendiyse, bu oran o takımı daha fazla hırslandıracak ve maçı kazanmak için daha fazla çalışmaya sevkedecektir. Benzer şekilde türev kontrat fiyatları da üretici ve satıcıları şevk eder. Örneğin petrol kontratının fiyatı yükseldiği zaman petrol üreticileri daha fazla petrol çıkarmak isterler. Türevin fiyatı tüksek olduğu zaman satıcılar da cari satış fiyatlarını rahatça yükseltebileceklerdir.

Görüldüğü gibi kontratlara para giriş ve çıkışlarında emtiaların da fiyatı etkilenmektedir. Şimdi bu ilişkinin neden görünmez olduğunu yanıtlamaya çalışalım. Bir futbolcuya, oynanan bahsin kendisini etkileyip etkilemediği sorulduğunda muhtemelen ‘etkilemiyor’ cevabını verecektir. Yanıtın doğruluğunu tespit etmek de mümkün görünmemektedir. Aynı şekilde petrol üreticisinin, kontrat fiyatları yükselince kuyu arayışlarını arttırma ve daha fazla petrol çıkarma çabalarının nedenini de kontrat fiyatlarına bağlaması mümkün olmayacaktır.

Sanıyoruz türev ürünlerin spot fiyatları nasıl etkilediğini anlatabilmişizdir.

23 Ocak 2011 Pazar

Altın Fiyatları Artar mı, Azalır mı?...


Merkez Bankalarının sıkılaştırma ve gevşeme tedbirlerinin altın fiyatlarında hareketliliği arttırdığı ortada. Peki altın fiyatları ne yöne gidiyor?

ABD emtia borsası düzenleyici kuruluşu Commodity Futures Trading Commision (CFTC), işlemci yükümlülüklerini gösteren haftalık raporu Commitments of Traders (COT)’u Cuma günü yayınladı. Raporda büyük altın yatırımcılarının pozisyonlarında alışıldık olmayan hareketlenmeler öne çıkıyor. Altının onsu Cuma günü 1342 dolar seviyelerinden kapandı. Son bir hafta içindeki düşüş %3 seviyelerine yaklaşıyor. Acaba altın yönünü ne tarafa çevirdi sorusu akla geliyor. COT raporuna bakarak bu soruya yanıt aramaya çalışalım.

Genellikle dünyada yayınlanan türev raporlar piyasa verilerini sunarken ufalamayı ilke edinmişlerdir. Gerek BIS raporlarında gerekse CFTC raporlarında, piyasadaki tahmin edilen işlem hacminin %30’lar seviyesindeki rakamlar bulunur. Bu rakamları yorumlarken piyasanın tamamı olarak görmemekle birlikte kalanı hakkında yorum yapmamızı sağlayacak verileri de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin önemli yatırımcıların pozisyonları gibi. Şu da unutulmamalıdır ki, büyük yatırımcıların daima çalıştıkları broker şirketleri üzerinden kayıtlara girmeyen daha büyük ve açıklananlarla ters yönde pozisyonları olabilir.

Gelelim rapora. COT raporu altın fiyatlarında son hafta yaşanan zayıflamayı oldukça açık şekilde gösteriyor. Önceki dönemlerdeki volatilitenin baş aktörleri olan büyük ABD bankaları bu kez sahnede yoklar. Onların yerine Spot piyasa dinamikleri fiyatlara ivme vermiş gözüküyor. Spot piyasaların en önemli aktörleri altın üreticileri, işleyicileri, satıcıları ve kullanıcılarıdır. İşte bu sınıftaki piyasa işlemcileri, net açık kısa pozisyonlarını 16.173 adet azaltarak 133.261 kontrata düşürdü.

Her kontratın 100 ons (2,83 kg) olduğunu düşünürsek 45.770 kg. altın işlemi sonuçlanmış oluyor. Bu kısmı biraz daha ayrıntılı anlatmakta fayda var. Kısa pozisyon taşıyan yatırımcı yani kontrat satıcısı gelecekte belli bir tarihte belli bir fiyattan altın satma yükümlülüğü altındadır. Buna karşın kontrat alıcısı kontrattan kaynaklanan pozisyonunu kapatmadığı sürece gelecekte belli bir tarihte belirlenen fiyattan gerekli olan nakit tutarı ödemek zorundadır. Kısa pozisyon fiyatların düşmesi durumunda daima kar getirir. Kısa pozisyonlardaki azalma ise fiyatlar üzerinde yukarı yönlü baskıların artması anlamına gelir.

COT raporunda 25 satıcının spot piyasa işlemcileri kategorisinde kısa pozisyonlu kontratlarını koruduklarını görüyoruz. Ama CFTC’nin banka pozisyonlarını açıkladığı bir başka raporda kısa pozisyonların önemli kısmının büyük ABD bankaları tarafından tutulduğu görülüyor. Bunlar da piyasa izleyicilerinin tahmin ettiği gibi JPMorgan ve HSBC.

Kısa pozisyonlardaki kontrat sayısı neredeyse son bir yılın en düşük seviyesinde. 127.640 kısa pozisyonlu kontratın raporlandığı geçen yılın Mart döneminde altın fiyatları 1.103 dolardı. Şimdi bu noktada, altın fiyatlarının düşüşe mi geçeceği fikri akla gelebilir.

COT raporlarına bakıldığında Ekim ayından bu yana spot piyasa işlemcilerinin kısa pozisyonlarını giderek azalttıkları görülüyor. Bunun karşılığında da altın fiyatlarının giderek yükseldiği görülüyor. Cuma günkü seviyelerde ise bir düzeltme geldiği söylenebilir. Emtia türev piyasalarında yerleşik bir düşünceden bahsedilir. Özellikle spot piyasa aktörlerinin altın fiyatları artarken kısa pozisyonlarını azaltmazlar. Yani Ekim ayından bu yana gösterdikleri, yerleşik davranış tarzları olarak kabul edilmez. Çünkü altın fiyatları ne kadar yükselirse spot piyasa aktörleri pozisyonlarını hedge etmek için daha fazla inisiyatifi ellerinde tutmak isterler. Ya da daha açık bir ifadeyle yüksek fiyatlarda kontrat satıcıları, gelecekte altın fiyatlarının düşeceği yönünde güçlü bir güven taşırlar. Bu da tüm fiyat dinamiklerini ellerinde tutmak istediklerinin bir göstergesidir.

Şimdi tekrar başa dönelim. Spot piyasa aktörleri kısa pozisyonlarını azaltıyorlar. Yani gelecekte daha az altın teslim edecekler. Bu da bugünkü fiyatlarla 2,2 milyar dolara karşılık geliyor. Piyasadan bu hafta da para çıkışı devam ederse yani kısa pozisyonlar bu hafta da azaltılırsa ki pek olası gözükmüyor, altın fiyatlarının gerilemesi devam edebilir. Spot piyasa aktörlerinin kısa pozisyonlarındaki azalmanın neden olası gözükmediğine gelince. Piyasadaki diğer önemli aktörlerden Swap Dealars’ların (SD) kısa pozisyonları giderek artıyor. Piyasa yapıcısı konumundaki Swap Dealars’lar (bunların içinde büyük bankalar da yer alıyor) hem satılan kısa pozisyonları alıyor hem de yeni kısa pozisyon yaratıyorlar. Ayrıca SD’ler uzun pozisyonlarını da giderek azaltarak altın fiyatları üzerine aşağı yönlü basıncı arttırıyorlar.

Görüldüğü gibi fiyatların ne yana gittiği önemli değil. Fiyatlar hangi yöne giderse gitsin bundan getiri elde edebilecek piyasa oyuncularının piyasada var olması fiyatlar üzerinde kalıcı trendlerin oluşmasını imkansız kılıyor. Bu da tek bir bilgi veya düşünceyle ivmelenen niteliksiz yatırımcıların para kaybetmesi anlamına geliyor.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Finansal kriz bitti mi?


Global resesyonun yarattığı sallantı aniden dururken birçok Latin Amerika ülkesi zenginleşmesini arttırmaya başladı. Bölge ekonomisi geçen yıl %6 büyüdü. Özellikle global emtia patlamasına endeksli bu güçlü performans bölgeye olan nakit girişini de arttırdı. Fakat dünyayı saran virüs bir anda buraya da sıçradı. Bölge para birimlerinin değeri dolar karşısında yükselmeye başladı. Bu da Latin Amerikan üreticilerin pek işine yaramıyor. Çünkü artan maliyetleri onları ucuz mallarla rekabet etmeye zorluyor. Endişelenen hükümetler ise Para Birimi Savaşları (currency war) için yeni bir cephe açarak savaşa girme kararı aldı.

Bölge ülkeleri içinde ekonomisi en fazla ısınan BRIC’in B’si Brezilya. Önlemleri hızla almaya başladılar. Öncelikle bankalardan, döviz pozisyonlarının %60’ı kadar karşılığı Merkez Bankasında faizsiz olarak bulundurmayı istediler. Alınan tedbirlerin orta vadede ne getireceği şüpheli. Real’in son iki yıl içinde Dolara karşı değer kazancı %38. Son bir yıl içinde iki katına çıkan ücretler enflasyonun nefesini hissettiriyor.

İşte bu noktada Merkez Bankaları çaresizliği hissetmeye başlıyorlar. Tıpkı Brezilya’da olduğu gibi. Eğer Merkez Bankası enflasyonu yumuşatmak için faiz oranlarını yükseltirse realin yükselmesi riskini alıyorlar demektir. Eğer FX piyasaya müdahale ederlerse reali zayıflatıp enflasyonu yükseltecekleri anlamına geliyor. İşte çaresizlik de burada başlıyor. Yani akılcılık ve bireyselliğin dengeli bir şekilde kontrol edildiği ortodox ekonomik enstrumanlar işe yaramıyor.

Brezilya Merkez Bankası birkaç gün önce future piyasadan Reverse Currency Swap (Ters Para Swabı) ile 1 milyar dolar alacağını duyurdu. Aynı işlemi 21 ay önce tekrar yapmışlardı.

Bu işlemde Merkez Bankası yatırımcıya overnight bankalararası faiz oranı üzerinden Real cinsinden faiz ödemesi yapıyor. Karşılığında da sabit faiz üzerinden dolar cinsinden faiz alıyor.

FX piyasalarında yaygın bir hedge enstrumanı olan bu işlemi kullanarak aşırı değerlenen kuru dengede tutmaya çalışıyor Brezilya. Sonuçlarının neler olacağını yakında göreceğiz.

Kur Savaşları, Merkez Bankalarının sıkılaştırma müdahaleleri, neo Keynesyen politikalar veya diğer anti Ortodoks politikalar. Her ne olursa olsun global büyümenin gelmesi için, halen devam eden finansal krizi yaratan ve bu finansal krize müdahalede kullanılan yöntemlerin yarattığı riskleri arttırmadan bu finansal krizi durdurmak mümkün görünmüyor. Başka bir deyişle çözüm krizi, kriz çözümü yaratıyor.

Dünya Ekonomik Forumu, öngörülen global büyümenin sağlanabilmesi için 100 trilyon dolarlık krediye ihtiyaç olduğunu açıkladı. Önümüzdeki 10 yılda bu para piyasalara enjekte edilmediği sürece beklenen global büyümenin gelemeyeceği düşünülüyor. Kredi piyasalarını yavaşlatmaya yönelik günümüz Merkez Bankası politikalarının büyüme üzerinde gelecekte ne tür baskılar yaratacağı maalesef tam olarak anlaşılamıyor.