30 Temmuz 2015 Perşembe

AKP'nin seçim başarısının finansal şifresi!

Hayatımızdaki hemen hemen tüm sonuçların parayla alakalı olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Hukuksal sorunlardan sosyal sorunlara, sağlık sorunlarından kültürel sorunlara kadar hemen her sorun parayla ilişkili yanlar taşıyor. Genel seçimler de parayla ilgili alanlardan biri.

2015 yılı seçim sonuçları AKP'nin liderliğinde tamamlandı. Bu başarının parayla ilişkisini ölçmek için bir araştırma yaptık. 2015 yılı Haziran ayına ait FinTürk verilerini kullanarak illere göre kişi başına düşen mevduat miktarını bulduk. Sonra da bunu AKP'nin oy oranıyla kıyaslayarak bazı sonuçlara ulaştık. Araştırmada öne çıkan basit ama çarpıcı verileri kısaca özetleyelim.

AKP'nin en yüksek oy aldığı illerde kişi başına mevduat miktarı şu şekilde gerçekleşmiş.

İl..............Oy oranı..........Kişi başına mevduat(TL)
Rize..........67...................5618
Konya.......66...................6120
K.Maraş....61...................3531
Bayburt....60...................4590
Çankırı......60...................4919
Düzce.......59...................4612
Adıyaman..59...................2589
Malatya....59..................4586
Yozgat......58...................4971

Kısaca özetlemek gerekirse, AKP'nin en yüksek oy aldığı illerden Rize'de kişi başına düşen mevduat 5.618 TL, Konya'da 6.120 TL ve K.Maraş'ta 3.531 TL. En yüksek oy aldığı bu 9 ilin ortalamasına baktığımızda ise, kişi başına düşen mevduat 4.615 TL.

Şimdi de kişi başına mevduatın en yüksek olduğu illerdeki AKP'nin oy oranlarına bakalım. (Mevduat miktarı diğer 79 ile göre çok yüksek olan -ort. 35.000 TL seviyelerinde- Ankara ve İstanbul sınıflandırmaya dahil edilmemiştir.)

İl...............Oy Oranı.........Kişi Başına Mevduat(TL)
İzmir...........26.................14452
Muğla.........26.................13377
Zonguldak..38.................12871
Antalya......35..................12158
Kırklareli....23..................11047
Yalova.......39...................10704
Denizli.......39..................10458

Kısaca özetlemek gerekirse, AKP'nin oy oranlarının düşük olduğu illerdeki kişi başına mevduata bakıldığında, İzmir'de kişi başına mevduat 14.452 TL, Muğla'da 13.377 TL ve Zonguldak'ta 12.871 TL. AKP'nin ülke ortalamasının altında oy aldığı bu illerde ortalama mevduat tutarı 12.152 TL.

Bu sonucu, en yüksek oy aldığı illerdeki 4. 615 TL ile kıyasladığımızda aradaki fark neredeyse 3 misli. Yani en zengin iller AKP'nin en yüksek oy aldığı illerin neredeyse 3 katı daha zengin. Ya da daha farklı şekilde ifade edersek, AKP'nin en yüksek oy aldığı iller, en zengin illerden 3 kat daha fakir.

Sonuçları kısaca özetlemek gerekirse, AKP'nin oy oranı fakir illerde yüksek, zengin illerde düşük. Yorum size kalmış.


28 Temmuz 2015 Salı

Ülkemizin en akıllı ekonomistleri ile 3 dk.da ekonomist olun!

Ambrose Bierce, The Devil's Dictionary'i (Şeytanın Sözlüğü) yazdığında ekonomi ve finansın bu kadar ironik olabileceğini birçok insan henüz fark etmemişti. Ama geçen yıllar bunu bize fazlasıyla gösterdi. Karmaşık finansal ürünleri çözebilsin diye astro-fizikçi çalıştıran yatırım bankaları bile var artık. Öyleyse asıl meselenin karmaşanın çözümlenmesi değil en temel seviyede anlamlandırılması olduğu açıktır.

Ekonomi ve finans adı altında anlatılanların koca bir yalandan ibaret olduğunu artık en önemli iktisatçılar bile kabul ediyorlar. Peki ama ekonominin gerçekten ne olduğunu nasıl anlayacağız?

Elbette ki A.Bierce gibi zeki ekonomistler vasıtasıyla. İyi de Bierce gibi zeki ekonomistleri nereden bulacağız? Eldekiler malum, düzenci, politikacı, ezberci, bencil, kendini beğenmiş ve çıkarcı insanlar. Üstelik anlattıkları konuyu kendilerinin bile bilmediği ortada. Daha çok ekonomik ahkam kesme uzmanları diyebileceğimiz sınıftanlar. Yani hiç mi zeki ekonomistimiz yok?

Sosyal medyayı inceleyerek en zeki ekonomistler ve onların sözlerinden oluşan bir derleme yaptık. Genellikle "Ekşi Sözlük"te yazan bu ekonomistler en karmaşık kavramlara bile son derece çarpıcı tanımlamalar getirmeyi başarabilmişler. Üstelik sadece birkaç sözcükle. Ekonomistlerin saatlerce anlatacakları konuları sadece birkaç sözcükle tanımlayabilmişler. Öyleyse gelin ekonominin genel kavramlarına zeki ekonomistlerimizin tanımlamaları ile yeniden bakalım ve gerçekleri yeniden görelim. (Ekonomistlerimizin isimleri cümle sonların parantez içinde verilmiştir.)

Ülkemizin en akıllı ekonomistleri ile 3 dakikada ekonomist olun!

1- Para
İnsanoğlunun bulduğu ve yine insan oğlunun taptığı kağıt parçası. (sativa)

2- Likidite
Paranın havada karada hissedilen debisi. (atlantis)

3- Finans
Pazarlama avcılıksa finans avın derisinin yüzülüp parçalara ayrılmasıdır. (theory of everything)

4- Banka
Ancak ihtiyacınız olmadığını kanıtlarsanız size borç para veren kuruluş. (bramstoker)

5- Faiz
Paradan daha önemli bir buluş. (antigravity)

Fakirin fakir zenginin zengin kalmasını sağlayan yollardan biri. (pofurtt)

6- Borç
Kamçı falan değil, bildiğin kazıktır. (baymayself)

7- Kredi
Bir bankayı, ona kesinlikle ihtiyacınız olmadığına ikna edemedikçe alamayacağınız maddi destek. (andrew)

8- Borsa
Türkiye dışında dünyanın her bir yerinde uzun dönemde kazandıran bir yatırım aracı olarak görülen ortam. (speedy)

9- Foreks
Ne olduğunu bilmiyorum ama pozisyonunu alıp (bunun da ne olduğunu tam olarak anlamadım) cep telefonunun sesini kapatıp cuma namazına giden birinin namaz bittiğinde 95bin dolar kaybedebildiği bir olay. Yatırım danışmanı 20 kere aramış ama ne fayda. (dunden beri dimdik)

10- Ekonomist
İşsizler ordusuna katıldığı zaman bunun nedenini açıklayabilecek eğitimi almış olan kişi. (imagine)

Nev-i şahsına münhasır yalancı. (canli yayin)

11- Quantitative Easing (Parasal Gevşeme)
Bas bas paraları Leyla'ya. (lairocse)

12- Kredi Kartı
Geçenlerde ilk defa sahip olduğum, hemen de şerefine migrostan bira almamı sağlayan teknoloji harikası. (r12)

13- Stoploss
Köprüden önce son çıkış. (parantez)

14- Kaldıraç
Viagra. (brownie)

Açgözlülüğün resmileşmesi. (sametc)

15- Bireysel Emeklilik
Bööle bi herkes kendini kurtarsıncılık, böle bi adam sendecilik. Bireysel emeklilikmiş, peh, ne kadar bencilce ve ayıp bişey. Halbuki yapsana sen kitlesel emeklilik. (trenchkot)

Gavur milletinin bizi baya bir geriden takip ettiğinin açık resmidir. Halbuki biz, "ileride bize baksın diye çocuk yapma" sektörünü keşfedeli yüzyıllar oluyor, adamlar hala nelerle uğraşıyor. (vicdani redci padawan)

16- Konut Kredisi
...ve sonsuza kadar kredi taksiti ödediler... **the end** (bira sisesindeki izmarit)

17- Tüketici Kredisi
Bu krediyi kullanan çoğunluk için 3 temel safha vardır:
1. Suni ihtiyaçlar oluşturulur.
2. Suni ihtiyaçlar bu kredi ile giderilip küçük mutluluklar yakalanır.
3. Küçük mutlulukların yerinde yel eserken uzun vadeli ödeme yükü omuzlanır.
Yani kısa vadede 3 liralık gelirle 13 liralık yaşanır ama uzun süreçte bu 10 liralık fark kapatılmaya çalışılır. Bu süreçte borcu borçla ödeme yoluna gitmek en çok karşılaşılan davranıştır. Bankaların faiz oranları amansız bir şekilde takip edilirken de en çok şu söz söylenir: "Aman, istikrar bozulmasın!" (sozlugebirdahagelinsealinacaknick)

18- Dosya Masrafı
Genelde ekran gösterdiği için alınır. Zira kutsal ekran gösteriyorsa itiraz etmek ne haddimize. (gnome)

19- Hesap İşletim Ücreti
Önce reklamlarında, şubeye gitmeyin internetten, telefondan, teleksten, ütüden ücretsiz yapabilirsiniz bazı işlemlerimizi diye bize olanak sunup, sonra da "e ama sen de hep bedava işlemler yapıyosun su yakmıyo bu banka" diyerek hesabımızdan paramızı, "bize sormadan" alma işlemine, Türk bankacılık sektörünün taktığı isim.
Anahtar terimler:
"bana ait para"
"haber vermemek"
Ben bu ülkeyi, bu ülkenin temel düşünce mantığını falan çok seviyorum. (kaba simsek)

Dokunulmazlıkla birlikte kaldırılacağına emin olduğum uygulama. (core i)

20- Nakit Para
Günlük hayata katılma imkanı veren bilet. (cocuklarla girilen komik diyaloglar)

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Kızını evlendirmek için kredi çeken Yunanlıyı tanıyor musun?

Yunanistan'ı kurtarma mücadelesi IMF ve AB liderliğinde devam ediyor. Ülkeye huzur getirmek için halkın milli serveti özelleştirme adı altında satılmaya başlandı bile. Emekli maaşlarından sosyal güvenlik ödemelerine, işçi haklarından ödenen vergilere kadar her şey artık halkın istemediği şekilde uygulanacak. İnsani krizi gidereceğiz diyenlerin nasıl bir insanlık krizi yaratacağını ekonomi tarihi bir kez daha şahit olacak.

"Manyağın biri borcunu ödemiyor diye bizde mi yanalım", "borcunu ödeyenler enayi mi", "teminat alacağız elbette kredi veriyoruz sadaka değil" gibi hassasiyet ve akıl yürütmelerle Yunanistan'da olanları tam olarak anlamadığımız ortada. Borcunu ödeyemeyen birine verilen yeni kredinin karşılığında neyin teminat alındığının hala farkında değiliz. Çünkü eğer olsaydık mutlaka tepki gösterirdik. Yoksa göstermez miydik?.. Ne dersiniz?

Dünya kredi tarihinin en çarpıcı tespitini hiç şüphesiz 1970'lerin başında Fransız antropolog Jean-Claude Galley yapmıştır. Galley araştırmaları sırasında Himalayalar'ın doğusunda bir toplulukla karşılaşır. Zengin sınıf tarafından yönetilen fakir bir sınıfın olduğu bir topluluktur bu. Yüzyıllardır devam eden bir ilişki vardır ve yoksullar daima zenginlere borçlu olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Yoksulların ne toprakları ne de paraları vardır. İhtiyaçları için zenginlerden borç alıp sonra da onların işlerini görerek borçlarını ödemektedirler. Fakat tutarlar küçüktür. Yaşamlarını sürdürmek için aldıkları borcu yine çalışarak kolayca ödeyebilmektedirler. Aslında buraya kadar hepimizin yaptığından farklı bir durum yoktur.

Bu toplulukta yoksul sınıf için en önemli harcama düğün harcamasıydı. Bunun için epeyce para gerekiyordu ve mutlaka borç alınmak zorundaydı. Yoksul bir aile kızını evlendirmek istediği zaman düğün harcamalarının finansmanı için zenginlerden borç istiyordu. Zengin sınıftakiler bu kadar yüksek bir borç için teminat talep ediyorlardı ve bu teminat da evlenecek kızın kendisiydi. Yoksul adam kızını evlendirmek zorunda olduğundan, kızını teminat olarak vermeyi kabul ediyordu. Gelin kız düğün gecesinden sonra borç verenin evine gönderiliyor ve adamın cariyesi olarak orada birkaç ay geçiriyordu. Zengin adam ondan bıktıktan sonra yakındaki bir orman kampına gönderiliyor ve babasının borcunu ödemek için orada bir ya da iki yıl fahişe olarak çalışıyordu. Borç ödenip bittikten sonra kocasının yanına dönüyor ve evlilik hayatına başlayabiliyordu.

Bu topluluğun sistemi herkesi şoke edip öfke uyandırmıştır muhtemelen. Ama Galley'in tespitlerinde asıl şoke edip öfke uyandırması gereken şey yaşananlar değildir. Galley, tüm bu yaşananlar için toplum üyelerinin bir adaletsizlik duygusuna kapılmadıklarını görmüştür. Herkes bu durumu gündelik hayatın genel bir kuralı gibi görmektedir. Hatta topluluğun en üst yargı yetkisine sahip Brahma rahipleri bile durumu normal karşılamaktadırlar. İşte bu hikayede asıl şaşırtıcı yer burasıdır: Toplumun duyarsızlığı.

Aslında Yunanistan'ın kurtarma paketi de bu toplulukta kızını evlendirmek için borç alan babanınkinden farklı değil. Teminat olarak koskoca bir halkın geleceğinin verildiğini maalesef kimse umursamıyor. Kreditörler tarafından akılsızca verilen borcun tüm faturası bir halka çıkarılıyor. Üstelik dünyanın ne gelişmiş ülkeleri ne de geri kalanlar bu duruma gereken tepkiyi veriyorlar.

Şu aralar Yunanistan kızını evlendirebilmek için kredi çeken babanın trajedisini yaşıyor ama kimsenin umurunda değil. Umarız kredi çekme sırası bir gün bize gelmez!

21 Temmuz 2015 Salı

Piyasaların kadınlar gibi düşündüğünü gösteren 9 bilimsel neden!

Piyasaların nasıl işlediği ya da ekonominin ne olduğu hakkında büyük balığın küçük balığı yuttuğu ya da kişi başına düşen gelirin herkesin başına düşen gelir olmadığı şeklindeki çocukça retorikler artık sıkmaya başladı. Koca koca ekonomistlerin hala bu tür zırvalarla piyasaları ve ekonomiyi anlatmaya çalışmaları büyük zavallılık. Entellektüel ve bilimsel tarafı olan irrasyonel bir liste oluşturarak piyasalar ve ekonominin ne olduğunu yeniden anlatalım öyleyse. Tabi işin içine biraz da mizah katarak.

Piyasaların kadınlar gibi düşündüğünü gösteren 9 bilimsel neden!

1- Sınırsız ihtiyaçlar, sınırlı kaynaklar
Kadınların en tipik davranış şekillerinden biri sevgili ya da eş seçerken takındıkları “kaçan kovalanır” yaklaşımıdır. Kadınlar, erkeklerin ilgisini çekebilmek için hiç oralı değilmiş gibi son derece isteksiz bir davranış şekli benimserler. Böylece kendilerine aşık olanları peşlerinden koşturacaklarına ve daha çok aday arasından daha doğru bir seçim yapacaklarına inanırlar. Peki acaba gerçekten öyle mi olur? Yani erkekler kendilerine karşı ilgisiz görünen kadınların peşinden gitmeye daha mı meyilliler?

Kaçanın gerçekten kovalanıp kovalanmadığını merak edenlerden biri de psikolog Elaine Walster’dı. Walster, bu sorunun yanıtını öğrenmek için bir grup arkadaşıyla birlikte çalışmaya başlar ve bir dizi deney yapar. Sonuçlar 1973 yılında “Playing hard to get” (Elde edilmesi zoru oynamak) adlı bir makale ile duyurulur. Fakat Walster ve arkadaşlarının ortaya çıkardıkları şey kadınların düşündüklerinin ve erkeklerin beklediklerinin tam tersidir.

Walster ve arkadaşları yaptıkları ilk deneyde bekledikleri sonucu alamazlar. Çünkü onların ortaya çıkarmak istedikleri şey kaçanın kovalandığı gerçeğidir. Fakat yapılan ilk deneyde kaçanın kovalandığı yönünde bir işaret bulamazlar. Vaz geçmeyip yeni bir deney tasarlarlar. Onda da aynı sonuçlara ulaşırlar ve yine kaçanın kovaladığına dair bir iz bulamazlar. Durmazlar ve 3 deney daha yaparlar. Üniversite öğrencilerinden hayat kadınlarına, çalışan kadınlardan sevgili bulma ajanslarına kaydolmuş kadınlara kadar farklı gruplarda birçok kadınla benzer deneyler yaparlar. Fakat tüm deneyler aynı sonucu verir: Kaçan kovalanmamaktadır! Peki ama deney yapanları bile şaşırtan bu sonuç neyi ifade etmektedir?

Hayal kırıklığına uğrayan araştırmacılar bu kez ortaya çıkan sonucun nedenini araştırmaya başlarlar. Elde edilmesi zoru oynamak neden herkesin söylediği gibi bir etki yaratmıyor?.. Sadece boş bir söylenti gibi duruyor?

Birçok erkekle konuşurlar ve onlara sürekli peşinden koşturmayı seven biriyle mi yoksa daha kolay biriyle mi arkadaşlık yapmayı istediklerini sorarlar. Erkeklerin tamamı her iki seçeneğin de kendilerine göre bazı avantaj ve dezavantajları olduğunu söylerler. Ama zor kadınların peşinden koşmaya istekli oldukları yönünde bir yanıt alamazlar. Araştırmacılar buradan da bir sonuca ulaşamamıştır. Durmazlar ve erkeklerle konuşmaya devam ederler. Sonunda da yanıta ulaşırlar. Elde edilmesi zor kadınların peşinden neden koşulmadığını en sonunda bulurlar. Araştırmacılar sadece yanıtı değil, yanıtı neden bu kadar geç bulduklarının yanıtına da ulaşmışlardır. Çünkü yanıt kadının peşinde koşan erkekte değil, onu izleyen sıradaki erkekte saklıdır. Kadının zor biri olduğunu gören sıradaki erkek bu zor göreve istek duymamaktadır. Çünkü insanların birçoğu üzerine zor bir iş almak istemez. İşte araştırmacıları uzun bir süre peşinden koşturan yanıt bu kadar basittir.

Ekonominin herkes tarafından kabul edilen en temel varsayımı kaynakların kısıtlı olduğu kabullenmesidir. Sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla olan bitmek bilmez hikayesi ekonomi bilimi olarak adlandırılır. Modern ekonomi bilimi bulunmadan çok daha önce, kadınlar, kendilerini sahip olunmaya değer sınırlı bir kaynak olarak görmüşler ve buna göre davranmayı bilmişlerdir. Bu davranış şekli bugün ekonomi biliminin ilham kaynağı gibi duran kaçan kovalanırdan başka bir şey değildir.

2- Uzun vadeli yatırım daima kazandırır
Eşinize özel günlerde ne hediye alacağınız oldukça önemlidir. Birçok kişi tarafından kabul edilen düşünce şekli sevginin ekonomi ile hiçbir ilişkisi olmadığıdır. Bu düşünce sizi bir demet çiçek almaya yönlendirecektir ya da güzel bir çikolata kutusu yaptırmaya. Fakat yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki eğer bir demet çiçekle yetinirseniz eşiniz size söylediği kadar mutlu olmayacaktır.

Sevgi ekonomi ile oldukça yakından ilişkilidir. Mesela eşinize bir buzdolabı alabilirsiniz. Bu gerçekten pahalı bir hediye ve eşinizi de son derece mutlu edeceği açık. Fakat yapılan araştırmalar buzdolabı yerine ucuz bir cep telefonunun daha fazla mutluluk verdiğini söylüyor. Çünkü pahalı bir buzdolabı mantıklı bir seçenek gibi görünse de aynı zamanda kendinizi de düşündüğünüz anlamına geleceği için daha ucuz bir cep telefonu almak eşinizi daha fazla mutlu edecektir. Üstelik cep telefonu kişiye özel. Yani kısaca herkesin kullanabileceği bir ev eşyası almak, eşinizin başta söylediği gibi onu mutlu etmeyecektir.

Yapılan araştırmalar eşinizi mutlu edecek tek bir hediye olduğunu söylüyor. Eğer eşinizi seviyor ve birlikteliğinizin yıllarca sürmesini istiyorsanız, eşinize son derece pahalı (tabi alabildiğiniz kadar) bir hediye almanız gerekiyor. Pahalı bir hediye birlikteliğinizin uzun süreli olacağına yönelik uzun vadeli bir yatırım yaptığınız anlamına geliyor. Ya da daha kısa söylersek eşiniz bu hareketinizi uzun vadeli bir yatırım olarak görüyor. Onu sonsuza dek seveceğiniz şeklinde yorumluyor ve son derece mutlu oluyor.

Mesele para gibi gözükse de aslında uzun vadeli yatırımı temsil etme meselesidir. Son tahlilde herkesin ortak fikri olan uzun vadeli yatırım görüldüğü üzere kadınların eski bir düşünsel alışkanlığından başka bir şey değildir.

3- Fayda-maliyet eksenli düşünebilmek
Birçok kadının yaşadığı en büyük sorunlardan biri sevgilileri tarafından aldatılmaktır. Bu, yaşayan açısından gerçekten üstesinden gelinmesi zor bir sorundur. Kızarsınız, bağırırsınız, sokağa çıkarsınız, unutmaya çalışırsınız ama bir türlü bir çözüm bulup yaşadığınız yoğun duyguları kontrol altında tutamazsınız. H.Tennen ve G.Affleck adlı psikologların 2001 yılında yayınladıkları bir makale hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir çözüm olduğunu söylüyordu. Üstelik bunun için günlere, haftalara, aylara değil, sadece birkaç dakikaya ihtiyacınız var.

Psikologlar birçok aldatılma vakasını incelemişler ve böyle bir durumda kadınların ne tepkiler verdiklerine bakmışlar. Streslerini yenmeye çalışanlar, terapiste gidenler, yakınlarına konuyu anlatıp destek alanlar, unutmak için türlü eylemler yapanlar... Maalesef çoğu aldatılmanın yarattığı karmaşık duyguları uzun süre yenememişlerdir. Oysa azınlıkta kalan bir grup birkaç dakika içinde her şeyi unutmuş, hayata yeni bir başlangıç yapmıştır. Psikologlar bu gruptaki kadınları biraz daha yakından incelediklerinde, onların basit bir teknik kullandıklarını görürler. Aldatılan bu kadınlar kendilerine basit bir soru sormaktadırlar: “Peki bunun bana ne faydası var?” Sonrasında da bu soruya yanıtlar vererek yeni bir hayata başlamaktadırlar.

Bu tam da ekonominin fayda maliyet analizi dediği temel karar verme şeklidir. Gerçi bizde uygulanan şekli biraz farklı olsa da... Bir araştırma için kadınlara sormuşlar; "eşiniz sizi aldatsa ne yaparsınız?" diye. Türk kadınının yanıtı yine en güzeli herhalde: "Fransız kadını; bende onu aldatırım, İtalyan kadını; hemen ayrılırım, asla affetmem, İngiliz kadını; bir şans daha verebilirim, Japon kadını; hakaret sayarım, harakiri yaparım, Türk kadını; yok gı, bizim herif öyle şey yapmaz."

4- Farklı kanaldan gelen bilgileri değerlendirme kabiliyeti
Erkekler kadınlara bakıyor da kadınlar erkeklere bakıyor mu acaba?

Felix Mercer Moss'un, “Eye Movements to Natural Images as a Functain of Sex and Personality” adlı makalesi gerçekten ilginç bir tespiti içeriyor. Moss, ileri teknolojik araçları kullanarak kadınlar ve erkeklerin göz hareketleri üzerinde incelemeler yapar. Önce erkekleri inceler. Bir kadın ve bir erkekten oluşan iki kişi ya da bir çift gördüklerinde erkeklerin önce kadına baktığını tespit eder. Erkeklerin kadında baktıkları yer genellikle yüzü ve gözleridir. Erkeklerin, kadınlara uzun süre bakması bilinen bir gerçektir ve Moss’u pek şaşırtmaz. Üstelik erkeklerin bakış tercihlerinde aranacak herhangi bir gizem de yoktur. Moss daha sonra kadınların böyle bir durumda nereye baktıklarını inceler. Kadınlar, şaşırtıcı şekilde, erkeklerden daha fazla kendi hemcinslerine bakmaktadırlar. Fakat baktıkları yer yüz ya da gözler değildir. Kadınlar diğer kadınların vücutlarının farklı birçok yerine bakmaktadır: Genel görünüm, göğüsler, bacaklar ve daha birçok özel ayrıntı.

Moss, kadınların bakışlarını incelerken bir şey dikkatini çeker. Kadınlar, diğer kadınların vücutlarındaki değişik yerlere göz atıp incelemelerini tamamladıktan sonra gözlere yöneliyorlar. Fakat bu göz teması erkeklerinki gibi sempati arayışı değil, daha çok bir ödünleşme gibi. Bu bakıştan hareket eden Moss kadınların neden önce vücudun diğer kısımlarına baktığını keşfediyor: Tehdit!

Kadınlar, öncelikle hem kendileri hem de eşleri için bir tehdit olup olmadığını araştırıyorlar. Kendi erkeği için, herhangi bir kadının vücudundaki herhangi bir bölüm bir tehdit olarak görülebilir. Kadınlar bunu bildikleri için öncelikle bunu araştırıyorlar ve tehdidin sınırlarını ölçüyorlar. Bunun yanında aynı stratejiyi kendileri için de uyguluyorlar. Hemcinslerinin fiziksel yapıları ve görünüşlerini inceleyerek kendileri ile olan farklılıkları belirleyip nasıl bir tehditle karşı karşıya olduklarını tanımlıyorlar. Yani kısacası potansiyel güçleri ayrı ayrı ratingliyorlar. Sonrasında da hemcinsinin gözlerine yönelip oluşan tesir ile orantılı ültimatomu veriyorlar.

Aslında hikayenin özü şu: Kadınlar, erkekler gibi tek bir noktaya odaklanıp tek bir kanaldan aldıkları bilgi ile hareket etmiyorlar. Birçok farklı kanaldan bilgi toplayarak kararlarını veriyorlar. Bu da daha gerçekçi ve vizyonel kararlar vermelerine sebep oluyor.

Tabi senin karar verme şeklin hep aynı be dostum: "Ben kadında maziye erkekte geleceğe bakarım."

5- Risk bir kadın icadıdır
Şehirde yaşayan erkeklerin çoğu spor salonlarını iş ve evden sonraki üçüncü adresleri olarak bilirler. Birçok erkeğin spor salonuna gitme amacı kadınlara daha çekici görünmektir. Belki bazılarının amacı bu olmasa bile kadınların fiziksel olarak beğendiği bir erkek olma fikrine sanıyorum hiçbir erkek karşı çıkmayacaktır. Erkeklerin spor aktiviteleri genellikle geniş bir omuz, gelişmiş kol adaleleri, diğer erkeklere göre daha iri göğüsler ve kaslarla dolu bir mide üzerine yoğunlaşır. Çünkü erkekler kadınların fiziksel olarak bu tip erkekleri çekici bulduklarını düşünürler. Bu düşünce de onları daha fazla sert ve kaslı görünmeye yönelik bir spor anlayışı içine sokar. Her erkek tipik bir sandaletli ilk çağ kahramanı görüntüsünde olmak için enerjisinin büyük kısmını spor salonlarında harcar.

Bir fitness uzmanı olan Sam Murphy spor ve çekicilik arasında ilişkiyi ölçmek için bir deney tasarlar. Amacı kadınların gerçekten bol adaleli erkekleri çekici bulup bulmadıklarını öğrenmektir. 6.000’in üzerinde bayan ankete katılır ve en çok hangi sporu yapan erkekleri çekici bulduklarını açıklarlar. Ortaya çıkan sonuç hiç de düşünüldüğü gibi değildir. Kadınların %57’si kendilerine bir erkekte en çekici gelen spor dalının dağcılık olduğunu söylerler. İkinci sırada ise extreme sporlar vardır. İlk çağ savaşçısı görüntüsünde bir fiziğe sahip olmayı düşünen ve vücut geliştirme gibi sporları yapan erkekler ise kadınların sadece %5’i tarafından tercih edilir bulunmuştur. 15 spor dalı içinde maalesef kadınların en az çekici buldukları spor dalı vücut geliştirme çıkmıştır.

Bu sorunun yanıtını Liverpool Üniversitesinden Psikolog Susan Kelly 2001 yılında yayınladığı “Who dares wins” adlı makalesinde açıklar. Kelly, kadınlar üzerinde yaptığı araştırmalarda çok şaşırtıcı bir sonuca ulaşır. Kadınlar, riski seven davranışlar sergileyen erkekleri, riski sevmeyen ve almayanlara tercih etmektedirler. Erkeklerin yaptıkları sporlarda göstermiş oldukları cesaret kadınları etkileyen en güçlü faktör olarak öne çıkmaktadır. Bir spor salonunda yetişen ilk çağ kahramanı görüntüsündeki bir erkeğin risk almaya istekli olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle de tercih edilirliği doğal olarak düşüktür. Kısaca özetlemek gerekirse cesaret ve zorluklarla mücadele etme isteği kadınların bir erkekte görmek istedikleri en önemli nitelikler olarak öne çıkmaktadır.

Risk nedir sorusuna bundan daha iyi yanıt olmaz herhalde. Vücut geliştirme sporu beyin geliştirme ile birlikte yapıldığı zaman fayda veriyor. Beyindekilerin kas hücresi değil sinir hücresi olduğunu söylemeye gerek yok sherhalde.

6- Manipülasyon kadın icadıdır
Erkeklerin gençlik yıllarından başlayarak evlendikleri zamana kadar yaratıcı düşüncelerinin önemli kısmı doğru eşi nasıl bulabilirim üzerinedir. Erkek açısından en önemli amaç daima daha güzel bir kadını eş olarak görmektir. Bu aslında temelde erkeğin eşit bir ödünleşmeden daha fazlasını istediği şeklinde de yorumlanabilir. Kendi seviyesinin üzerinde bir eş bulma arzusu en ilkel zamanlardan beri var olan av-avcı ilişkisini akla getirebilir. Nasıl yorumlanırsa yorumlansın fiziksel özelliklerine göre eş bulmak erkeğin “master” planıdır.

Bilinen yöntem partnerinizi ne kadar çok beğendiğinizi belli etmektir. Fakat bu kadınlar açısından sorumluluk üstlenmek anlamına geleceğinden ilk başlarda başarılı olmayacak bir yöntemdir. Erkek yaratıcılığı yüzyıllardır birçok etkileme tekniği geliştirmiş olsa da bilimsel olarak belli açılardan ispat edilmiş tek teknik “itme-çekme taktiği” (push-pull tactic) denilen yöntemdir. Partnerinize önce ilginizi, hemen ardından ilgisizliğinizi göstermeniz stratejisine dayanır. Kontrolü elinizde tuttuğunuzu gösterirken partnerinizin karar verme sisteminde karışık duygular yaratırsınız. Partnerinizi ani bir cevaba yönlendirmeden sizi daha fazla düşünmeye sevk etmiş olursunuz. Bu kadınlar açısından düşülen bir tuzaktır ve kontrolü elinizde tutmaya devam ettiğiniz sürece istediğiniz eşi bulma şansınız da o kadar artacaktır.

Erkeğin bu teknikte uyguladığı stratejinin üç önemli bileşene vardır. Erkek, partnerini eşi olmaya ikna etmek gibi bilinçli bir gizli niyete sahiptir. Ne kadar önemli bir kişi olduğunu partnerine ikna ederek nadirliğini öne sürmektedir. Ya da başka bir ifadeyle arz talep dengesini “görünen bir el” ile değiştirmektedir. Üçüncü olarak da hem kendi hem de partnerinin değerini (fiyatını) belli bir amaç için değiştirmeye çalışmaktadır. Yani ödünleşmenin son derece adil olduğuna partnerini ikna etmektir. Bu üç özellik açısından değerlendirildiğinde yapılan şey açık şekilde manipülasyondur. Yapılış şekli itibariyle de piyasa manipülasyonundan pek farklı değildir.

Manipülasyonun kadın icadı olduğunu herhalde anlamışsınızdır.

7- Risk iştahı
Ekonomik davranışlar içinde erkeğin düşünce şeklinin hakim olduğu iki kavramdan biri risk iştahıdır.

Elaine Hatfield adındaki bilim insanının yaptığı araştırmalar ortaya çarpıcı sonuçlar çıkarmıştır. Araştırdığı konu erkekler ve kadınların tanımadıkları kişilerle cinsel ilişkiyi nasıl algıladıklarıydı. Yapılan araştırma ve deneylerde insanlara iki basit soru sorulur. İlk soru “benimle çıkar mısın” sorusudur. Erkek ve kadınlardan oluşan gruplar hiç tanımadıkları karşı cinsten kişilere yaklaşır ve bu soruyu sorarlar. Alınan cevap her iki grup için de benzerdir. Kendilerine hiç tanımadıkları bir kadın tarafından yapılan bu teklife erkeklerin %50’si “evet” yanıtını verir. Bu oran kadınlar için de hemen hemen aynıdır.

Daha sonra araştırmanın ikinci kısmına geçilir. Bu kez soru biraz değiştirilir ve “benimle yatar mısın” şekline dönüştürülür. Kadınların hiç tanımadıkları erkeklerden gelen böyle bir soruya verdikleri cevap “Sen delirdin mi!”, “Alın şu aptalı başımdan!” ya da “Defol git!” şeklindedir. Kendilerine böyle bir teklif yapılan kadınların tamamı soruya olumsuz yanıt vermiştir. Tek bir kadın bile evet dememiştir. Bu kez aynı soru bayanlar tarafından hiç tanımadıkları erkeklere yöneltilir. Erkeklerin %70’i hiç tanımadıkları bir kadından aldıkları böyle bir teklife “evet” yanıtını vermişlerdir. Herhalde bu sonuç sizi şaşırtmamıştır. Sanıyoruz geri kalan %30’un verdiği yanıt biraz şaşırtacak. Geri kalan %30’un yanıtı “bugün olmaz ama yarın söz” şeklindedir. Yani erkeklerin %100’ü teklife evet demiştir.

Evrimsel, biyolojik, psikolojik, kültürel ve çevresel faktörler gibi birçok değişkenin böyle bir sonuç yaratmada etkili olduğu söylenebilir. Fakat ekonomik açıdan bu davranış farklılığı psikologlar tarafından tek bir faktöre bağlanıyor: Erkeğin risk alma iştahı!

8- Kriz
Ekonomik davranışlar içinde erkeğin düşünce şeklinin hakim olduğu bir diğer kavram hırstır.

Erkekler, etkilendikleri kadınları değerlendirirken en önem verdikleri nitelik kadınların kilolarıdır. Kilo değerlendirmesi açısından erkekler iki farklı kadın tipinden hoşlanır. Erkeklerin bir kısmı ince ve zayıf kadınları çekici bulurken, diğer kısmı kilolu ya da “balıketli” kadınları tercih eder. Erkeklerin bu karar sistemleri kadınlar tarafından da bilindiği için kadınlar kilolarını daima göz önünde bulundururlar. Genellikle erkeklerin tercihi zayıf kadınlardan yana olduğu düşünülerek zayıf olmanın beğenilme için ilk şart olduğu varsayılır. Erkeklerin beklentilerine göre tercih edilebilirliklerinin artacağını düşünen kadınlar aslında büyük bir hata içindedirler. Üstelik bu hataya erkekler de dahildir. Yani ne kadınların kiloları erkeğin beğenisine kalmıştır, ne de erkekler düşündükleri gibi sabit bir beğeni anlayışına sahiptir. Daha açık söylemek gerekirse, ne ince kadınlardan hoşlandığını düşünenler, ne de kilolu kadınları tercih ettiğini düşünenler sabit bir tercih sistemine sahiptir.

Erkeklerin beğeni anlayışında kadının kilosunun öneminin nereden kaynakladığını öğrenmek isteyen Londra Üniversitesi Psikologlarından Viren Swami 2006 yılında yayınladığı makalesi “Does hunger influence judgments of female physical attractiveness?”da herkesi şaşırtan bir gerçeği açıklar. Üniversite yemekhanesine giren ve çıkan öğrencilere, farklı vücut hatlarına sahip kadınların boydan çekilmiş fotoğrafları gösterilir. Sonra da kadınları ne kadar çekici bulduklarını değerlendirmeleri istenir. Yemekhaneye giren öğrencilerin tamamı kilolu kadınları çekici bulurken, yemeğini yiyip çıkanların birçoğu zayıf kadınları çekici bulduklarını söylemişlerdir. Psikolog Swami bu deneyi daha sonra defalarca denemesine rağmen sonuç değişmemiştir. Aç erkekler kilolu kadınları, tok erkekler zayıf kadınları tercih etmişlerdir.

Anlaşılacağı üzere erkeklerin kadınlar hakkındaki kilo tercihi sabit bir kararın değil, açlık hissinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Cüretkar bir ifadeyle söylersek, bir erkeğin tercihi zayıf kadınlar olsa da açken hiç de öyle değildir. Bu sonucu evrim psikologları da teyit ediyor: Geniş vücut ölçüleri yiyeceğin yakın olduğunun işaretidir.

Ekonomistler, finansal krizlere insanların hırs duygusunun sebep olduğunu söylerler. Paraya karşı duyulan aşırı açlığın yarattığı hırs piyasalar için vazgeçilmez bir dürtüdür. İşte bu açlık duygusu erkeklerin tipik davranış şeklidir.

Erkekler size kilolu kadın istemem diyorsa, muhtemelen son öğünü fazla abartmıştır, hepsi o.

9- Kaldıraç piyasaları bozar
Erkeklerin doğasında çokeşliliğin olduğu bilimsel bir sürpriz değil artık. Poligami denilen bu durum genellikle erkeklerin birden fazla kadınla birlikte olması anlamına geliyor. Özellikle erkekler tarafından daha fazla istenen, kadınlar tarafından ise pek istenmeyen bir durum. Tarih boyunca birçok kültür birbirlerine zarar vermemek koşuluyla yetişkinlerin istedikleri şekilde evlenebilmelerine onay vermiştir. Çok eşliliğin kadınların aleyhine erkeklerin lehine sonuçlar yaratması nedeniyle erkekler tarafından daima arzulanan bir durumdur. Belki birçok erkek bunu açık olarak belli etmese de doğalarındaki arzunun bu yönde olduğu açıktır. Erkekler kendi lehlerine sonuçlar yarattığını düşündükleri poligami konusunda büyük bir yanılgı içindeler.

Poligaminin kadınlar açısından daha faydalı olduğu düşüncesi ilk bakışta aşırı bir karşıt argüman olarak gelebilir. Çünkü ortada kadınlar tarafından paylaşılmak zorunda olan bir erkek vardır. Burada erkeğin en büyük olumsuzluğu ayrı ayrı kadınlara almak zorunda olduğu nişan yüzüklerinden fazla görünmemektedir. O zaman resmi biraz daha büyütelim ve en büyük resme bakalım.

Diyelim ki bir toplulukta 50 erkek ve 50 kadın var ve topluluğun kuralı her erkeğin iki kadınla evlenmesini istiyor. Basit bir matematik altında, ki bu matematiği poligaminin kendi lehlerine sonuçlar yarattığını düşünen en akılsız erkekler bile yapabilir, sadece 25 erkek kendisine eş bulabilecektir. 25 erkek 50 kadınla evlendiğinde kalan 25 erkek ömrünün sonuna kadar bekar olarak kalacaktır. Peki buna bekar kalan 25 erkek razı olacak mı?

Elbette ki razı olmayacaklar. Bekar kalma korkusu üzerilerinde büyük bir baskı yaratacağından diğer erkeklerle büyük bir rekabete girecekler. Çünkü artık oyun evlilik oyunu olmaktan çıkıp kazananlar ve kaybedenlerin oyunu olmaya başlayacak. Çünkü erkeklerin açıkça gördükleri bir şey var. Kadınlar sadece varlıklı, güçlü, sağlıklı ve zengin erkekleri tercih etmektedirler. Öyleyse kadınlar daima erkekler içindeki krema tabakaya yöneleceklerdir. Oysa tek eşlilik olsaydı en zengin kadar en fakir erkekler de kendilerine eş bulabileceklerdi. Fakat şimdi işler erkekler açısından oldukça zorlaşmış gözüküyor. Kadınlar için ise oldukça kolaylaşmış. Çünkü artık yoksul, sağlıksız ve zayıf bir erkekle evlenme ihtimalleri oldukça az.

Yani daha basit söylersek çokeşliliği kaldıraç sanan erkeklerin sonu hüsran. Eğer çokeşliliği savunan erkekler kaldıysa hala, eşe, eşşeğe baktıkları gözle bakmamaları gerektiğini anlatacak bir ekonomi teorisine maalesef sahip değiliz.

Kısaca özetlemek gerekirse, yatırımın altın kuralı kadın gibi düşünmektir!


13 Temmuz 2015 Pazartesi

Lisanssız yatırım şirketine para kaptıran adamın 6 kişilik özelliği!

Lisanssız bir yatırım şirketine milyonlarca lirasını kaybeden insanların dramı geçtiğimiz günlerde yine manşetlerdeydi. Ne kadar finans merkezi olursak olalım bu tür haberleri duymaya devam edeceğiz anlaşılan. Evlilik vaadiyle kandırılan kız hikayesine benzer yatırımcı hikayeleri olmazsa olmazımız. Ne yaparsak yapalım, ne kadar düzenleme koyarsak koyalım bu sonuç pek değişmiyor. Yatırımcılarımızın ruhunda "enayi" gibi para kaybetmek maalesef var.

Bu tür sahte şirketlere paralarını kaptıran yatırımcıların nitelik özellikleri davranışsal finans tarafından çoktandır deşifre edilmiş durumda. Yıllardır da her yerde anlatılıp duruyor. Fakat ülkemiz insanının ihtirasları her seferinde galip geliyor ve kimse davranışsal finans, sosyal psikoloji ya da nöropsikoloji dinlemiyor. Fakat yine de diğer yatırımcıların bu tip hatalar yapmamaları için bu konuyu anlatmak gerekiyor; ama nasıl?

Düşündük taşındık ve "Ponzi" sistemine sahip bu tür şirketlere para kaptıran yatırımcıların kişilik özelliklerini, kendi anlayacakları şekilde yeniden anlatmaya karar verdik. Evrensel davranışsal finans teorileriyle değil de "yerel bilişsel sosyolojik" tanımlamaları kullanarak.

Lisanssız yatırım şirketine para kaptıran adamın 6 kişilik özelliği:

1- Ver malı ellere, vur popoyu yerlere!
Sahte yatırım şirketine para kaptıran cesur yatırımcı kardeşim, şimdi sana kendine güven hipotezinin yatırımcılar için ne kadar riskli olduğunu anlatacak değilim. Kendisine aşırı güvenen yatırımcıların yüksek riskleri korkusuzca alabildiklerinden bahsedecek hiç değilim. Zaten anlatsam da anlamazsın. Yatırımcının kendi bilgisine olan güveninin, yatırım performansının bir fonksiyonu olarak değişmesine yol açan “yanlı kendine atfetme” (biased self-attribution) teorisini ise direk es geçiyorum, kafan karışmasın. Senin kendine ve yatırım kararlarına olan aşırı güvenini, paralar buharlaştığında söylediğin "beni kandırdılar" sözünü de dikkate alırsak, tek bir teori açıklar. Yerel bilişsel sosyolojide bu teoriye "Ver malı ellere, vur popoyu yerlere" diyorlar. Demek istediğimi anlamışsındır herhalde.

2- İçtim kapuçinoyu, öptüm Al Pacino'yu!
Davranışsal finansın Kumarbazın Yanılgısı (gambler's fallacy) dediği bir düşünce hatası vardır. Yatırımcıların, bir olayın daha önce olduğu için yine olacağına inanmaya meyilli olduğunu söyler. Ama şimdi sana bunu anlatacak değilim. Hani demişsin ya, "Önce yüksek faiz ödediler, sonra bir daha ödeme yapmadılar" diye. Zaten anlayabilseydin, bu işte bir kumarbaz hatası olduğunu o zaman anlardın. O nedenle ben de şimdi sana uzun uzadıya bu teoriyi anlatacak değilim. Yerel bilişsel sosyolojide "İçir şarabı, götür Arabı" derler ya, biraz öyle oldun galiba. Azcık para kazanınca kafan kıyaklaştı ve serap görmeye başladın. İçtim kapuçinoyu, öptüm Al Pacino'yu teorisi bu konuyu nefis açıklar. Öğrenmeni tavsiye ederim; boşver Kumarbazın yanılgısını. Sen yanılacak adam mısın, Himmet Abe!

3- Evimin kadını olurdum edeple, evlenebilseydim Johnny Depp'le!
Hayalcilik senin temel davranış şeklin olmuş. O yüzden şimdi sana Kör Nokta Önyargısı (blind spot bias) denilen düşünce hatasını anlatacak değilim. Ortalamadan daha kötü araba kullandığını söyleyebilecek bir erkek olmadığı gibi, ortalamadan daha kötü yatırım kararı verdiğini söyleyecek de çıkmaz. Zaten Harvard'ta yapılan araştırmalarda da ortalamadan daha kötü olduğunu düşünen öğrenci çıkmamıştır. Öyleyse senin de hayal dünyasında yüzmen ve ortalamadan daha iyi karar verdiğini düşünmen normal. Çok şükür ki yerel bilişsel sosyoloji de senin bu yüce hayalperestliğini anlatan bir teori bulunuyor: Evimin kadını olurdum edeple, evlenebilseydim Johnny Depp'le.

4- Madem Türksün, göster ürksün!
Davranışsal finansın Teyit Yanılgısı (confirmation bias) dediği düşünce hatasının umurunda bile olmadığını biliyorum. Genellikle kararlarımızı, onları destekleyen inançlarımızı dikkate alarak verdiğimizi ve inanmadığımız kanıtları gerçekliklerini sorgulamadan çöpe attığımız gerçeğini taktığını da sanmam. Bir kere kafaya para kazanacağını ve kısa zamanda zengin olacağını koymuşsun. İnandığın tek gerçek bu olmuş. Şirketin lisansı olmadığı gerçeğini bile görmezden gelmişsin. Yerel bilişsel sosyolojide tam bu davranış şekline uygun bir teori var, belki onun faydası olur: Madem Türksün, göster ürksün!

5- Bahçıvansın biberin yok, "bilmemnesin" haberin yok!
Davranışsal finansın Demir Atma Etkisi (anchoring effect) dediği bir düşünme hatası vardır. Bir saati 100 liradan satarsanız talep görmeyebilir ama 400'den 200'e düşmüş gibi gösterirseniz talebi arttırırsınız. Bu teoriye göre bizim akıllı yatırımcımız, bilgi sahibi olmadığı konuda fikir yürüttüğünde, elindeki bilgiyi kıyaslama yapmak ve karar vermek için kullanır. Mesela bir şirket %20 getiri vaat ederken diğeri etmiyor mu? Çalışma lisansı olmasa da gider o şirkete yatırım yapar. "Parayı kazanır hemen sıvışırım, onlardan daha zekiyim, bana bir şey olmaz" düşüncesine kapılır. O nedenle anchoring effect hiç sana göre değil. Senin teorin yerel bilişsel sosyolojide yatıyor: Bahçıvansın biberin yok, "bilmemnesin" haberin yok!

6- Zzzt Erenköy!
Teorilerle canını çok sıktım biliyorum. "Ben bunları nereden bileyim, ekonomi mi okudum" diye sorduğunun farkındayım. Haksız da sayılmazsın aslında. "Be güzel kardeşim, adamlar yıllardır her platformda bağırıp duruyorlar, finansal okuryazarlık diye, niye bir kulak kabartayım demedin?" Bu soruya da "Hı!" yanıtını verdiğini duyar gibiyim. Ne diyeyim o zaman kardeşim, Zzzt Erenköy!

Bu teorileri öğrenmediğin sürece sonuç hiç değişmeyecek canım kardeşim. Evlilik vaadiyle kandırılan genç kız misali dolandırıcılara para kaptırmaya devam edeceksin. Yerel bilişsel sosyolojide dendiği gibi: Gayme over!

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Kişi başına gelir arttıkça mutsuzluğumuzun da arttığını gösteren 10 neden!

Küresel ekonominin en büyük derdi büyüme. Tüm ekonomi politikaları büyüme üzerine kurulu. Büyüme sağlanamadığı sürece dünyanın batacağı algısı yaratılıyor. Herkesin aç, işsiz ve evsiz kalacağı düşüncesi aşılanıyor. Hal böyle olunca büyüme ile yatıp büyüme ile kalkıyoruz.

Son yıllardaki en büyük gururumuz kişi başına düşen milli gelirimizi on bin doların üzerine çıkarmamız. Refahımızın arttığının en basit göstergesi bu rakam. Ne kadar artarsa o kadar mutlu olur, huzurlu yaşar ve gelecek için tasalanmadan yaşlanırız diye düşünüyoruz. Ne dersiniz, öyle mi?

Gelin bu sorunun yanıtını Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) verileri ile bulmaya çalışalım. Kurumun son on beş yıllık istatistiklerine göz atarak büyümenin bizi ne kadar mutlu, huzurlu ve refah dolu yaptığını görelim. Kişi başına düşen milli gelirdeki artışın kişileri nasıl etkilediğini yakından öğrenelim.

Kişi başına gelir arttıkça mutsuzluğumuzun da arttığını gösteren 10 neden:

1- İntihar eden kişi sayısı
2002 yılında intihar eden kişi sayısı 2.301 iken 2014 yılında bu rakam 3.065 kişiye yükselmiş. Bu yıllar arasında kişi başına milli gelir yaklaşık dört kat artmasına rağmen intihar eden sayısı düşmemiş, tam tersine %33 artmış. Demek ki artan gelir, ruh sağlığımızı kritik eşiklerde hayatımız lehine döndürememiş. Ya kardeşim, onu da mı devletten bekliyorsunuz?

2- Boşanma sayısı
Gelirimiz arttığına göre "şiddetli geçimsizliğin" azalması gerekir; ne de olsa her sorunun başı para. 2001 yılında, evlilik süresi bir yıldan az olan 4.358 kişi boşanmışken bu sayı 2014'te 4.727 olmuş. Bu yılar arasında kişisel gelir yaklaşık beş katına çıkmasına rağmen maalesef boşanma sayısı da %8 artış göstermiş. Ama bunlar yeni evlidir, aşk evliliği yapıp mantık evliliğini gözden kaçırmışlardır diyebilirsiniz. Öyleyse 20 yıldan uzun süre evli olanların boşanma sayısına bakalım. 2001 yılında bu sayı 12.902 iken 2014'te 20.575 olarak gerçekleşmiş. Yani 20 yıldan uzun zamandır evli olan çiftlerdeki boşanma oranı %60 artmış. Demek ki artan milli gelir evlilik kurumunu da olumsuz etkilemiş. Almanlar doğru söylemiş galiba; sen parayı bulunca ya arabayı ya da kadını değiştiriyorsun.

3- Evlilikten memnuniyet
Boşanmalardan sonra bir de evli olanların durumuna bakalım. 2003 yılında evliliğinden çok memnun olanlar %30 oranındaydı. 2012'ye gelindiğinde bu oran %21'e geriledi. Artan milli gelir evlilikten duyulan hoşnutsuzluğu da arttırmış görünüyor. Demek ki asıl mesele para değil!

4- İşten memnuniyet
2003 yılında çalıştığı işten çok memnun olanların oranı %9,15 iken 2012 yılında bu oran %7,75'e düşmüştür. Yani yaklaşık beş yüz bin kişi azalmıştır. Oysa milli gelir 3.383 dolardan 10.673 dolara yükselmişti, ne oldu? Artan milli gelir bizi işimizde hoşnutsuz kıldı. Senin elin işte gözün oynaşta valla!

5- Maaştan memnuniyet
2003 yılında çalıştığı işten aldığı ücretten çok memnun olanlar toplam işgücünün %2,35'ini oluşturuyordu. 2012'ye gelindiğinde bu oran %1,80'e geriledi. Hani kişi başına düşen gelir 4 katına çıkmıştı, bu memnuniyetsizlik de ne öyleyse? Toprak doyursun sizi!

6- Arkadaş ilişkilerinden memnuniyet
2003 yılında arkadaş ilişkilerinden çok memnun olanların oranı %15 iken 2012'de bu sayı %10'a gerilemiştir. Yani yaklaşık 4 milyon kişi, geliri dört katına çıkmasına rağmen arkadaşlarından nefret etmeye başlamıştır. Size de yaranılmıyor, haram olsun size o milli gelir!

7- Ev halkından memnuniyet
2003 yılında ailesiyle ilişkilerinden memnun olanların oranı %27 iken, 2011 yılında bu oran %15'e gerilemiştir. Yani on milyondan fazla insan artan geliriyle birlikte ailesiyle arasını bozmuştur. Kesin bunların sütü bozuk, yoksa kişi başına milli gelir on bin dolar olmuş, mutluluktan havaya uçmaları lazım.

8- Çocuk ölümleri
Büyüyen ve gelişen ülkelerde çocuk ölümlerinin azalması beklenir. 2002 yılında doğumda ölenler 13.125 iken 2014'te bu sayı 14.821'e çıkmıştır. Gerçekten üzücü. Aynı trajedi 1-4 yaş arasındaki çocuklarda da görülüyor. 2012 yılında ölenlerin sayısı 2.365 iken 2014'te bu rakam 2.938'e yükselmiş görülüyor. Yani artan milli gelir çocuk ve doğumdaki ölümleri maalesef azaltmamış.

9- İstanbul'a göç
2008 yılında İstanbul'a göç eden 374 bin kişi varken, bu sayı 2014 yılında 439 bine yükselmiş görünüyor. Yani kişi başına milli gelir arttıkça İstanbul'a göç hızlanıyor. Kişi başına gelir 50 bin dolar olursa hepimiz İstanbul'dayız demektir.

10- Genel mutluluk seviyesi
Genel olarak çok mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı 2003'te %12 iken 2012'de %8,5'e gerilemiş. Yani yaklaşık 3 milyon kişi daha mutsuzlar kervanına atılmış. Yazıklar olsun, parayı cebinize koyduk, daha ne yapalım?

Küresel ekonomiyi yönetenler büyüme ile beyinlerimizi yıkasalar da zenginleştikçe mutluluk değil mutsuzluğumuzun arttığını bu istatistikler fazlasıyla gösteriyor. Bunlar sadece ülkemizdeki veriler ama dünyadaki durum da bundan pek farklı değil. Merak edenler ekonomist R.Wilkinson'un "Su Terazisi" adlı kitabını okuyabilirler.

Artık büyümeyi bir kenara bırakıp insan yaşamının kalitesini gerçek anlamda daha ileriye nasıl götüreceğimizi düşünmeye başlamamız gerekiyor. Yoksa kişi başına milli gelir gibi kağıttan inşa ettiğimiz kuleler yıkıldığında altında ezilen bizler olacağız.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Evlilik programı sunanlara neden çok para ödeniyor?

Evlilik programlarını sunanların milyonlar kazandığı "acayip" bir ülkede yaşıyoruz. Birkaç yıl çalışarak Ronaldo'yu alabilecek kadar çok kazanıyorlar. Asgari ücretlinin beş yılda kazandığını bir günde alıyorlar. Üçüncü sınıf futbolculara, anaokulu sınıfı dizi oyuncularına ve menkıbeci gibi konuşan ağlak din tüccarlarına bu kadar çok para neden ödenir diye düşünürken bir de bunlar çıktı.

Programdaki asıl görevi çöpçatanlık olan sunucunun aşk, seks, ihanet, entrika, hırs ve kana susamışlıkla yoğrulan kitleyi idare edebilmesi kazancın temel nedeni gibi görünüyor. Ayda on bin lira kazanan asgari ücretli ve aylak sınıfı eğlendirmek için sunuculara aylık bir milyondan fazla para ödeyen bir ülkeyiz. Zengin-fakir ayırımı arttıkça cahil-bilgili ayırımı da artıyor herhalde. Bu programları izleyen "anneler, teyzeler, halalar"ın geleceğin nesillerini yetiştiriyor olmaları da ayrı bir mizah konusu. Ülkeyi yönetenlerin çıkar için "birbirinin önüne" yattıkları bir ortamda herkesin birbirine "atlamaya" çalıştığı programların rağbet görmesi mantıksız bir sonuç olmasa gerek. İşte, sorulması gereken asıl soru burada ortaya çıkıyor. Hiçbir pozitif yeteneği olmayan bu kadın sunucuların, normalde komşularla yaptığı günden gelecek paraları hesaplaması gerekirken milyonları hesaplıyor olmalarının sebebi nedir? Ya da daha farklı bir açıdan sorarsak, "Evin var mı, araban var mı, dul olmasın bekar olsun, çocuğun var mı, yane olmasa iyi olur" deyip duran tipleri saatlerce izleyen kitle nasıl bir düşünce sistemine sahip?

Bu sorular sorulduğunda ya da bu soruların yanıtının ne olduğunu kendimize sorduğumuzda iki yaklaşımın ağırlık kazandığını anlıyoruz. Bir kısım, aptallığı ihbar eden bir eleştiri anlayışı içinde ironik olarak konuya yaklaşıyor. Bu kadar yüksek ücret ödenmesi aptallık! Diğer kısım ise arz ve talep dengesini savunuyor. Talep varsa neden yüksek ücret ödenmesin? Fakat bu iki yanıt da doğru yanıtı vermiyor. Aslında bu soruların tek bir yanıtı var: Kuşku ekonomisi.

Kuşku ekonomisi kavramı, Michel Foucault'un Deliliğin Tarihi adlı baş yapıtında satır arasında tanımladığı bir kavram. Foucault'ya göre kuşku ekonomisi bir yanda deliliğin öte yanda hayalin olduğu bir dengesizlik durumu. Kişiler bir yandan delirmişçesine haz, rüya ve yanılsamalarının girdabında savrulurken, diğer yandan az da olsa duyduğu kuşku sayesinde delirmediğini düşünür. Arz ve talep teorisi gibi düşünürsek, kişi ne kadar az kuşku duyursa rüyalara ve hazza olan bağımlılığı o kadar artar ve bunun sonucunda deliliğe o kadar yaklaşır. Evlilik programlarını seyreden kitle için de bu dengesizlik aynen geçerlidir. Zihinlerindeki son kuşku damlaları onlara delirmediklerini söyledikçe haz ve rüyalarının peşinde savrulup giderler. Aslında bu durum herkesin kendini aldattığı bir komedidir. Hazza ve rüyaya akıldan daha yakın olanların yaşadığı toplu bir delilik hali. Kısaca kuşku ekonomisi.

Eleştiri yeteneğini kaybetmemişler için insanın çamurdan değil, alçıdan yapıldığı düşüncesini akla getiren bir durumdur evlilik programı çılgınlığı. Kapıldığı zavallılığı, sefaleti ve yokluğu anlayamamak, kişinin delirdiğinin tipik göstergeleridir aslında. Fakat kişinin az da olsa duyduğu kuşku ona deli olmadığını düşündürür. Oysa bu programları izleyenler için gerçek açıktır: Bu pespayeleşmiş zihninle, kör budalalığınla ve hazla yoğrulan vücudunla sen delirmişsin. Yani delisin.

Foucault'nun dediği gibi: Delilik gerçeği algılayamama değil, insanın kendi gerçeğini algılayamamasıdır.