31 Ağustos 2015 Pazartesi

Küresel Para Akışı Raporu_Haftalık (30.08.2015)

ABD Merkez Bankası yetkililerinin "konuştuğu", Çinli yetkililerin ise "yaptığı" bir haftayı geride bırakarak yeni bir haftaya başladık. Dünya piyasaları karışık yönlü hareketlerine uygun bir yol bulma telaşı içindeler. Para ise her zamanki gibi masanın üzerinde durmamaya devam ediyor.

Yerli yatırımcıların yön arayışı içinde oldukları geçtiğimiz hafta acaba yabancı yatırımcılar neler yaptılar? Küresel para trafiği nasıl işledi? Yatırım kararlarınıza yardımcı olması için geçtiğimiz haftaki küresel para akışına ana hatlarıyla yeniden bakalım.


Hedge fonlar Alibaba'daki hisselerini satarak küçük rakibi JD.com'dan hisse almaya başladılar. Dev internet şirketlerinin küçük rakiplerine duyulan ilginin arttığı görülüyor. Küçük rakiplerin ortak özellikleri ise devlerin sahip olduğu noksanlıklardan uzak olmaları; hisse başına karlarının yüksek olması, büyüme potansiyellerinin tatmin edici olması, stratejik planlarının cazip olması gibi. George Soros da Alibaba hissesi satıp JD.com hissesi alanlardan.

***

Bu yılın en popüler yatırım araçlarının başında Alternative ya da Hedged Mutual Fonlar geliyor. Geçen yıl 228 milyar $ olan pazar şu an 294 milyar $ hacmine ulaşmış durumda. Sabit getirili ya da hisse senedi portföyüne sahip kurumsal yatırımcılara hedge fonların klasik özellikleri (her iki yönlü pozisyon, kaldıraç, esneklik vs.) sunularak yeni bir yatırım enstrümanı oluşturulmuş. İngiltere merkezli Aberdeen Asset Management 500 milyon $ tutarında bir Alternative fonu başlattığını duyurdu. Avrupa'da yatırım yapacak fon, sabit getirili ve hisse senedi portföylerinin değer kayıplarından korunmak isteyenler için yeni bir liman. Bu fonlar hisse senedi kayıplarına karşı koruyucu olabilecek özellikler sunuyor. Yani bazı yatırımcılar artık düşüşleri pek önemsemiyor.

***

Legal (litigation) financing pazarı gelişmiş finansal piyasalarda hızla büyüyor. Model basitçe şöyle işliyor. Davalık olan bir şirketin tüm dava giderleri (doğmuş ve doğacak) üçüncü bir şirket tarafından karşılanıyor. Bunun içinde şirketin davayı kaybettiğinde ödeyeceği cezalar da var. Buna karşılık eğer davayı kazanırsa giderleri sağlayan şirket aslan payını alarak masadan kalkıyor. Finansal mühendislerin son icadı denilen bu model özellikle zordaki ya da iflas etme eşiğindeki şirketler için cazip bir model oluşturuyor. Yatırımcıların yatırım kararı verirken artık bu hususu da göz önünde tutmaları gerekiyor. Yani bir petrol şirketinin çevre kirliliği nedeniyle kaybedeceği planlanan davanın şirketin gelecekteki karlılığını düşüreceği şeklindeki bir yatırım kararı hatalı olabilir; eğer bu gideri finanse eden üçüncü bir şirket varsa. Şeffaflık eksikliği şu an sektörün en önemli sorunu.

***

Kaldıraçlı kredilere yatırım yapan fonlardan geçen hafta ABD'de 796 milyon $ çekildi. Çıkış miktarı önceki hafta 754 milyon $'dı. Şirket satın alımlarında kullanılan kaldıraçlı kredilerdeki çıkış bu şirketlerin karlılıklarında düşme endişesinden kaynaklanmış olabilir. Finans kuruluşlarının bu tür kredileri vermeye daha az istekli oldukları son dönemlerde hissedilen bir durum. Mezzanine finansın popülaritesinin düştüğü söylenebilir. Şirket satın alımı için kolay kredi bulmak pek kolay değil artık.

***

Hindistan'da hisse senedi piyasasından çıkan miktar 2008'den bu yana en yüksek seviyesi olan 2.5 milyar $'a ulaştı. Çin'le 42 milyar $ ticaret açığı olan ülkede Merkez Bankasının Eylül ayında faizleri düşüreceği beklentisi güçlenince Swap traderları pozisyonlarını arttırmaya başladılar. Forex yatırımcılarının Hindistan rupisine dikkat etmeleri gerekiyor.

***

ABD petrol stokları hızla son beş yıllık ortalamalarına yaklaşırken Hedge fonlar petrol kontratlarında uzun pozisyonlarını arttırmaya başladılar. Önümüzdeki birkaç ay içinde talepde güçlü bir artış beklenmemesi petrol fiyatlarındaki artışın önündeki en büyük engel. Yine de Hedge fonlar artıştan eminler.

***

320 milyar $ fon yöneten İsveç merkezli Nordea Asset Man. sürdürülebilir yatırımlara yönelik yeni bir fon kurdu. Areva, BAE Systems ve Boeing yatırımlarını çevresel faktörler nedeniyle geçen yıl durduran fonun şu anki hedefinde palmiye yağı üretimi bulunuyor. Sürdürülebilir yatırımlar giderek değerini arttırıyor.

***

Japonya'da geçtiğimiz haftanın en popüler ETF'si, hisse senedi piyasalarında yükselişe oynayan The Next Funda Nikkei 225 Leveraged Index fonu. 8.3 milyar $ ile üst limite ulaşan fon şu an için girişleri durdurmuş durumda. Index future'lara yatırım yapan fon indeksin iki katı getiri hedefliyor. Japonlar hisse senedi piyasasının yükselişinden emin gibiler.

***

Dünyanın en büyük üç pirinç ve kahve üreticinden olan OLAM, %20 hissesini Mitsubishi Corp'a satıyor. Nedeni oldukça basit. Artan dünya nüfüsu gıda üretimini giderek daha değerli kılıyor ve dolayısıyla gıda üreticilerini de.

***

Önümüzdeki 30 yıl içinde dünyanın en önemli sorunu su. Sektörün en önemli sosyal kuruluşu The Nature Conservancy su fonlarına yatırımı öneriyor. Şu an dünyada 20 su fonu var ve toplam yatırım miktarı 300 milyon $ seviyelerinde. Pazarın önümüzdeki yıllarda yüksek hızla büyümesi bekleniyor.

***

ABD'li TIAA-CREF adlı fon İsveç'in en büyük emeklilik fonu ile 4.6 milyar $'lık bir şirket kuruyor. Para Avrupa'daki iş yerlerine ve ofislere yatırılacak. Ana lokasyonlar İngiltere, Fransa ve Almanya. Türkiye henüz listede yer almasa da mega şehirlerdeki ofislerin fiyatlarında artış beklemek hata olmayacaktır.

***

Ülkelerin kendilerini korumak için kur savaşlarına yeniden başladığı bir haftayı geride bıraktık. Ama yapılan hamlelerin bir süre sonra geri tepeceğini de unutmamak gerekiyor herhalde. Mark Twain'in bir zamanlar dediği gibi: "Amerika'da kurtların, Avusturalya'da tavşanların ve Hindistan'da yılanların sayısını arttırmanın en iyi yolu kafataslarına ödül koymaktır. O zaman tüm vatanseverler bunları yetiştirmeye başlar."

İyi bir hafta dileklerimizle,



YASAL UYARI

BURADA YER ALAN YATIRIM BILGI, YORUM VE TAVSIYELER YATIRIM DANISMANLIGI KAPSAMINDA DEGILDIR. YATIRIM DANISMANLIGI HIZMETI; ARACI KURUMLAR, PORTFOY YONETIM SIRKETLERI, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR ILE MUSTERI ARASINDA IMZALANACAK YATIRIM DANISMANLIGI SOZLESMESI CERCEVESINDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSIYELER, YORUM VE TAVSIYEDE BULUNANLARIN KISISEL GORUSLERINE DAYANMAKTADIR. BU GORUSLER MALI DURUMUNUZ ILE RISK VE GETIRI TERCIHLERINIZE UYGUN OLMAYABILIR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BILGILERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERILMESI BEKLENTILERINIZE UYGUN SONUCLAR DOGURMAYABILIR.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Değişen yönetim şeklimizin 5 özelliği!

Yönetim şeklimizin değiştiği görüşü son dönemlerin popüler gündemlerinden. Birçok uzman tarafından da dile getiriliyor. Ama değişimin ne yönde olduğu konusu hala belirsiz. Değişen yönetim şeklimizin ne olduğu henüz tam olarak ortaya konulmuş değil. Herkesin anladığı bir şeyler var elbette ama değişen gerçekte ne?

Yönetim, düşünme ile başlayan bir aktivite olduğuna göre yönetim sistemindeki değişimin ne olduğunu anlamak için bakmamız gereken ilk yer hiç şüphesiz düşünce şeklidir. Düşünce şeklindeki değişimi anladığımız an yönetim şeklindeki değişimi de büyük ölçüde anlamış oluruz. Öyleyse gelin hep beraber ülkeyi yönetenlerin (ve hatta halkın) düşünce şeklini evrensel ölçütler doğrultusunda anlamaya çalışalım.

Değişen yönetim şeklinin 5 özelliği:

1- İnanç odaklı düşünme şekli
Küresel bir ankette katılımcılara şu soru yöneltilmiş: Gerçekten şeytan diye bir şey var mı? Bu soruya Malta'da %85 oranında evet yanıtı verilirken Letonya'da %9 oranında evet denmiş. Cevabın bu kadar farklı olmasının nedeni açıktı. Maltalılar dindar insanlarken Letonyalılar ateistti. Fakat araştırmacıların kafasını karıştıran başka bir şey vardı. Bu kadar basit bir soruya verilen yanıtlar nasıl bu kadar farklı olabiliyordu? Çünkü şeytanın varlığı gerçeklere dayandırılamayacak kadar uhrevi bir konuydu ve soru şeytana inanıyor musunuz şeklinde sorulmamıştı. Yani aslında verilmesi gereken yanıt her iki ülkede de (ortalama zeka insanlar için) %100 oranında "Bilmiyorum" olmalıydı. Ama maalesef soruyu her iki ülke vatandaşı da inandıkları şekilde algılamıştı.

İşte, inançlar düşünce şekline hakim olduğunda gerçekler anlamını yitirir. Tıpkı 11 Eylül sonrasındaki şu anket sonucundan geriye kalanlar gibi: 11 Eylül'ü Arap grupların yaptığı sizce doğru mu? Amerikalılar, %95 doğru; Endonezyalılar, %20 doğru.

Özetle, inanç odaklı düşünce sistemimiz vatandaştan yöneticiye güçlenmiştir.

2- Hata girişimciliği
Bugün Nobel Ekonomi Ödülüne aday gösterilmesi gereken ilk kişi D.Acemoğlu değil Edward Glaeser'dir bize göre. Hata Girişimcisi (entrepreneurs of error) deyimi son derece çarpıcı bir tanımlamadır. Glaeser'e göre bugün dünyadaki tüm önemli sorular (terörden ırkçılığa, dinden ayrımcılığa kadar) yanlış inançların ipe dizilmesiyle oluşturulmuştur. Amerikanın ne yaptığı ile ne olduğu arasında hiçbir bağlantı yoktur ama insanlar olduğuna inandırılmışlardır. Çünkü yöneticiler insanları öyle olduğuna inandırırlar. Politikacılar, aile, dini liderler ve basın Glaeser'in Hata Girişimciliği dediği inanca yönelik bilgi yayma kurumunun en güçlü merkezleridir. Bu merkezler, gerçeğin dağıtımıyla ilgilenmeleri gerekirken hatanın dağıtımını yapmaktadırlar.

İşte, ülkemizde aileden dini liderlere, politikacılardan medyaya değişen şey hata girişimciliğinin artmasıdır. Sosyal medyayla birlikte hemen herkes hata girişimcisi.

3- Bildiğinden daha fazlasını bilme
Son yılların en etkileyici devlet yönetimi çalışmalarından biri hiç şüphesiz Pennsylvania Üniversitesinden P.Tetlock'un araştırmasıdır. Ülke yönetimine odaklanan Tetlock, kamu yöneticileri, siyaset bilimciler, ulusal güvenlik uzmanları ve iktisatçılardan oluşan yaklaşık 300 uzmanın son yirmi yılda yaptıkları binlerce öngörüyü inceledi. Örneğin önümüzdeki 5 yıl içinde Suriye'de rejim değişecek mi ya da İtalya'da çoğunluk partisi gelecek seçimleri kazanabilecek mi gibi yüzlerce soru üzerinde uzmanların yaptığı tahminlere baktı ve tahminlerin ne ölçüde gerçekleştiklerini saptadı. Öngörüler büyük ölçüde başarısızdı. Ama Tetlock'u şaşırtan asıl şey bu değildi. Uzmanlarla yaptığı görüşmelerde son derece kaygı verici başka bir şey buldu: %96'sı doktora derecesine sahip olan uzmanlar bildiklerinden daha fazlasını bildiklerine inanıyorlardı.

İşte, bugün ülkemizdeki uzmanların da temel sorunu budur: Doğru olduğunu bilmedikleri bir konuda bile savundukları düşüncenin doğru olduğu hususunda sarsılmaz bir inanca sahip olmak.

4- Ultracrepidarianism
Telaffuzu zor bu sözcük hakkında internet üzerinde bir araştırma yaptığımızda, bir popüler sözlük yazarı haricinde kullananını görmedik. Dogmatizmin özel bir yan dalı kabul edebileceğimiz bu sözcüğün anlamı, ülkenin yönetim değişikliğinin de temelini oluşturuyor.

Sözcüğün türetildiği hikaye kısaca şöyle: Antik Yunanlı ressam Apelles, tablosunu eleştiren ayakkabıcıya şöyle der: Ayakkabıcı, sandaletten yukarı çıkma! Yani aslında demek istediği şudur: İnsanlar sadece bilgi sahibi oldukları konuda yorum ya da sistematik eleştiri yapabilirler; her konuda değil.

En sade vatandaştan en tepedeki yöneticiye kadar değişen yönetim şeklimizin temelini bu sözcüğün oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendi bilgi ve uzmanlık alanı dışındaki konularda fikir ve tavsiye verme alışkanlığı patolojik bir durum almış. Ultracrepidarianism artık yeni yönetim şeklimiz.

5- Ahlaki pusula
Herkes, vicdanı ile oluşturduğu bir ahlak anlayışına sahiptir. Bu oldukça doğal bir durumdur. Bazılarında daha güçlü bazılarında ise daha zayıf olabilir. Doğru ile yanlışın arasındaki farkı algılamayanımız yoktur herhalde. Ama iş problem çözmeye geldiğinde ya da ülke yönetmeye, yapmanız gereken ilk şey ahlaki pusulayı bir kenara koymaktır. Neden mi?

Mesela kürtaj konusuna mı eğiliyorsunuz; belli bir konunun ahlaki doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine takılıp kalırsanız, konunun esasını kaçırırsınız. Ahlaki pusulanız, öyle olmadığı halde tüm cevapların açık seçik ortada olduğuna, doğru ve yanlış arasında net bir çizgi bulunduğuna ve en kötüsü de bu konu hakkında bilinmesi gereken her şeyi bildiğinize sizi inandırır. Siz de doğal olarak daha fazlasını öğrenmek için çaba sarf etmezsiniz.

Gemiciler de yıllarca pusulaya güvendiler. Ama kemerlerindeki metal tokanın pusulayı bozduğunu yüzyıllar sonra fark ettiler. Bakalım biz ne zaman fark edeceğiz?

20 Ağustos 2015 Perşembe

Doların yükselişinin ardındaki 5 zırvalık!

Dolardaki yükseliş tedirgin edici seviyelerde. Endişeler giderek artıyor. Paramızdaki yüksek değer kaybı birçoklarına göre büyük bir ekonomik başarısızlık. Fakat ülkeyi yönetenler pek de öyle düşünmüyorlar.

Ekonomiyi ve politikayı yönetenlerin açıklamalarına baktığımızda önemli bir durum olmadığı anlaşılıyor. Siyasetçiler, birbirlerine benzeyen yorumlarıyla yaşanan çöküşü önemsiz gösterme eğilimindeler. Ekonomiyi yönetenlerin bilgilerine riayet etmek gerekiyor tabi ki. Sonuçta işin mutfağında olan onlar. Peki ama yöneticilerimiz aslında ne demek istiyorlar?

Ekonomiyi yönetenlerin açıklamaları doların yükselişinin ardındaki tek gerçeği açıkça ortaya koyuyor aslında. Doların neden yükseldiğini öğrenmek istiyorsanız işte size kanıtı:

Doların yükselişinin ardındaki 5 neden:

1- Nefrete dayalı argüman (Argumentum ad odium)
Doların yükselmeye başladığı günlerde yapılan ilk açıklamalardan biri şöyleydi: "Dolara aşırı derecede yatırım yapanlar, yaya kalabilirler."

Dolara yatırım yapanları "yaya kalmak" gibi fena bir sözcükle eleştiren bu düşünce şekline nefrete dayalı argüman deniyor. Kişi, mevcut kin ve nefret hislerini kullanarak topluluğun anlayışını sömürmeye çalışıyor. Daha önce faizden kazanç elde eden yatırımcılara duyulan nefretin "faiz lobisi" olarak tanımlanmasında da aynı düşünce şekli hakimdir.

Nefrete dayalı argümanın başarılı olmadığı ortadadır. Dolara yatırım yapanlar, açıklamanın yapıldığı günden bugüne, bırakın yaya kalmayı Ferrari'yle gidecek seviyeye geldiler.

2- Kanıtlanamayan önerme
Doların yükselişi sonrası bir diğer yetkilinin açıklaması şöyle: "3 lira rekabetçi seviye."

Bir kişi için apaçık ortada olan bir şeyin diğerleri için de öyle olması gerekmez mi? Bizim mahalledeki "cinci hoca" komşunun kafasında uçuşan ışıkları gün gibi görebiliyorsa, en azından birkaç kişinin daha görmesi gerekmez mi? İşte, açıklamanın temeli kanıtlanamayan bir önermeye dayanmaktadır ki, sorgulanması ve kanıtlanması mümkün gözükmemektedir.

Madem rekabetçi seviye ihracatın artması gerekmez mi, neden artmıyor öyleyse?

3- Yokluk kanıt olduğunda
Dolardaki artışla ilgili bir diğer yetkili açıklaması: "Kaygılandırıcı bir durum yok."

Yunanlılar ve Mısırlılar arasındaki arkeoloji kavgasını mutlaka duymuşsunuzdur. Yunanlı arkeolog şöyle der: "Korint'teki kazıda şehrin altında bakır kablolar bulduk. Bu, MÖ 6.yüzyılda telefona sahip olduğumuzu kanıtlar." Mısırlı arkeolog hemen cevap verir: "Biz de Gize'deki piramidin altını kazdık ve hiçbir kabloya rastlamadık. Bu da onların çoktan kablosuz bağlantıya geçmiş olduklarının kanıtıdır."

Yokluk kanıt olduğunda sonuç tam olarak bu fıkradaki gibidir. Dolarda kaygılandırıcı bir durum yok, çünkü deprem de olmadı, uçak da düşmedi, tsunami de oluşmadı.

4- Asıl meselenin göz ardı edilmesi (Ignoratio elenchi)
Bir diğer açıklama şu şekilde: "Piyasa dengesini bulacaktır."

Asıl meseleyi göz ardı ederek konunun özünü bilerek kaçırmak ve kişisel düşünce üzerinden haklılık elde etmeyi amaçlayan bir düşünce şekli. Bilmezlikten gelme hali ile konuyu değiştirmek.

Piyasa dengesi ekonominin varsayımsal kavramlarından biri. Arz miktarının talep miktarına eşitlendiği durumu ifade ediyor. Gerçek hayat ekonomisi içinde yer etmeyen son derece sanal bir ekonomik ifade. Peki ama bu kadar ciddi bir durumda nasıl bu kadar varsayımsal bir açıklama getirilebiliyor?

Aslında halkı aydınlatmak adına şu açıklamalar da pekala yapılabilirmiş: "Say yasasına göre sorun yok, her mal kendi talebini yaratır... Diğer değişkenler sabit kaldığı sürece, doların yükselişi dengeye ulaşacaktır... Dolar arttıkça marjinal faydanın azaldığını görmüyor musunuz?.."

5- Bilgisizliğe dayalı argüman (Argumentum ad ignorantiam)
Başka bir yöneticimiz ise son noktayı koyuyor: "Dolardaki artış kamuyu ve hane halkını etkilemiyor."

Orta çağ adamları, "Dünyanın güneşin etrafında döndüğüne dair hiçbir delil göremiyorum, öyleyse dönmüyor demektir," diye düşünüyorlardı. Yani bir şeyin doğru olduğunu bilmiyorsak yanlıştır demektir.

Açıklamada da yapılan bundan başka bir şey değildir. Yetkili kamu ve hane halkının etkilendiği yönünde bir kanıt bulamamış demek ki, etkilenmediğini açıkça söyleyebiliyor. Ama açıklama yeterli değil. Şunlar da pekala söylenebilirdi: "Dolardaki artıştan peygamber develeri etkilenmeyecek... Orangutanlar, dostlarının kafasından sinek ayıklamaya devam edecekler... Çeçe sinekleri Belgrad Ormanlarında istedikleri gibi dolaşabilecekler..."

Yöneticilerin bu beş düşünce şeklini yan yana getirdiğinizde doların yükselişinin ardındaki gerçeğe rahatlıkla ulaşırsınız: Zırvalıklarla yönetilen ekonomi!

19 Ağustos 2015 Çarşamba

"IMF'ye borcu kapattık" fenomeni!

Bilgi kirliliği ekonominin her alanını kaplamış durumda. Haberler, yorumlar, açıklamalar ve hatta resmi bilgiler yüksek oranda dezenformasyon içerir oldu. Vatandaşın bu asitlenmiş bilgi yağmurunda sağlıklı yorum yapabilmesi gerçekten çok zor.

Ekonomiyi ve politikayı yönetenlerin sistematik bilgi kirliliklerinden biri de IMF'ye olan borcun ödenmesi hadisesi. Neredeyse yurtta ve dünyada milli bayram gibi kutlandı. Politikacılar hala bu başarıyı malzeme olarak kullanmaya devam ediyorlar. IMF'ye olan borcun kapanması ekonomik bir fenomene dönüşmüş durumda. Birçokları ise şöyle düşünüyor: Peki ama yıllardır pençesinde kıvrandığımız IMF'ye borçları bitirmenin nesi fena? Bu illetten kurtulmak önemli bir başarı sayılmaz mı? Ayrıntılı yanıta geçmeden direk sonucu verelim: Hayır. Böyle bir başarı Afrika'nın kırsal bir kabilesinde çuvalına patatesleri koyarken birini düşüren bir köylüye dünyanın göstereceği önem derecesinde önemlidir, daha fazla değil. Neden mi?

IMF'ye şu an kimlerin borcu var diye bir bakalım isterseniz. Böylece kimlerin başarısız, kimlerin başarılı olduğunu daha yakından görürüz. (Tüm rakamlar IMF'nin güncel verilerinden alınmıştır.)

Avrupa kıtasından IMF'ye borcu olan ülkeler ve borçlu oldukları tutarlar şöyle:
Yunanistan, 15.2 milyar $
Ukrayna, 6.7 milyar $
Kıbrıs, 594 milyon $
Romanya, 288 milyon $
Kosova, 108 milyon $
Sırbistan, 35 milyon $

Bu rakamları kısaca özetlemek gerekirse, Avrupa Birliğinin milli enkazı Yunanistan ve Kıbrıs ile Rusya'nın milli enkazı Ukrayna'yı biraz hariç tutarsak geri kalan ülkelerin IMF'ye olan borçları birkaç futbolcu satarak rahatlıkla ödenebilecek seviyede. IMF'ye borcu olan Avrupa'dan sadece 6 ülke var ki, bunların üçü zaten batık olan ülkeler. Diğerleri ise muhtemelen IMF'ye olan "overdraft" hesaplarını kapamayı unutmuşlar.

Şimdi de Asya ülkelerinin IMF'ye borçlarına bakalım.
Pakistan, 2.9 milyar $
Ürdün, 1.1 milyar $
Bangladeş, 480 milyon $
Ermenistan, 152 milyon $
Yemen, 144 milyon $
Gürcistan, 80 milyon $

Rakamları kısaca yorumlamak gerekirse, Asya kıtasından kaotik Pakistan dışında önemli bir borç görünmüyor. Koskoca kıtadan topu topu 6 ülkenin IMF'ye borcunun kaldığını anlıyoruz.

Afrika, Amerika ve diğer kıtalardan IMF'ye borcu kalan ise 21 ülke var. Bunlardan IMF'ye borcu en yüksek olan ülkeler şunlar:
Tunus, 788 milyon $
Fildişi, 748 milyon $
Kenya, 630 milyon $
Gana, 475 milyon $
Burkina Faso, 152 milyon $
Sierra Leone, 149 milyon $
Gine, 143 milyon $

Bu 21 ülkeden en yüksek borcu olan 7'sinde borç miktarı 1 milyar doların bile çok çok altında. Geri kalanların ise on milyon dolarlarla ölçülen borçlanmaları var.

Şimdi bu tabloyu yeniden yorumlayalım. Dünyada IMF'ye borç diye bir kavram kalmamış artık. Birkaç batık ülke haricinde hiçbir ülkenin IMF'ye elle tutulur bir borcu yok. Muhtemelen hesapları açık kalsın diye kalan küçük borçlarını ödemiyorlar. Yoksa başka bir şey değil.

Özetle, zaman zaman ekonomi tarihimizin en büyük başarısı diye paketlenen IMF'ye olan borcun kapatılması hadisesi zamanın ruhundan başka bir şey değildir. IMF'ye borç için ihtiyaç kalmamıştır. Para piyasaları herkese istediği kadar borç verebilmektedir artık. Yoksa on yılda 100 milyar dolarlardan 400 milyar dolarlara çıkan dış borç başka nasıl açıklanabilir ki?.. O nedenle IMF'ye olan borcun kapatılması diye bir başarı olmadığı ortadadır. IMF'ye borcu olanlar içinde batık ülkeleri çıkardığımızda haritada yerini bulabileceğimiz tek bir ülke bile yoktur. Zaten onların borcu da birkaç futbolcu satarak kapatabilecekleri kadardır. Yani başarı denilen şey aslında dezenformasyondan başka bir şey değildir.

13 Ağustos 2015 Perşembe

"Cehape zihniyeti" fenomeni nedir, ne işe yarar?

Politik dilin en önemli kavramlarından biri "cehape zihniyeti". Gündelik ve politik dilde o kadar sık kullanılıyor ki artık bir fenomen haline dönüştü. Popüler sözlüklere göre ülkedeki tüm kötülüklerin anası olarak tanımlanıyor ve ülkeyi bu zihniyetten kurtaran büyük bir kurtarıcının varlığına vurgu yapılıyor. Mücadelenin "iyiler" ve "kötüler" arasında hala sürdüğü de ekleniyor. Aslında amacımız cehape zihniyetinin ne olduğunu tanımlamak değil. Hiç şüphesiz bu iş siyaset bilimcilere düşüyor. Bizim amacımız sosyo-ekonomik bir kavram haline dönüşen cehape zihniyeti fenomeninin nasıl yaratıldığını ve hangi amaca hizmet ettiğini ortaya çıkarmak.

Cehape zihniyeti kavramının popüler sözlüklerde ilk kez tanımlanması 2008 yılına uzanıyor. Ondan sonra da etkili bir fenomen haline dönüşüyor. Kavramın kullanılış şekli genellikle tüm konuşmaların bir yerine kavramı ekleyerek rakibi aşağılayıcı sözcükler kullanmak olarak gerçekleşiyor. Alakalı alakasız her konu bu kavramla noktalanıyor. Fenomen haline dönüştüğüne göre başarı ortada. Eğer siz de bu tür bir fenomen yaratmak istiyorsanız aşağıdaki adımları takip etmeniz yeterli olacaktır. Bilişsel sosyoloji, sosyal psikoloji ve felsefe disiplinleri ekseninde oluşturulan bu kılavuz size %100 başarı öneriyor. Çünkü her şey tamamen bilimsel.

Cehape zihniyeti fenomeni nedir, ne işe yarar?

1- Korkuluk argümanı (Straw man argument)
İşe bir korkuluk bularak ya da icat ederek başlamalısınız. Yapacağınız korkuluk, rakiplerinize aslında sahip olmadıkları bir görüşü atfetmek ve sonra da bu görüşü yüzünden onlara rahatlıkla saldırmaya yarayacak. Çünkü başarısızlıklara, yanlış kararlara, hatalı işlere ya da işe yaramayan politikalara saldırmak bir korkuluğu saldırmaktan daha zordur; bilgi, düşünce, anlayış ve ince zeka gerektirir. Örneğimizde korkuluk cehape zihniyeti oluyor. Biraz düşününce siz de kendi korkuluğunuzu yaratabilirsiniz: Rahibe Teresa zihniyeti, İttihat ve Terakki zihniyeti veya cahil aydın snobizmi gibi.

2- Tekrarlama etkisi
Korkuluğu yarattıysanız şimdi sıra geldi ikinci aşama olan korkuluğa hayat vermeye. Romalı General Cato tüm konuşmalarını "Ceterum censeo Carthaginem esse delendam" diyerek bitirirmiş. Yani, Kartaca'nın yıkılması gerektiği kanısındayım. Konunun Kartacayla hiçbir ilgisi olmasa da Cato bu sözü söylermiş. Israrla ifade ettiği için midir bilinmez, Kartaca bir gün gerçekten yıkılır.

Bugün sosyal psikoloji bilimi bir sözü ne kadar fazla tekrarlarsanız inanan sayısının da o kadar arttığını ispat etmiştir. Bir kişinin bir fikri üç kez tekrarladığında topluluğun %90'ını etkilediği belirlenmiştir.

3- Azınlık etkisi
Korkuluğumuz işlemeye başladı diyebiliriz artık. İstediğimiz gibi dövüyoruz ve sesi çıkmıyor. Fakat sadece bizim dövmemiz bazılarına yeterli gelmiyor olacak ki hala yeterli inandırıcılığa sahip değiliz. Öyleyse korkuluğu dövecek başkalarına da ihtiyacımız var.

Michigan Üniversitesinden Psikolog K.Weaver yaptığı deneysel araştırmalarda bağıran ve sürekli aynı şeyi söyleyen kişinin sonunda üstünlük elde ettiğini ortaya koymuş. Aynı fikri savunduğu sürece de bir grubun fikrini temsil etmek için üç kişinin yeterli olduğunu belirlemiştir.

Demek ki kendimiz dışında iki kişi daha bulmamız ve onları da korkuluğa saldırtmamız gerekiyor. O da kolay!

4- Sürü psikolojisi
Korkuluğu dövecek üç kişilik kadroyu kurduktan sonra artık bize inanacak geniş bir kitleye ihtiyacımız var. Bu saçmalığa kim inanır demeyin, işin en kolay kısmı burası. Çünkü kitle denilen kalabalık başkasını taklit etmenin baştan çıkarıcılığına yenik düşmüş kişilerden oluşur. Yeni ve doğru yollardan gitmektense daha önce gidilen yolu izlemeyi tercih eder. Amerikalı Psikolog S.Asch bunu 1951'de ortaya çıkarmıştı. İnsanlar doğru olduklarından emin oldukları yanıtlarda bile kalabalığı taklit ederek yanlış cevaplar verebilmişlerdir.

Bu aptallığın nereden kaynaklandığını öğrenmek isteyen Sosyo-psikologlar, sürü psikolojisine uyan kişilerden şu yanıtları almışlardır: Emin olamadım... Kendinden emin görünüyordu, o nedenle ona katıldım... Çoğunluğa karşı gelmekten korktum... Ters bir fikirle grupta çıkıntı yapmak istemedim... Fikrin doğru olduğuna inanasım geldi...

Nasıl ama, sanki halkımız konuşuyor değil mi? O nedenle işin en kolay kısmı burası.

5- Teyit yanılgısı (Confirmation bias)
Kitleyi de bulduk ama hala endişeliyiz, ya fikirlerini değiştirirlerse? Sen hiç canını sıkma, teyit yanılgısı seni rahatlatmak için var. Edindiğimiz fikirleri büsbütün doğrulanmış kabul ettiğimizden, aykırı her türlü düşünceyi eleriz. Maalesef insan beyni böyle çalışıyor. Koşullar değişmiş olsa bile fikirleri değiştirme yeteneğimiz zamanla kayboluyor. İnsanoğlu kendini sürekli kandırmaktan koruyamayacak bir zavallılık içindedir. Belki de en zayıf tarafı burası.

Artık fenomenimiz hazır.

Görüldüğü üzere cehape zihniyeti gibi fenomenler bir kere yaratıldılar mı kolay kolay yok edilemezler. Bu tür fenomenlerin tek düşmanı bilgidir. O da kitlenin sahip olamayacağı bir şey olduğu için korkulukların yok edilmesi çok zordur.

Amerikalı filozof H.Frankfurt'un "Boktanlık Üzerine" adlı başyapıtında belirttiği gibi; palavra yalandan çok daha sinsidir.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Ekonomi kanallarında yorum yapması gereken 5 yorumcu!

Televizyonlardaki ekonomi yorumcuları giderek toplumdan soyutlanan bir yorum tarzı yarattılar. Anlatılanlardan insanların bir şey anlamadığı açık ama yine de bu bol retorikli tarzı sürdürmeye istekliler. İnsanların büyük bölümü artık bu tür yorumlara pek aldırış etmiyor. Yorumları faydalı bulduğunu düşünenler ise aşırı iyimserler. Çünkü bu yorumların somut yatırım kararlarına girdi yapılması oldukça güç. Görelilik en son safhada; tıpkı şu fıkrada olduğu gibi:

Adam dua etmektedir. "Tanrım," der, "bir soru sorabilir miyim?"
"Tamam," der Tanrı. "Sor bakalım."
"Tanrım, senin için bir milyon yıl bir saniyedir diyorlar, doğru mu?"
"Evet, doğru."
"Peki, bir milyon dolar senin için nedir?"
"Benim için bir milyon dolar bir senttir evladım."
"A, iyi, o zaman bana bir sent verebilir misin?"
"Tabi, evladım, bir saniye beklersen..."

Fıkradaki kadar yüksek görelilik yorumların kullanım değerini oldukça düşürüyor. Ekonomi yorumculuğunu faydasızlaştıran retorik çılgınlığı insanları başka arayışlara yöneltmiş durumda. Ekonomi kanallarının aldığı ratingin çok daha fazlasına sahip analist ve yorumcular sosyal medyadan bu boşluğu doldurmaya başlamışlar bile. Artık birçok kişi haberlerin yatırım kararlarına etkisini bu analistlerin yorumları ile anlamlandırıyor. Son derece başarılı olan birkaçı diğerlerinden ayrılmış görünüyor. Sosyal medya üzerinden hem finansal okuryazarlık eğitimi veriyorlar hem de ekonomi yorumculuğu yapıyorlar. Gerçekçi, dürüst ve açık sözlüler. Çıkar gözetmeden ve tarafsızlıkla her konuyu yorumluyorlar. Ekonomi kanallarında bu tür yorumcular olsa kanalların ratingi bir anda zıplayabilir. İnovasyon yeteneği gelişmemiş ekonomi televizyonculuğumuz ise henüz bu insanları fark etmiş görünmüyor. Belki bir gün fark eder.

Siz de ekonomi kanallarındaki yorumculardan sıkıldıysanız, bu yorumcuları şimdilik sosyal medyadan izleyerek yatırım kararlarınıza yön verebilirsiniz. İleride belki televizyondan da... Yaptıkları yorumlarla öne çıkan beş yorumcuyu sizler için listeledik.

Ekonomi kanallarında yorum yapması gereken 5 yorumcu:

1- Halil Buhur (@Halil_Buhur)
Bu liste öncelik sıralaması gözetilerek hazırlanmamış olsa da Halil Buhur'un en tepeye konması yatırım etiği açısından da doğru bir karar olacaktır. Uzun vadeli yatırım anlayışının yıllardır bıkmadan savunuculuğunu yaparak insanları spekülatif gelgitlerden uzak tutmaya çalışan gerçek bir yatırımcı dostu. Küçük yatırımcıların bin bir güçlükle biriktirdikleri tasarruflarını en doğru şekilde değerlendirmeleri için gerçekçilikten ödün vermeyen biri. Günlük gelişmeleri uzun vadeli değer yatırımcılığı açısından yorumlayan bir yorumcu. "Kendimi borsacı sanarak dokuz yılımı boşa geçirdim," diyerek çıktığı yolda saygıyı fazlasıyla hak ediyor. Gelişmiş bir finansal piyasada bu kadar saygıdeğer biri çoktan zengin olurdu ama bizde durum biraz farklı. Yıllardır finansal okuryazarlığa milyonlar harcayan kuruluşlar binlerce kişiye yatırımın gerçek anlamını öğreten bu yorumcuya bırakın teşekkür etmeyi, acaba farkına varmışlar mıdır?

2- HAKANPAŞA (@_HAKANPASA_)
Yüksek bir entellektüellik ve geniş bir vizyonel bakış açısıyla yaptığı yorumlarla trade eden yatırımcılara analitik değerlendirmeler sunan başarılı bir yorumcu. Hiçbir yatırım uzmanının cesaret edemeyeciği bir bakış açısıyla yarattığı sıfır kayıplı yatırım anlayışı ile ilerici bir finans zekasına sahip. Dürüst ve hatalarından ders alarak daha doğru yorum yapmanın peşinde tutkulu bir yorumcu.

3- Levent Doğan (@PusulaFX)
Matematik lisansı olan bir Fizik öğretmeni. Teknik analizi ondan daha yaratıcı yorumlayabilecek bir yorumcu bulmak zor olsa gerek. Herkesin baktığından veya gördüğünden para kazanılmayacağını açıkça söylüyor. TV'deki finans programlarını seyrederek para kazanmanın zor olduğunu her fırsatta vurguluyor. Şu sözleri gerçeği açıklıkla ortaya koyuyor zaten: "TV kanallarına çıkan insanların çoğu kurumda çalışıyor ve o işten ekmek yiyorlar. Adam a diyor ama alt benliğinde z var. Z doğru olan ama adam a diyor ısrarla ve bu insanlar öyle bir prim yapmışlar ki, küçük yatırımcı dikkate alıyor ve terste kalıyor sürekli. İşini iyi yapanlar genelde üniversite hocaları. Kurumda çalışanlar maalesef bu para piyasasında insanların algısını yanlış yönlendiriyorlar. Küçük yatırımcı bu yüzden TV'de finans kanallarını ve ana haber bültenlerini izlememeli." Bir yorum daha ne kadar açık olabilir?

4- Emrah Korhan (@fxpapillon)
Yüksek mühendis ve çarpıcı bir yorumcu. Bilinen analiz sistemlerini tek bir potada eriterek bugünü anlamaya yoğunlaşan bir analiz sistemi yaratan emsalsiz yorumculardan. Rakamlar, istatistikler ve olayların aslında neyi anlatmak istediğini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor ve üstelik bunu en alt seviyedeki yatırımcının bile anlayacağı şekilde yapıyor. Kendi yatırım kuralları, kendi analiz kuralları ve kendi yorumculuk retoriğini yaratmış ender yorumculardan. Geleceğin en parlak yorumcularından biri.

5- Erol Kutlu (@kutero1)
Sunduğu grafikler ve grafikleri yorumlama tarzı ile en fazla referans alınan yorumculardan biri. İlkeli, eğitici ve yönlendirici. Günlük ve anlık yatırım kararlarında takip edilebilecek başarılı bir yorumcu. Piyasaları her an doğru yorumlama üzerine güçlü bir algıya sahip. Entellektüellik düzeyi yüksek bir gelişmiş piyasada her yorumu haber olabilecek biri. Piyasa boşluklarını, çelişkilerini ve düzensizlikleri önceden gözlemleyerek yatırımcıyı uyaran birkaç yorumcudan biri.

Ekonomi yayıncılığımız aynı yorumcuları bıkmadan usanmadan yatırımcıya servis etmeye devam ediyor. Ama aslında yorum yapması gereken gerçek yorumcular yukarıda saydıklarımız. Umarız bu üçüncü sınıf operadan kısa sürede kurtulur ve gerçek ekonomi yorumcularını dinlemeye başlarız.

11 Ağustos 2015 Salı

Finans dünyasının 8 sinsi vebası!

Finans dünyası giderek insanı daha fazla insandışılaştırıyor. Birçokları ise yaşadıkları çöküşün farkında değiller. Düşünce sistemlerinin normal, psikolojik dengelerinin yerinde ve bilişsel yapılarının sağlıklı olduğunu düşünüyorlar. Ama büyük bir yanılgı içindeler.

Eğer siz de bir finans sektörü çalışanıysanız ya da kurumsal hayatın bir yerlerinde iseniz, aşağıdaki rehber kendinizi tanımanız için faydalı olabilir. Ne kadar dengeli bir bünyeye sahip olduğunuzu test edebilirsiniz.

Finansçıların fark etmedikleri 8 sendrom:

1- Gülümseme maskesi sendromu
Müşteriye gülümsemeyi fazla abartan finans sektörü çalışanlarının hostes ve pop şarkıcılarından aldıkları sahte gülümseme bağımlılığı depresyona neden oluyor. Osaka Üniversitesinden Makoto Natsume'nin bulguları bu yönde. Gülümseme maskesi sendromu denilen bu durum tam da finans sektörüne özel bir hastalık gibi duruyor. Sürekli sırıtan finans sektörü işi artık abartmış durumda. Müşteri küfür etse de gülüyor, ayıplasa da, kınasa da...

2- Impostor sendromu
Finans sektörü sınav, sertifika, mülakat ve performans gibi kriterlere iyice bağlanmış durumda. Sertifikan yoksa, sınavı geçemediysen, mülakatı beceremediysen işe alınman çok zor. Başaramadıysan aptalsın demektir! Öyle mi?.. 1978'te psikologlar P.Clance ve S.Imes mükemmeli arama çabasının insanlarda Impostor sendromu adını verdikleri bir rahatsızlığa neden olduğunu saptadılar. Yüksek hedefler, en iyisi olma isteği ve mükemmellik arayışı insanı sürekli aşağıya inen bir sarmalın içine sokuyor. Bu sendroma yakalananlar bunu sezemiyor ve hala çorbada saç aramaya devam ediyorlar. Başarılı olduklarında bile başarılarını tesadüflere bağlıyorlar. Kısaca özetlemek gerekirse, aşırı abartılmış yetkinlik düşüncesi, başarıya yönelik karmaşık bir düşünce sistemi ve olumsuz eleştirilerden duyulan büyük korku kişiyi mahvediyor.

3- Spot ışığı sendromu
Finansçılar yaptıkları her küçük hatada bile derinden üzüntü duyarlar. Çevredekilerin onları izlediğini ve bilinçli olarak hatalarını fark ettiğini düşünürler. Oysa gerçek hiç de böyle değildir: Sahne ışıkları altında role o kadar çok odaklanılmıştır ki, hayatın önemli bir ayrıntısı gözden kaçırılmıştır; başkaları bu ayrıntılara önem vermez. Cornell Üniversitesinden T.Gilovich'in spot ışığı teorisine göre eylemlerimizin başkaları üzerinde bıraktığı etkiyi fazla büyütüyoruz.

4- Lucifer etkisi
Psikolojinin en önemli efsanesi P.Zimbardo'nun "Şeytan Etkisi" adlı kitabında ayrıntılarıyla anlattığı sendromdur. Normalleştirilen kurumsal düşünce şeklinin nasıl bir anormalliğe dönüştüğünü insan ruhunun kötü niyetli defolarıyla ortaya koyan bu efsane deney finansçının da kaderidir. Hepimizin içinde olan gizli kötülüğün ortaya çıkıp çıkmaması sadece bize verilen güce bağlıdır. Hayatı boyunca dürüst olan bir insanı vahşetten korkmayan soğukkanlı bir katile dönüştürmenin ne kadar kolay olduğunu tarih defalarca göstermiştir. Şimdilerde bunu insanların parasına gözünü dikmiş, patronuna kar yaratmak ve işinde yükselmek isteyen finansçılar yapmaktadır.

5- Evden işe, işten eve sendromu
İş bitti, hadi hemen eve gidelim diye düşünüyorsan yanılıyorsun. İşten eve, evden işe gitmek hasta ediyor. Ama trafik ya da egzoz gazından değil. Sussex Üniversitesinden D.Lewis, insanların evden işe, işten eve giderken yaşadıkları stres düzeyinin savaş pilotlarıyla aynı olduğunu ve birçoğu yaşadıkları gerginlik yüzünden gittikleri yolun büyük kısmını hatırlamadıklarını fark etti. Evden işe, işten eve amnezisi denilen bu rahatsızlığa göre her gün bir buçuk saatini evle iş arasında geçiren biri, her hafta tüm bir iş gününü hafızasından siliyor. Büyük şehirlerde yaşayanların daha uzun süre trafiğe maruz kaldıkları bilindiğine göre, hafıza kaybının büyüklüğünü siz hesaplayın artık.

6- Lastik bant sendromu
Hafta sonu geldi, stresli geçen haftanın ardından hemen dinlenmeye başlayalım. Hiç tavsiye etmiyoruz. Tüm çalışanlar bu sendromu yaşarlar. İşten çıkıp hızlıca tatil yerine doğru araba kullanmaya başlarlar. Şimşek hızıyla dinleneceklerini umarlar. Hafta boyunca yaşadıkları uyku bozuklukları, konsantrasyon eksikliği ve baş ağrısı gibi semptomların hafta sonu yaratıcılıkları ile geçeceğini düşünürler. Ama uzmanlara göre aşırı yüklemeden sonra ansızın gelen dinlenmede gizli bir tehlike saklıdır: Lastik bant etkisi. Bir hafta boyunca yaşanan hormon kokteyli zamanla bağışıklık sistemini yıpratır ve gevşeme evresine geçişin ilk aşamasında bizi yıkabilir. Pazartesi günleri artan hastalıkların sebeplerinden biri de bu lastik bant etkisidir.

7- Tatil etkisi
Var mı yıllık izin gibisi. 2 haftada tam dinlenme. Enerji toplayarak işe dönme... Evet ama ağır bir faturayla. 1996 yılında Columbia Üniversitesinden H.Cooper'ın tatil etkisi adını verdiği tespiti gerçekten çok etkileyici. Tatillerde matematiksel yetenekler zarar görüyor. Yapılan ölçümlere göre üç haftalık tatilin IQ'ya etkisi 20 puanlık kayıp. IQ'nun eski haline dönmesi için ise dört beş günlük aktif çalışma gerekiyor. Yani aslında tatilden sonra gördüğünüz dinlenmiş biri değil, "saf" biri.

8- Bowery El etkisi
Yaşadığınız otomasyon ve normlaştırılmış hayat bir süre sonra bir algı bozukluğu olarak size geri dönebilir. Her sabah aynı güzergahta işe gidiyorsunuz. Her virajı tanıyor, hangi noktada hızlı gideceğinizi biliyorsunuz. Yoldaki çukurlarla bile çoktandır senli benli olmuşsunuz. Ofise ulaştığınızda, üç dakika önce geçtiğiniz trafik ışığının kırmızı mı yoksa yeşil mi olduğunu bile hatırlamazsınız. Bu geçici körlük evrimsel anlamda manalıdır. Bilinci dengeler ve aralıksız uyarımların etkisini sınırlandırır. Fakat burada doğru olmayan bir şey var. Bowery El etkisi ortaya çıkabilir. Karmakarışık çalışma masanızdaki kalemlerden birinin yerinin değiştiğini kolaylıkla fark edersiniz. Ya da sessiz bir tatilde sokağınızdaki şamatayı ve gürültüyü özleyebilirsiniz. Öyleyse iş yolunu kanıksadım diye sevinmeyin, hastasınız diye üzülün!

Birçok insan bu alışkanlıkların tehlikeli durumlar olduğunu yeni öğrenmiş olabilir. Elbette ki üzülecekler de olacaktır. Ama şu teselliyi de gözden kaçırmamak gerekiyor: Bu 8 sendroma sahipseniz, işinizde terfi yakındır!

4 Ağustos 2015 Salı

Ekonomi yorumcularının en gülünç 10 düşünce hatası!

Ekonomi yorumculuğu giderek faydasızlaşan bir alan olmaya başladı. Yorumculuk adına yapılan şey ahkam kesmekten başka bir şey değil. Yatırım kararları için ekonomi yorumcularından faydalanan yatırımcının olduğunu düşünmek bile hata. Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar şeklinde bir ortam var. Peki ama neden böyle?

Ekonomi yorumcularının içi boş laf kalabalığı yaratmalarının arkasında birçok mantık ve düşünce hatası sayılabilir. Bunlardan en önemli on tanesini sizler için derledik. Tabi kolay anlaşılması için içine biraz mizah ekleyerek.

Ekonomi yorumcularının en gülünç 10 düşünce hatası:

1- Sonsuz gerileme hatası
Mesela bugünkü manşetlere bir göz atalım: "Emtiada düşüşün sonuna yaklaşıldı... İngiltere'de konut fiyatları yükseldi... Türkiye'de tüketici güveni arttı..." Peki ama neden böyle oldu?

Felsefede sonsuz gerileme denilen kavrama göre, bir ifade gereken nedeni açıklıkla söyleyemiyorsa, gerçek nedeni bulmak için "Neden" sorusunu sonsuz kere sormamız gerekir. Bu tür basit açıklamalarla ekonomi tam olarak anlaşılamaz ve nedenselliğin daha derinden sorgulanması gerekir. Ekonomi yorumcuları böyle basit ifadelerle tüm nedenselliğin anlaşıldığına dair bir saplantıya sahiptirler. Aşağıdaki fıkra bu hatayı basitçe özetliyor:

Öğrenci, hayat koçuna sorar: "Dünyayı Atlas taşıyorsa, Atlas'ı ne taşıyor?"
Hayat koçu cevap verir: "Kaplumbağa."
"İyi de, kaplumbağa neyin üstünde duruyor peki?"
"Bir diğer kaplumbağanın."
"Peki, o kaplumbağa neyin üstünde?"
"Sevgili çekirge, ondan sonrası ta dibine kadar hep kaplumbağa!"

Yani, "Türkiye'de tüketici güveni arttı."
"Neden?"
"Ekonomimiz düzeliyor da ondan?"
"Neden düzeliyor?"
"Zaten hep iyiydi, hep iyiydi, hep iyiydi,..."

2- Yeter sebep ilkesi
Önceki haberden devam edelim. "Türkiye'de tüketici güveni arttı." Mantık yürütme esaslarından Yeter Sebep İlkesine göre, birden fazla seçeneğin olduğu durumlarda neden birinin değil diğerinin gerçek olduğuna dair bir açıklama bulunmalıdır. Eğer tüketici güveni arttıysa, neden azalmadığının da bir açıklaması olmalı. Fakat gerçek sebebin ne olduğu maalesef anlaşılamıyor. Aşağıdaki fıkra bu hatayı oldukça güzel anlatıyor:

Doktor, kadına altı ay ömrü kaldığını söyler. Kadın, "Yapabileceğim bir şey var mı?" diye sorar.
"Var," der doktor. "Bir ekonomistle evlenebilirsiniz."
"Hastalığıma ne faydası olacak bunun?"
"Hastalığınıza bir etkisi olmaz," der doktor. "Ama kalan altı ayınızı sonsuza dek uzuyormuş gibi hissetmenizi sağlayacaktır."

Öyleyse her eve bir ekonomist!

3- Belirlenimcilik hatası
Son günlerde her yorumun tuzu biberi Fed'in faiz arttırma kararı. Her yorum bir de Fed faiz arttırırsa olasığı ile yeniden yorumlanıyor. Sanki piyasanın özgür kaderini Fed çiziyormuş gibi bir algılama içinde ekonomistler. "Yani aslında işler iyi ama, bozarsa Fed bozar..." türünden deterministik bir algılama var. Her dönem olduğu gibi: Euro krizi, parasal gevşeme, konut fiyatları vs. Fıkra ekonomistlerin düşünce hatasını gayet iyi özetliyor:
Musa, İsa ve sakallı bir ihtiyar golf oynuyormuş. Musa uzun mesafeli bir atış yapmış; top çim alana inmiş ama dosdoğru gidip yapay gölcüğe yuvarlanmış. Aynı anda Musa sopasını kaldırmış, gölün suları ikiye yarılmış ve top yoluna devam edip çimlere ulaşmış.
Sonra İsa atışını yapmış. Onun topu da göle gitmiş ama tam içine düşecekken havada asılı kalmış. İsa gitmiş, suyun üzerinde yürüyüp topu almış ve yeşilliğe bırakmış.
Sıra sakallı ihtiyara gelmiş. İhtiyarın vurduğu top doğrudan çitlere çarpıp yola fırlamış, o sırada yoldan geçen bir kamyondan sekip gerisingeri golf sahasına yönelmiş. Bu top da göle gidiyormuş ama gitmemiş, çiçeklerin arasına düşmüş. Çiçeklerin arasındaki bir kurbağa topu görür görmez atılıp ağzına alıvermiş. Tam o sırada bir kartal süzülerek gelmiş ve kurbağayı kapmış ve yükselmiş. Kartal, pençelerinde kurbağayla golf sahasının ucuna doğru ilerlerken kurbağa topu ağzından bırakmış ve top süzülerek doğrudan deliğe girmiş.
Bunun üzerine Musa, İsa'ya bakmış ve "Babanla golf oynamayı hiç sevmiyorum," demiş.

Ekonomistlerimiz de piyasaların babası Fed olmasa o kadar güzel yorumlayacaklar ki...

4- Süreç felsefesi hatası
Ekonomistlerin en sevdikleri yorumlardan biri de kendi söylediklerinin gerçekleştiğini söylemekten bıkıp usanmamalarıdır. Hem her şeyi bilirler, hem de tutturunca sevinirler. Tıpkı süreç fesefesi doktrinini anlatan şu fıkrada olduğu gibi:

Kazım dükkanında çalışırken yukarıdan gür bir ses işitir: "Kazım, işini devret!" Kazım aldırmaz ama aynı ses günlerce devam eder: "Kazım, işini üç milyona devret." Haftalar sonra Kazım pes eder ve işine devreder.
Aynı gür ses bu sefer, "Kazım, Las Vegas'a git," der.
Kazım boyun eğer, Las Vegas'a gider ve bir kumarhaneye girer.
Ses, "Kazım," der, "Yirmi bir masasına git ve tüm parayı tek elde oyna."
Kazım tereddüt eder ama yine kabul eder. Krupiye dağıtır, Kazım'a 18 gelir.
"Kazım kart al!"
Kazım kart ister ve önüne bir as gelir. On dokuz... Derin bir nefes alır.
"Kazım, bir kart daha al."
"Ne?"
"BİR KART DAHA AL!"
Kazım bir kart daha alır ve yine bir as gelir. Elinde 20 vardır şimdi.
Ses bir kez daha, "Kazım, bir kart daha al!" diye buyurur.
"20 var elimde yahu!" diye bağırır Kazım.
Ses iyice gürler: "KAZIM BİR KART DAHA DEDİM!"
Krupiye bir kart daha verir ve yine as.
21!
Yukarıdaki ses gürler: "Vay be!"

Yani canım kardeşim, madem ekonomistsin her şeyi biliyor olmalısın, tutturunca sevinç gösterisi yapmana gerek yok be gülüm!

5- Mantık dışı akıl yürütme hatası
İnsanlar hisselerini satıp kaçarken bizim ekonomist, "Bunlar tepki satışı" deyip çıkar işin içinden. Gören üç-beş bin hisse satıcısıyla konuştuğunu sanır. Nalıncı keseri mantığı da denilen mantık dışı akıl yürütme hatasını şu fıkra güzel açıklıyor:

Bir ekonomist, bara girer ve üç bira ısmarlar. Her bardaktan da sırayla birer yudum alır ve sırayla bardakları bitirir. Ardından üç bira daha ısmarlar. Meraklanan barmen, "Her seferinde bir bardak alıp içsen, diğerleri ısınmaz," der.
Bunun üzerine ekonomist, "Biliyorum," der. "Ama benim iki yakın arkadaşım var; biri Foreks şirketinde, diğeri Borsa'da. Birbirimizden uzak olduğumuzda hep böyle içeceğimize söz verdik. Yani bardakların ikisi arkadaşlarım, birisi benin için."
Derken günün birinde ekonomist yine bara gelir ve bu sefer iki bardak bira ister. Barmen üzüntüyle, "Başınız sağ olsun," der.
Ekonomist gülümser, "Yok, yok, arkadaşlarım hayatta. Yalnız ben din değiştirip Mormon oldum; o yüzden alkolü bıraktım."

6- Analojiye dayanan tümevarımlı kanıtlama
Felsefenin, evren bir saat gibi işlediğine göre, bir de saatçi olmalıdır ilkesi piyasa yorumcuları için de geçerlidir. Onlar da piyasaların hep bir gizli el tarafından dengeye ulaştığını varsayarlar. İki sonuç benziyorsa nedenleri de benzer olmalıdır düşüncesi, piyasalar sıkışınca masaya hep Keynes kartının çıkarılmasının da nedenidir. Tıpkı şu fıkrada anlatıldığı gibi:

90 yaşında bir ekonomist doktora gider ve "Doktor," der, "18 yaşındaki karım hamile."
Doktor, "Size bir öykü anlatayım," der. "Adamın birisi ava gitmiş ama yanına tüfeğini alacağına dalgınlıkla şemsiyesini almış. Birden bir ayı saldırınca adam can havliyle şemsiyesini doğrultmuş, ateş etmiş ve ayıyı vurmuş."
"Ama imkansız bu, doktor," demiş ekonomist. "Mutlaka başkası vurmuştur."
Doktor yanıt verir: "Ben de onu diyordum."

Bebeğim, görünmez el diye bir şey yok, yemişler seni. Görünmeyen çakallar, ayılar ve sırtlanlar var...

7- Post Hoc Ergo Propter Hoc yanılgısı
Bir şey diğerini izlediğine göre, o şeyin diğeri yüzünden olduğunu varsayma hatasıdır. Kısaca "Bundan sonra öyleyse bundan dolayı." Enflasyon artmış, demek ki para arzından; dolar yükselmiş, demek ki Fed'in faiz arttırımından; ihracat düşmüş, demek ki kurlardan... Ekonomistlerimizin her olana bir yanıtları vardır mutlaka. Şu fıkrada anlatıldığı gibi:

Yaşlı bir ekonomist genç bir kızla evlenir. Birbirlerini çok sevmelerine rağmen ekonomist ne denerse denesin eşini bir türlü orgazma ulaştıramaz. Sonunda bir doktora danışmaya karar verirler. Doktor şöyle bir öneride bulunur: "Güçlü kuvvetli bir delikanlı bulun. Siz sevişirken bu delikanlı bir havlu alıp sağa sola sallasın. Bu hanımın fantezi kurmasına yardım edecek ve mutlu sonu sağlayacaktır."
Eve giderler ve doktorun tavsiyesini uygularlar ama işe yaramaz. Çift yeniden doktora başvurur. "Peki," der doktor, "O zaman tersini deneyelim. Delikanlı hanımla sevişsin, sen üzerlerine havlu salla."
Çift doktorun önerisine yeniden uygular ve mutlu son gerçekleşir. Yaşlı ekonomist kızgınlıkla delikanlıya bakar ve "Akılsız," der, "havlu işte böyle sallanır!"

Bir kere de, "Bilmiyorum" de be kardeşim, vallahi dişimi kıracam!

8- Argumentum Ad Verecundiam (Otoriteye başvurma) yanılgısı
Ekonomistlerimiz öne sürdükleri savlara destek için bir güç sahibine dayanmayı ve ondan alıntı yapmaya bayılırlar. Fed Başkanı da onlar gibi düşünüyordur, Keynes de, Merkez Bankası Başkanı da. İşin gülünç tarafı, öne sürülen düşüncede, aksini gösteren kanıtlara rağmen otorite tek merci olarak kabul edildiğinden herkes o düşünceye boyun eğmek zorundadır. Yani ekonomistin görevi her sıkıştığında bir otorite bulmaktır. Tıpkı fıkradaki gibi:

Adamın biri papağan almak için bir dükkana girer. Satıcı en değerli papağanları gösterir ve "Bu," der, "5.000 lira, şuradakiyse 10.000 lira."
"Vay canına," der adam. "5.000 liralık papağan ne yapabiliyor acaba?"
"Doların ne zaman yükseleceğini her zaman doğru bilir ve söyler."
"Ya öteki?"
"GARAN'ın ne zaman alınacağını tam isabetle bulur... Yalnız arkada bir papağan daha var, onun fiyatı 30.000 lira."
"Yuh," der müşteri. "O neyi doğru biliyor peki?"
"Valla," der dükkan sahibi, "Ben şimdiye kadar bir şeyi doğru bildiğini hiç duymadım. Ama diğer ikisi ona 'Ekonomist' diyorlar.

Yürü be ekonomist!

9- Deneycilik
Ekonomi yorumcularının en yaygın yorumlama şekillerinden biri de zaten herkesin görebileceği basit şeylere karmaşık yorumlar getirmeleridir. Enflasyonun ya da faiz artışının bir halk için ne ifade ettiğini hemen herkes bilir. Ama onlara sorarsan bir tek kendileri bilir.

Kasabanın arterit tedavileriyle nam salmış sahte doktorunun kapısında kuyruk oluşmuştur. Bastonuna yaslanmış, belden yukarısı tümüyle eğik bir kadın ayaklarını sürüyerek gelir, doktorun odasına girer ve başı yukarıda, bedeni dimdik dışarı çıkar.
Kuyrukta bekleyenlerden biri, "Bu bir mucize," der. "Eğik girdiniz ve dimdik çıktınız. Ne yaptı size doktor?"
"Daha uzun bir baston verdi."

Eğer para kazanıp pazara alışverişe giden biriyseniz, hiçbir okul okumasanız da faizin ya da enflasyonun ne olduğunu siz de bilirsiniz. Ekonomiste hiç gerek yok.

10- Fenomenoloji hatası
Ekonomistler de tıpkı felsefeciler gibi soyutlamanın doruğuna uçuşun ardından gündelik yaşam deneyimine yumuşak iniş yapmayı oldukça iyi bilirler. Fenomenoloji hatasına göre ekonomistler insan hayatını nesnel bir veri olarak değil, yaşandığı haliyle anlamaya çalışırlar. Yoksulluktan hiç rahatsız olmazlar mesela; asıl sorun kişi başına düşen gelirdir onlara göre. Kişi başına gelir arttıysa fakirlik bitmiştir; 20 milyon kişi asgari ücretliymiş, hiç mühim değil, kişi başına milli gelir on bin doları aşmış."

"Doktor Hanım," der kadıncağız utana sıkıla, "cinsel bir sorunum var, kocam beni tahrik etmiyor."
Doktor Hanım, "Soyunun beyefendi," der. "Şimdi şöyle bir dönün... Hım, tamam, şimdi şuraya bir uzanın... Hı hı... Anlıyorum... Tamam, giyinebilirsiniz."
Adam giyinirken doktor hanım, kadını yanına çeker: "Sağlık sorununuz yok sizin," der. "Kocanız beni de tahrik etmedi."

Değerli ekonomist kardeşim, vallahi yanlış anlama ama, inan hiç "tahrik" etmiyorsun!