8 Aralık 2014 Pazartesi

Zafer tesadüflere bağlıymış!

Yıl sonu geliyor. Finans sektörü çalışanları "performans" denilen köprüden geçip cennete ulaşmaya çalışacaklar; geçemeyenler işten atılıp cehennem azabını tadacaklar. Şirketlerin performans kriterleri öyle şeytani ki, derin ve karşı çıkılması zor insani arzularla yolları kesiştiği için kimse karşı duruş sergileyemiyor. Başarı, kalite, verimlilik gibi kavramlara kim hayır diyebilir ki?

Fakat bu kavramlar üzerinde biraz düşünüldüğünde garip bir durum dikkat çekiyor. Bu farklı terimler, anlamları çok açıkmış gibi sürekli kullanılıyor ve birbiriyle kesişen tanımlardan hareketle bol tekrarlı bir söylem oluşturuluyor. Her terim diğerlerini referans olarak tanımlıyor. Yani kalite performansla, performans kaliteyle açıklanıyor. Öyleyse şu soruya yanıt vermemiz gerekmez mi? Şirketlerin performansı ölçme dedikleri dünya tam olarak neye hizmet ediyor?

Bu sorunun yanıtını, iş hayatının temel kavramlarını yeniden tanımlayarak bulmaya çalışalım.

Mükemmelliyetçilik

Sıra dışı bir sonuç elde etme ve örgüt yönetme pratiği olarak tanımlanıyor. Yani şirketi bütün aktörleri ve fonksiyonlarıyla kusursuzluğa götürecek bir model. Ya da daha açık söylersek sıradışılık. İyi de, sıra dışı olma idealinin genele yayılması, kavramın kendisiyle çelişkili değil midir? Özellikle de kalıcı olması gereken bir istisnai pratikten söz ediyorsak. Herkes nasıl mükemmel olabilir? Mükemmelliyet paylaşılan bir şey olmadığına göre herkes nasıl mükemmel olabilir? Erişilmesi mümkün olmayan mitsel bir ideale doğru herkesi yarışa sürüklemekten başka bir şey değildir yapılan. İnsan hem mükemmel ve sıra dışı olup hem de bunu diğerleriyle paylaşamaz.

Başarı

Mükemmelliyet kavramının geçtiği her yere bu sözcüğü koyduğunuz zaman anlamın değişmediğini görürsünüz. Başarı iyi olmak ve işini iyi yapmak değil, maliyetleri %30 düşürüp gelirleri %150 arttırmaktır. Çıkış fikri, hep daha iyisi yapılabiliyorsa mevcut durum asla kabul edilemez mantığıdır. Fakat bu olgunun sonuçları hep göz ardı edilir. Bir kazanana karşı acaba kaç kaybeden vardır? Başarı arayışı sonu olmayan bir rekabete yöneltir. Başarı artık seçenek değil zorunluluktur. Aksi takdirde bu oyunda kendinize yer bulamazsınız.

Aidiyet

Başarı kavramının geçtiği her yere aidiyet kavramını koyduğunuzda da anlamın değişmediğini görürsünüz. Hiyerarşik düzen içinde herkesin bağlılığının teşvik edilmesini vurgular. İşi doğru olarak yapmanız artık yetmez; bir de kendinizi işe adamanız gerekir. Psişik bir seferberlik halidir bu. Hintli dervişin ezotorik bilgeliğine kendini kaptıran şehirli bunağın mürit olma şeklidir istenen. Angaje olmazsan başarısız sayılırsın.

Sürekli Gelişim

Geçmişi unut, şimdiyi değersizleştir, sadece geleceği yücelt. Sürekli gelişemezsen ölmüşsün demektir. Bu büyük yanılsama gerçekle yüzleşmeye izin vermez. Doğmak, büyümek, gelişmek, ilerlemek ve küçülmek dizgisi şirketleri yıkıma götüren şu yapıya dönüşür: Doğmak, büyümek, gelişmek, sürekli gelişmek, sürekli gelişmek, sürekli gelişmek... ve yok olmak. Gelişmenin gerileme olmadan sağlanamayacağı kavranamaz. Sürekli gelişme olursa zorluklar, problemler ve krizler yaşanılmaz ve en nihayetinde yok oluştan kaçınılabilir sanılır.

Kalite

Kusursuzluğu referans alan kalite kavramı herkesin işini kusursuzca yapacağı bir dünya tasarlar. Yani ilk günah henüz işlenmemiştir ve hiçbir zaman da işlenmeyecektir. Öyleyse cennettesinizdir... Hata, yanlış ve kusurlar insanlardan kazınmıştır. Çatışmanın olmadığı, herkesin hazzın doruklarında olduğu bir dünya. Bu hayale inanmak isteriz önceleri. Ama gerçeklik bir süre sonra doğruyu gösterir. Kusursuzluk yoktur, hata vardır ve arzular daima başkalarınınkiyle çatışma içindedir. O zaman şu sonuca rahatça ulaşırız. Kalite koşulları iyileştirmek için bir araç değil, karlılığı ve verimliliği arttırmak için bir baskı aracıdır.

Performans

Sonuçların ölçülmesi, ödül ve cezayı gerektirir. Asıl sorun performansı neyle ya da kimle karşılaştıracağımızdır. Temel yaklaşım, yapılmak zorunda olan bir işle ilgili önceden belirlenen kriterlere göre performansı ölçmektir. Herkes eskisinden daha iyi olmak ve diğerlerini geçmek zorundadır. Her zaman daha fazlası elde edilmelidir. Çalışmak işe gelip sözleşmede belirlenen işi yapmak değil, sadece performans göstermektir. Daha fazla, daha hızlı, daha etkin, daha somut...

Bu kavramlar üzerinde biraz düşününce her şey kolaylıkla anlaşılabilir. Bu kavramlar ne yapılan işin kalitesine ve hazzına varmaya, ne yapılan iş üzerine anlam üretmeye ne de şirketin gerçekliğini anlamaya izin verir. Ortada sadece anlamsızlık vardır, her kavramın yerine bir diğerinin kolayca konulabildiği döngüsel bir sistem.

Çalışanlar, son yıllarda sorunun farkına varır gibiler: Bize "Kalite, müşteriye açık konuşmaktır" deniliyor; ama şikayetlerde yazılı talimatlara göre davranmamakla suçlanıyoruz. Bize, "Ekip olarak çalışın" deniliyor; ama performanslar kişisel olarak veriliyor. Bize, "Aidiyet" deniyor; ama daima rakamlara bakılıyor. Bize, "Performansa göre terfi" deniyor; ama terfiyi alan başkalarının aleyhine ön plana çıkmaya başaranlar oluyor. Bize, "Çözüm odaklı olun" deniyor; ama biraz düşünüp karar vermek için hiç zaman bırakılmıyor.

Bu koşullar altında ne oluyor biliyor musunuz? Çalışanlar psikolojik bir paradoksa yenik düşüyorlar. Eğer çalışan başarılı oluyor ve verilen mükafatı kabul ediyorsa bundan utanç duyuyor; çünkü bunu hak etmediğini düşünüyor. Öte yandan mükafatı reddederse kendini şirket karşısında zor bir duruma sokacağını biliyor. Daha açık söylersek, ödüllendirildiği için övünemez ve mükafatlar ona hiçbir tatmin duygusu yaşatmaz. Alaya vurmak verebileceği tek karşılıktır ve o da sistemle dalga geçer. Şurası çok açık ki, finansal sektördeki firma iflasları sonrası "Bu büyük ve karlı şirket neden battı?" sorusu sorulduğunda yanıtı bulmak kolaydır: "Zafer tesadüflere bağlıymış."

Kısacası çalışanlar ruhunu kaybettikçe şirketler ruh kazandıklarına daha çok inanmaya devam ediyorlar. Davranış ve arzulardaki tekbiçimlilik şirket ruhunun en üst seviyesi olarak görülüyor. Acı ama, olanların kabul edilmiş ya da talep edilmiş beyinsizleştirme olduğu gözden kaçırılıyor. Başarı sadece kollektif bir orgazm olarak yaşanmaya devam ediyor. Bağlarından koparılmış, başkalarına e-mail gibi bilişim protezleriyle bağlanmış, mantıklı olmaksızın akılcı, sonsuz ama çoğu işe yaramayan bilgi yığınına sahip bireylerin sayısı ise her gün artıyor.

Acı bir kehanetle son noktayı koyalım. Büyük başarıların ardından başarısızlığı tadan her şirket geçmiş şanlı günlerinin özeleştirisini yaptığında şunu fark edecektir: "Zafer tesadüflere bağlıymış."

Hiç yorum yok: