16 Aralık 2014 Salı

ÇARŞI umurumda değil, size bir şey olmasın!

ÇARŞI, yoğun ekonomik gündem içinde kendine yer bulmakta zorluk çekti. Oysa bugün gündemin en önemli konusu olmalıydı. Çarşı yalnız mıdır değil midir sorusu dolaylı da olsa birçokları tarafından soruldu. Tepki verenler sessiz kalanları eleştirdi. Onlara göre Çarşı, dayatılanı insan onuruna uygun olmadığı için kabul etmemiş, asil bir karşı duruş sergilemişti. Sessizlerden yine ses çıkmamıştı. Derin sessizlik sürmüştü... İşte bu noktada şu sorunun yanıtlanması gerekmez mi; Çarşı'yı destekleyenlerin ne düşündüğü belli, peki öyleyse sessiz kalanlar ne düşünüyorlar?

Aslında ne kadar basit bir soru, değil mi: Sessiz kalanlar ne düşünüyor? Birçok yanıt verilebilir elbette, fakat hiçbiri doğru olmayacaktır. Çünkü bu soru, insanlık tarihinin yanıtlanması en zor sorusu olarak zihinleri meşgul etmeye hala devam etmektedir. Nasıl mı?

Nazilerin Yahudi soykırımının en önemli mimarı Adolf Eichmann 1960 yılında yakalanarak İsrail'de hakim karşısına çıkarılır. Tarihin en büyük utançlarından birinin tüm sebepleri ortaya çıkacaktır artık. Mahkeme reisi Moshe Landau, soykırımın en önemli tanığına tüm soruları ardı ardına sorar: "Bu nasıl oldu?, Neden oldu?, Neden Yahudiler?, Diğer devletlerin rolü neydi?, Yahudi liderler Nazilerle işbirliği yapmaya nasıl yanaşmışlardı?" gibi birçok soru. Eichmann, tüm sorulara en ince ayrıntısına kadar yanıt vermişti. Dürüstlüğünden kimsenin şüphe etmediği mahkeme reisi Landau söylenen her şeyi dikkatle dinlemiş, tüm belgeleri incelemiş ve gerekli tüm araştırmayı yapmıştı. Landau, mahkeme sonunda yüzyılın en büyük soykırımıyla ilgili tüm yanıtları dünyanın dikkatine en açık şekilde sunmuş ve sonucunda gereken kararı da en adilane şekilde vermişti. Dünya, soykırımla ilgili her şeyi bir daha merak etmeyecek şekilde öğrenmişti. Fakat tek bir soru yanıtsız kalmıştı.

Mahkeme reisi Landau, bir keresinde, tanık sandalyelerinde oturan Yahudilere döner ve insanlık tarihine geçecek şu sözleri söyler: "Nazilerin belirledikleri zamanda belirledikleri yerde oldunuz, infaz yerlerine kendi ayaklarınızla gittiniz, kendi mezarlarınızı kazdınız, soyundunuz ve giysilerinizi muntazam biçimde yığdınız, kurşuna dizilmek üzere yan yana durdunuz... Siz oradayken tam on beş bin kişiydiniz, başınızda sadece birkaç yüz subay vardı. Kendinize söyleneni harfiyen yerine getirip tıpış tıpış ölüme gittiniz. Sizi ölüme sürükleyen bu itaatkar uysallık... Neden karşı çıkmadınız?"

"Neden karşı çıkmadınız?"

Bu soruya ne o gün yanıt verilebildi, ne de bugün. Muhtemelen gelecekte de verilemeyecek. Fakat bundan daha önemlisi bu soruyu kendine sordurtmamaktır. Çünkü bu sorunun sorulduğu an, insan onurunun bittiği andır.

Çarşı, sadece bu soruyu bir gün kendine sordurtmamak için gerekeni yapmış; itaatkar uysallık göstermemiştir.

Sözü uzatmaya hiç gerek yok aslında. Çarşı yapması gerekeni yapmıştır. Sessiz kalanlara gelince... Çarşı umurumda değil, size bir şey olmasın!

1 yorum:

yusuf karakus dedi ki...

Cengiz han bir köyü yakıp yıktıktan sonra kaçan bir grup köylünün peşine düşmüş atıyla, sonra onlarıda bir yerlerde yakalamış ancak kılıcını düşürdüğünden birşey yapamıyormuş bu nedenlede köylülere siz burada bekleyin ben kılıcımı alıp geliyorum demiş, rivayete göre geldiğinde köylüler hala aynı yerde dönmesini bekliyorlarmış, yani sorunun cevabı basit:Korku!