13 Aralık 2012 Perşembe

Hayatın bayram olması için kriz sonsuza dek sürmeli!

Her ne kadar Japonlar fırsat olarak algılasalar da krizler özellikle de ekonomik krizler çöküşün öteki adıdır. Borsalar düşer, varlık fiyatları geriler, üretim azalır, aşırı borçlu ülkeler krize girer ve daha birçok olumsuzluk. 2007 yılından beri yaşanan ise bunlardan daha fazlası. Büyük şirketler, finansal kuruluşlar, zengin ülkeler ve hatta Birlikler ardı ardına çöküşün eşiğine geldiler. Fakat kriz derinleştikçe tuhaf bir davranış şekli bulaşıcı bir hastalık gibi yayılmaya başladı. Bu tuhaf hastalık başkasının krizinin kendi krizinizmiş gibi algılanması hastalığıydı.

Öncelikle bu tuhaf hastalık merkez bankalarının batma eşiğine gelen büyük finansal kuruluşları kurtarmasıyla başlamıştı. Ardından hükümetlerin yardımları geldi. Sıkıntıya giren insanların kredileri yapılandırıldı. Ardından krize giren ülkelere yardımlar başladı. Yunanistan, İrlanda ve İspanya’daki kriz bir anda tüm Avrupa’nın krizi olarak algılandı ve bu ülkelerin kurtarılması için kampanyalar başlatıldı. Avrupa Birliği onları kurtarayım derken girdiği krizden ABD’nin desteği ile çıkmaya çalışıyor. Bozulan dengelerin daha da kötüye gitmemesi için herkes büyük bir işbirliği içinde. Bugün Yunanistan’a gelen Avrupa Birliği yardımına sevinmeyen kalmamıştır herhalde. Arjantin’in vadesi gelen borçlarını ödemesi ise neredeyse tüm dünyanın içinin yağlarını eritti. Yıllardır birbirlerinin kuyusunu kazan ülkeler bile bozulan ekonomilerini düzeltmek için birbirlerine yardıma hazır durumdalar. Peki ama bu zihinsel ve davranışsal dönüşüm bir anda nasıl gerçekleşti?

İlişkilerde herkesin bildiği bir gerçek vardır. Ortak özellikleri olan insanlar birbirlerine daha sempatik gelirler. Hangi arkadaşınıza sorarsanız sorun muhtemelen onlardan kendileriyle benzer şeylerden hoşlanan kişileri daha sempatik buldukları yanıtını alacaksınız. Hoşlandığımız birini etkilemek için genellikle her ikimizin de sevdiği konular bulmaya çalışır ve o konularda sohbet ederiz. Peki ama bu gerçekten doğru mudur? Birisinden hoşlandıysak her iki tarafın da sevdiği ortak yönler bulmamız mı gerekiyor?

Psikolog Jennifer Bosson’un 2006 yılında yayınladığı “Interpersonal Chemistry Through Negativity” adlı makale hiç de bunu söylemiyordu. Bosson, insanlar üzerinde üç farklı deney yapmış ve her üçünde de aynı sonuca ulaşmıştı. İnsanlar, sevdikleri şeyleri seven insanlardan sanıldığı gibi o kadar da fazla hoşlanmıyorlardı. İnsanların asıl hoşlandığı kişiler kendilerinin de nefret ettiği şeylerden nefret eden kişilerdi. Aynı şeylere karşı duyulan negatif duygular kişileri birbirlerine yaklaştırıyor ve daha yakın arkadaşlığa yönlendiriyordu. Yeni tanışan iki kişi arasında konuşulan konular eğer birbirlerinin sevdikleri şeyler üzerineyse arkadaşlığın derecesi ilerlemiyordu. Ta ki ortak bir nefret alanı bulana kadar. İşte o anda kişiler birbirlerine yaklaşmaya başlıyorlardı.

Bosson’un bulduğu sonuçlar bugün krizin ulaştığı nokta itibarıyla birbirimize bakış açımızı da fazlasıyla açıklamaktadır. Yunanistan’daki bir olumsuzluğun aynı şiddetle dünyanın başka bir ülkesinde hissedilmesi, Japonya’daki resesyonun tüm dünyayı endişelendirmesi, Çin’in küçülme ihtimalinin yaşattığı evrensel korku ve daha birçok yerel sorun artık hepimizin ortak sorunudur ve yardım için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız. Ülkelerin veya başka ülkelerdeki insanların yaşadıkları olumsuzluklar sonrasında krizlere karşı duyduğumuz ortak antipati bizi birbirimize giderek daha çok yaklaştırmaktadır. Ekonomik yakınlaşmalar yakında eski düşmanlıkları da unutturursa şaşırmayalım.

Bu insani ve toplumsal yücelik seviyesine gelmemiz yüzyıllar sürdü. Öyleyse krizin de sonsuza kadar sürmesi hoş olmaz mı?..

Hiç yorum yok: