10 Ekim 2012 Çarşamba

Bozulmayan aşıyı ne zaman buluruz?

ABD’nin işsizlik oranının Eylül ayında %8,1’den %7,8’e düşmesi rakamlarla oynandığı yönündeki şüpheleri arttırmış görünüyor. İstatistiğin ne kadar büyülü bir dünyası olduğunu bilenler gerçekten rakamlarla oynanmış mı diye genelde pek merak etmezler. Çünkü onlar rakamlarla her zaman oynanabileceğini bilirler. Peki ya diğerleri?.. İstatistik ve ekonomiden hiç anlamayanlar işsizlik oranlarının gerçekten düştüğünü nasıl anlayacaklar öyleyse?

Fed’in son beş yıldır tüm politikaları işsizliği arttırmak üzerine. Piyasalar iyi olduğu sürece insanların da işlerine devam edeceği rasyonel bir gerçek. O nedenle piyasalara ne kadar çok para enjekte edilirse piyasalar o kadar rahat olacak, milli gelir harcamaların etkisiyle artacak ve işsizlik oranları da ticaretin artması dolayısıyla bir miktar düşecek. Bu rasyonel zincirleme reaksiyon aslında büyük bir yanılsama içeriyor. Çünkü bu yaklaşım işsizlik problemini uzun vadede çözemez. Neden mi?

2000’li yılların ortalarına kadar ilaç firmalarının araştırma giderlerinin önemli bir kısmını aşıların sıcak ortamlarda bozulmaması için yapılan harcamalar oluşturuyordu. Dünyada 1,5 milyar insan soğutucu bir cihaza sahip değildi ve bu aynı zamanda onların aşıya da erişemedikleri anlamına geliyordu. Fakat ilaç şirketleri ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, aşıların yüksek sıcaklıklarda bozulmadan kalabilmesini sağlayacak bileşimleri yaratamamışlardı.

Adam Grosser bir mühendisti ve aşılardan da hiç anlamıyordu. Fakat onun zaten aşıyla hiçbir işi yoktu. Probleme baktığında gördüğü şey insanların buzdolabı alamayacak kadar yoksul olduğu ve alsalar bile elektriklerinin olmadığıydı. Stanford üniversitesinde bir grup arkadaşıyla birlikte yaptıkları cihaz belki de uygarlık tarihini değiştirecek türdendi. Yarattıkları şey küçük bir termosa benziyordu ve görüntü itibarıyla önemli bir şeymiş gibi durmuyordu. Fakat cihaz tam bir mühendislik harikasıydı. Yanan bir ateşin üzerinde bir saatte şarj oluyor ve sonra bulunduğu yeri bir mini buzdolabına çeviriyordu. Grosser ve arkadaşları elle taşınan bir soğutucu yapmışlardı ve elektriğe ihtiyacı yoktu. Üstelik fiyatı da sadece 25 dolar civarlarındaydı.

Adam Grosser sadece probleme farklı bir açıdan bakabilmişti. Fakat bu açı, şu anda dünya ülkelerinin işsizlik oranlarını düşürmek için baktıkları açı değildi maalesef. Neden mi?

Hollanda’da 1959 yılında doğal gaz bulunması ile ülke yavaş yavaş zengin bir hale bürünmeye başlar. 1974 petrol kriziyle bu zenginlik tavana vurur. Milli gelir artar ve işsizlik düşmeye başlar. Ülke doğal gaz gelirlerinin büyük kısmını halkının refahı için kullanmaktan geri kalmaz. Hasta olup çalışamayan işçiler ömürlerinin sonuna kadar maaşlarını almaya devam ederler. Diğer yandan firmalar işçi çıkarmak istediklerinde devletin başka bir koruması devreye girer ve işçiler özürlü raporu alıp maaşlarını devletten çalışmadan almaya devam ederler. Bu süreçte hastaneler sağlıklı insanlara ömür boyu iş göremez ve özürlü raporu vermekten fazla mesai yapar duruma gelirler. Bunun sonucunda ortaya çıkan trajikomik tablo ise toplam iş gücünün %25’inin hasta ya da özürlü olduğudur. Fakat işsizlik rakamları oldukça düşüktü. Kimse ülkede ekonomik bir sorun olduğunu düşünmüyordu. Milli gelir artıyor ve herkes çalışıyor görünüyordu. Literatüre Hollanda hastalığı olarak geçen bu durumun fark edilmesi oldukça geç olmuştu. Artan milli gelir ülkede tarım ve üretim sektörlerinin durma noktasına geldiğini maalesef saklamıştı. Doğal gaz gelirleri üretim ve istihdamı bitirmişti.

İşte bugün ABD ve diğer birçok ülkenin içinde bulunduğu duruma bakıldığında, son beş yıl içinde merkez bankalarının piyasalara yaptığı müdahaleler, milli gelirin birçok ülkede artmasına neden olmuştur. Piyasaların yükselen yapısı ticaret sektörlerinin genişlemesine, satışların artmasına ve ekonominin büyümesine destek vermiştir. Hollanda’da doğal gazın yarattığı refahı bugün küresel ekonomide büyük merkez bankalarının piyasalara sürdükleri karşılıksız paralar yaratmaktadır. İşsizlik sigortaları, part time çalışanlar ve internet üzerinden elde ettikleri gelirlerle hayatlarını kazananların sayısının artması ile de işsizlik oranları düşüyor görünmektedir. Oysa biraz dikkatli bakıldığında bu gelişmiş ülkelerde tarım ve sanayinin durduğu açık şekilde ortadadır.

İşsizlik problemi merkez bankalarının piyasalara enjekte ettikleri para ile ticaret piyasalarının canlı tutulması sonucu çözülemez. Tarım ve üretim sanayi gibi, kişilerin ikamet ettikleri yerde çalışmalarını ve gelir elde etmelerini sağlayacak tedbirlerle çözülebilir. Üstelik bunları geliştirmenin maliyeti de piyasaları kurtarmak için akıtılan trilyonlarca dolardan daha azdır. Bu yapılamadığı sürece bir soğutucu yapmak yerine bozulmayan aşı bulmak için para harcamaya devam ederiz.

Hiç yorum yok: