7 Ekim 2012 Pazar

Sinemadan anlayan var mı?

IMF’nin 2012 ve 2013 yılları için büyüme beklentileri geçenlerde basına sızdı. IMF, beklentileri aşağı çekmeye hazırlanıyor. Yani global ekonomi küçülmeye devam ediyor.2007’den bu yana finansal krizden bir türlü kurtulamadık. Ne yapılması gerektiğini söyleyebilecek iktisatçılara maalesef sahip değiliz. Acaba neden bulmakta çok başarılı olan iktisatçılar, çözüm bulmakta neden o kadar başarılı değiller?

Küresel finansal kriz bir kaza ya da doğal afet olmadığına göre iktisatçılar bir şeyi görmezden geliyorlar; peki ama neyi?

Ekonomi para, para da ekonomi demektir. Bu tanımı bugün kabul etmeyecek çok az insan vardır. Ekonomi paranın icadı ile başlamasa da zaman içinde paranın bilimi haline dönmüştür. En azından sıradan insanlar için ekonomi paradan başka bir şey değildir. Az önce paranın ekonomi ve ekonominin de para olduğunu kabul etmeyecek çok az insan olduğunu söylemiştik, kimdir onlar dersiniz?

Ekonomi ve finans dünyasından uzak olanlara tuhaf gelebilir ama maalesef gerçektir. Neoklasik teori denilen modern serbest piyasa teorisine göre, ya da daha açık söylersek bugünkü ekonomik sistemin savunucusu ekonomistlere göre, para ekonomi demek değildir. O nedenle de tüm ekonomik modellerin dışında bırakılmıştır. Şaşırtıcı gelebilir ama bu böyledir. Para ve kredi ekonomiye yön veren tüm modellerin dışında tutulmaktadır. Birçokları, öyleyse finansal krizin nedeni anlaşılmıştır diyecektir; paranın ekonomi olduğunu bilmeyenler neyi biliyor olabilirler ki?..

Finansal piyasalar sinema dünyası ile birçok ortak yöne sahiptir. Çoğu zaman herkesin seyirci olduğu bir dünyadır piyasalar. Çok az yatırımcının yer aldığı bir film sürekli gösterilir. Dünyanın %99’undan fazlası ise zaman zaman oyuna katılsa da seyirci olmaktan öteye gidemez. Acaba sinema dünyasının nasıl işlediğini anlasak, finansal piyasaları anlama eğilimimizi güçlendirebilir miyiz?

Sinema tarihinin birçok otoriteye göre en önemli filmi 1942 yılında yapılan Casablanca adlı filmdir. Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın oynadığı film 2002 yılında ABD Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların en iyi aşk filmi olarak seçilmiştir. Her sahnesi izleyicilerin kolay kolay unutamayacakları çarpıcı diyaloglarla dolu olan filmin sinema endüstrisine daima ilham verdiği otoritelerin ortak kabulüdür. Uzmanları öyle diyorsa sektörün de ona göre hareket etmesi doğal karşılanmalıdır.

Hayatını, popüler sanatlarda zirveye çıkmış kişilerin ne kadar bilgisiz olduğunu dünyaya göstermeye adayan, aynı zamanda TelevisionWeek adlı derginin de editörü olan Chuck Ross (daha önce başka deneylerini de anlatmıştık) bir deney yapmaya karar verir. Casablanca filminin senaryosunu oturup yeniden yazar. Sadece iki baş karakterin isimlerini değiştirir (Rick ve Ilsa’yı Sam ve Dooley yapar) ve senaryonun adını filmdeki ünlü şarkılardan biri olan “Everybody Comes to Rick’s” (Herkes Rick’in yerine gelir) olarak düzeltir. Yazar olarak da uydurma bir isim yazarak ABD’nin en büyük 217 sinema ajansına gönderir.

Gelin şimdi hep beraber dünya sinemasına yön veren ajansların senaryoya ne cevap verdiklerine bakalım: Birçok ajans senaryoyu farklı nedenlerle okumadan iade eder. 38 ajans senaryoyu berbat bularak reddeder. 3’ü filmi hemen çekmek için Chuck Ross’u arar. 1’i romana çevrilirse daha başarılı olabileceğini söyler. 33 ajans eski bir filme benziyor olabileceğini söyler. Bunlardan 8’i Casablanca’ya çok benzediğini belirtir. Bu 217 ajans içinden ise sadece biri eserin Casablanca olduğunu söyler. Sanıyoruz bu deney ile ünlü yazar William Goldman’ın senaristler için söylediği “Hiç kimse hiçbir şey bilmiyor” sözü birazcık anlamını bulacaktır.

Sinema ajansları, kendi varlığını bugünlere taşıyan en önemli filmlerden birini tanımıyor olması gibi neo-klasik iktisatçılar da ekonomi ile aş anlama gelen parayı ekonomik modelleri içine koymayarak onu hala tanıyamamış oldukları izlenimi vermektedirler. Para ve kredi neo-klasik iktisat modelleri içinde kendine yer bulamamaktadır. İktisatçılar parayı, piyasalarda yapılan alışverişi barter ya da takas olarak değerlendirdikleri için tarafsız bir aracı olarak kabul etmektedirler. Öte yandan kredileri de ekonomik performans üzerinde önemli etki yaratabilecek bir güçte görmemektedirler. Kısaca birinin borcu birinin varlığıdır şeklinde değerlendirerek, satın alma gücünün krediler tarafından etkilenmeyeceğini belirtmişlerdir. Peki, sizce bu doğru olabilir mi?

Aslında tipik bir takas ekonomisinde bu kabullenme %100 doğrudur. Yani bankalar sadece müşterilerinden topladıkları mevduatı kredi olarak verseler neo-klasik iktisatçıların söylemi doğru olacaktır. Fakat bugünkü finansal sistem, zincir içindeki kredi yaratmaya yetkili kuruluşların farklı yöntemlerle de para yaratabileceğini göstermektedir. Gölge bankacılık sistemi içindeki mekanizmalarla nasıl para yaratılabileceği artık herkesin bildiği bir gerçektir. Ya da daha açık bir örnekle söylersek Fed ve ECB gibi merkez bankalarının bastıkları ve piyasaya sürdükleri paranın karşılığı bulunmamaktadır. Öyleyse neo-klasik iktisadi görüşün piyasa realitesini yansıttığını söylemek pek mümkün olmayacaktır.

Finansal krizi yaratan konut kredilerinin satın alma gücünü nasıl arttırdığı ortadadır. Paranın ya da kredinin hala tarafsız bir aracı olduğunu söylemek ekonomi açısından pek mümkün değildir. Paranın ve kredinin ekonomistler tarafından modellerin dışında bırakılması olgusu, küresel krizin neden oluştuğunu ve neden içinden bir türlü çıkamadığımızı sanıyoruz tüm açıklığıyla anlatmaktadır.

Sinema sektörü sinemadan ne kadar anlıyorsa neo-iktisatçılar da ekonomiden o kadar anlamaktadırlar. Peki öyleyse sinemadan anlayan var mı?

Hiç yorum yok: